Perşembe, Nisan 02, 2020

İKİ KİTAP ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Bugün yağmur bekleniyordu, tam da söylenen saatte ince ince  başladı, şimdi artarak devam ediyor. Tam kitap okuma havası aslında, derdik eskiden olsa. 
Oysa şimdi sadece yağmurlu  havada değil, her halde zorunlu olarak evde otururken, virüsle boğuşanları, onlara yardım etmeye çalışanları ve geçim derdine düşenleri düşününce, kitap okumak lüks kategorisinden bir faaliyet sanki. 

Son zamanlarda okuduğum iki kitap var. İkisinden de farklı  şekillerde etkilendim.
Sırayla değil, son okuduğumdan daha öncekine giderek yazacağım.



Son senelerde, Macar edebiyatından, okuma lezzeti duyduğum birkaç kitap okumuştum. Bir dönem Macar sinemasını da  edebi duyarak hayranlıkla izlerdim. 
Çocukluğumun unutulmaz kitaplarından olan, Pal Sokağı'nın Çocukları'nı olan sevgimi ayrıca belirtmeliyim.

Geçen ay, henüz virüs hallerinin bütün dünyayı sarmadığı lay lay lom zamanlarımızda, İstiklal Caddesinde dolanırken YKY Kitapçısında kitaplara bakınıyordum. "İşin Aslı, Judith Ve Sonrası" başlıklı kitap gözüme takıldı. İki tur attıktan sonra, çıkarken  kitabı aldım. Kasadaki genç kadın, "roman sever misiniz, ben okudum çok güzel" deyiverdi. Zevkle okumayı umarak aldığınız kitabı başka sevenin olması, bir an önce okumak arzusunu artırır değil mi?

Romanı, son iki haftada başlangıçta daha yavaş, sonra meraklanarak ve giderek daha çok severek okudum. Hatta, uzun zamandır yapmadığım bir şeyi yaptım ve kitabın ilk iki bölümünde pek çok satırının altını çizdim. Son bölüme gelince, ilk iki bölüme bakarak, muhteşem bir final beklerken daha çok hayal kırıklığına benzer, "öyle mi diyorsun, peki bakalım" diye ifade edebileceğim bir duyguyla kitabı kapattım.

Kitabın arka kapak tanıtımı şöyle:
"Bir beyefendi, bir hanımefendi ve bir hizmetçi... 
Macaristan’ın en büyük çağdaş yazarlarından Sándor Márai, sadakat ve yalanı, gerçeği ve arzulananı, toplumsal ilişkilerdeki dürüstlüğü ve tutukluğu, sevgiyi ve ayrılığı ustalıklı bir dille anlatırken, ikinci büyük savaşa doğru yuvarlanan bir dünyada, “yaşamak” ile “var olmak” arasındaki derin uçuruma duyarlılıkla ve cesaretle eğiliyor."

Kitabın her bir ana bölümünde, olaylar, yukarıda sözedilen üç kahramanın ağzından anlatılıyor. 
Aynı olayın başka bakış açılarından anlatılması, olayın gerçeğini kavramak isteyen okur için cazip bir yöntem.
Diğer taraftan, yazarın anlattığı iki dünya savaşı arasındaki Orta Avrupa burjuvazisinin yaşamı ve onların iç bungunlukları ilginç tespitlerle dolu. Bütün bu artı notlar yine de kitabın eksik saydığım etkisini gideremedi.
Kim bilir, belki de kitabın son satırında yazan "Posillipo, 1949 - Salerno, 1978" notundan çıkardığım,  kitabın tamamlanma sürecinin uzun oluşu,  o eksiklik duygusunun nedenidir.




Hatırlarsınız, 2018 yılında Nobel Edebiyat Ödülü verilmemişti. Akademi'deki taciz ve yolsuzluk skandalları nedeniyle, ödülün 2019 yılı ödülüyle birlikte verileceği duyurulmuştu.
2019'da ödüller açıklanırken, bu defa 2019 ödülü verilen Avusturya'lı yazar Peter Handke'nin Bosna soykırımını inkar etmesi nedeniyle oluşan tartışma ortamı, 2018 ödülünün verildiği Polonyalı psikiyatrist/şair/yazar Olga Tokarczuk'u unutturur gibi oldu.

