Perşembe, Mart 08, 2007

KADINLAR GÜNÜYDÜ!


Epeydir yazamadım, oysa unutmadan yazmak istediğim çok şey vardı. Mesela, bu sene mimozaların nasıl da coşmuş şekilde açtığı... Sonra, erguvanları keşfettiğim üniversite yıllarım aklıma geldi. Bir gecikmiş bahar mevsiminde, bir gün aniden erguvanları görmüş ve "bu deli açan ağaç, bu şahane renkli çiçekler de ne ola ki" derken, erguvanlarla tanışmıştım.
Yok canım, bu öyle değil!
Bu sene hava ılıman olunca, mimozalar da soğuk veya karın şerrine uğramadan rahat rahat açtılar ve öyle güzeller ki!

Şimdi gelelim günlerimize.. Sondan başlamaya karar verdim!

Bugün "Dünya Kadınlar Günü". Yoksa "Dünya Emekçi Kadınlar Günü" mü demeli ya da "Dünya Çalışan Kadınlar Günü" mü?

Böyle önemli günler, anmalar, laf etmelerle ilgilenmem. Hatta, bir çeşit sinir olurum. Nedense, bugün sürekli bir hatırlatma vesilesi çıktı ortaya. Sabah taksi şöförü, "abla, bugün Kadıköy harap, onbuçukla üç arası meydan kapalı, miting varmış. Daha Pazar günü kutladılar, bu da neyse?" diye isyan bayrağını açtı. Sonra, gün içinde çeşitli yaş gruplarındaki farklı arkadaşlarımdan cep telefonuma veya e-postama düşen kutlama mesajları almaya başladım. Daha hoş olanı şu oldu: Arada uğradığım bir iş yerine yolum düştü. Etrafında hep erkek çalışanlar olan, oradaki tek kadın olan genç hanım, bir yandan işimi hallederken, bir yandan da elime üzerine "emekçi kadınlar gününüz kutlu olsun" yazdığı bir pusula (=kağıt parçası) tutuşturdu! Ne diyeyim, gülümseyerek teşekkür ettim ve sizin de kutlu olsun, dedim. Bu arada Taksim meydanına doğru bir grup kadın çalıp oynayarak yürüyüp gidiyordu.

Bundan sonrasını değerlendirmek sosyologlara kalmış: Yine bir medya babalaması sonucu, toplu bir gaza gelme hadisesi ile mi karşıkarşıyayız, yoksa kadınlar gerçek bir bilinç yükselmesi ile mi hareket ediyorlar?

Bu haftanın ilk günlerini kendimi tanıma-anlama kaşıntıları ile ve de çocuklarımın bazısı günlük, bazısı durumdan kaynaklanan sorunlarını gidermeye çalışarak geçirdim. Biraz kitap okudum, bir öğlen iki genç arkadaşımla yemek yedim, bir bölüm Desperate Housewife seyrettim, birkaç ekmek yaptım. Cevizlisi hiç fena olmadı bence, ortasına acı çukulata rendelediğime ise çocuklar bayıldı, bir akşamüstü kahvaltısında bitirivermişler.

Geçen haftasonumun bir günü, tıpkı "Kendime Ait Bir Oda" gibiydi; kendime ait bir gün olarak geçti kişisel tarihime. Önce sevgili arkadaşım E. ile Skandal (Notes on a Scandal ) filmine gittik. Richard Eyre yönetmiş,başrollerde Judi Dench ve Cate Blanchett vardı. Bill Nihy ile Andrew Simpson da yaşlı ve genç erkek rolündeydi.

Film, Zoe Heller'in aynı adlı romanından yazılan senaryoyla çekilmiş. Şöyle bir konu:
"Barbara, yalnız bir kadındır; Sheba’nın çalıştığı okula gelmesi ile hayatı değişir. Sheba, Barbara’nın yıllardır beklediği sıcak ve nazik dosttur. Fakat ona yakınlaştıkça ilişkileri sarsılmaya başlar. Barbara, Sheba’nın öğrencilerinden biriyle yaşadığı aşk ilişkisini kocasına söylemekle tehdit edince hayatları değişmeye başlar. Sırlar iki kadının hayatlarının kesişme noktasıdır."
İki sene önce kitabı okumuş ve çok beğenmiştim. Acaba, iyi bir film yapabildiler mi endişesiyle gittim, filme. Sonra, herikisi de çok başarılı şekilde "o" kadınlar olmuş iki baş kadın oyuncu filmi sürükleyip götürünce, kendimi filmin içinde buluverdim. Şu kadarını söyleyeyim, bu sene Helen Mirren'in performansı ile yarışmak zorunda kalmasa Judi Dench en iyi kadın oyuncu ve politik doğruculuk kurbanı olmasa Cate Blanchett en iyi yardımcı kadın oyuncu Oscar'larını alırlardı, diye düşünüyorum.

Bitmedi. Sonra, E. ile beraber D.ciğime gittik. Vakti varmış, P. de geldi ve biz, ruhu şişmiş ve kafası dolmuş dört kadın uzun ve tatlı bir sohbete düşüp, herşeyi unuttuk ve önümüzdeki hafta için şarj olduk.
İşte böyle.

1 yorum:

Hoşgeldiniz!