Aslında, meraklısı, bir süredir bu ilginç yazarı keşfetmişti bile. Dilimize "Koşucular", İngilizce'ye "Flights" ismiyle  çevrilen, orjinal adı  "Bieguni" olan roman 2007'de yayınlanmış. İngilizlerin ünlü Booker ödülü ise 2018'de almış.

Kitabın adının başka dillerde orjinalinden farklı  oluşu, bence bir eksiklik duygusu veriyor. Orjinal kitap adındaki "Bieguni, yabancıların yardımlarıyla yaşayan ve sürekli seyahat eden yogi, derviş ya da Budist rahiplerin geleneğinden giden, yerleşik hayatı reddedip hep hareket hâlinde olan, muhtemelen kurgusal bir Slav tarikatıymış."* 
Oysa Koşucular da Flights da kitabın bölümlerinin isimleri olarak, kitap adı için yetersiz kalıyor.
* Bu not ve yazının tümü, kitap hakkındaki düşüncelerimle tamamen örtüşüyor. 
Yazının tümü için tıklayınız! 

Kitap, ilginç yapısı, farklı anlatısı ve formu nedeniyle alıştığımız anlamda "roman" tanımına pek uymuyor. Kitap kulübümüzde okurken arkadaşlarımın tepkisine bakarak, şahsen deneyimlediğim gibi  bu kitabı ya çok seversiniz, ya hiç sevmezsiniz. 
Arada sırada elinize alıp, zihin açıcı bir iki bölümünü okuyup, üzerinde düşünebileceğiniz bu kitabı, ben sevdim doğrusu.

6 yorum:

  1. Sevgili Ekmekçi Kız,

    Hımmmm, Koşucular; yazarla tanışma ve farklı üslubuna, içerik zenginliğine ve olaylar çeşitliğine bayılma kitabı ben için; sonrasında hayranı olma ve diğer kitaplarını çıktıkça toparlama olayı:) Koşucuları plansızca, bir seyahat dönüşünde okuduğum Flanöz'ün ardından okumuştum, Koşucuların seyahat bölümlerindeki düşüncelerle Flanöz'dekiler bir birini tamamlamış ve toptanda da iyi bir ikili olduklarını düşünmüştüm; birbirlerinden tümüyle farklı iki kitap olsalar da:) Macar kitapla ilgili fikrim malum zaten:)

    Olga Tokarczuk seven, Aç Gözünü Artık Yaşamıyorsun'daki hikayelerini de sever diye düşünüyorum.:) Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde, sırasını beklediği için onunla ilgili şu an bir şey söyleyemiyorum:)

    YanıtlaSil
  2. Bu iki yazarı daha önce duymamıştım.dünya edebiyatından farklı ülkelerden rastgelel kitaplar okumayı seviyorum.Pal sokağı çocukları benim sevdiklerimdendir ama şimdi farkettimde baska hiç macar yazar okumamışım.

    YanıtlaSil
  3. Sevgili Buraneros,

    "Koşucular"ı okuduktan sonra, özellikle "Sür Pulluğunu Ölülerin Kemikleri Üzerinde" için pek çok övgü okudum, artık algıda seçicilik mi, bilemiyorum.
    Haklısınız, öbür kitaplarını da sırayla okumak isteği uyandıran bir yazar. :)

    YanıtlaSil
  4. Sevgili Şeyma Nil,
    Macar edebiyatından güzel bir kitap olarak Magda Szabo'yu önerebilirim size. İza'nın Şarkısı edebiyat keyfi veren bir kitaptır. :)

    YanıtlaSil
  5. İlk kitabı bir süredir okumak istiyordum ama hep almayı erteliyordum. Bir sonraki alışverişimde listeye eklemeli artık ♥

    YanıtlaSil
  6. Şebnemciğim,
    Keyifli okumalar diliyorum, o vakit. :)

    YanıtlaSil

Hoşgeldiniz!