Bu şehirde, hiç ama hiç bıkmadan seyrettiğim, her defasında başka bir haline hayran kaldığım ne var bilir misiniz?
Şimdi saymaya kalksam, satırlar arka arkaya dolar ya, galiba en çok vapurları izlemeye bayılıyorum.
İskeleye aborda etmeleri, halat veren alan gemi adamları, kapağın açılması, ilk yolcunun karaya ayak basması -eskiden sürme iskeleler vardı, her defasında iskele verilmeden bile değil henüz gemi yanaşmamışken atlayan cengaverler olurdu- son yolcunun koşarak kapılar kapanmadan vapura yetişmesi, iskeleden ayrılış, tornistan sonrası tam yolla seyirin başlaması...
Her biri ayrı keyif kaynağı.
Laf aramızda, yukarıda yazdıklarımın hepsi, klasik şehir hatları vapurlarıyla anlamlı.
Yoksa, yukarıdaki çaydanlık mı, ütü mü ne olduğu anlaşılamayan "tasarım harikası" (!) yüzen nesnelerle hiç seyir keyfi olamıyor.
Bir kere, içeri tıkılıp kalınıyor, üstteki açık alan az ve sevimsiz, ya güneş çarpıyor, ya rüzgar donduruyor, güverte filan hak getire...
Bugün, Kadıköy'den Beşiktaş'a doğru mendirek içinden seyrederken yanımızdan geçen vapuru çektim.
İstanbul'u özleyenler ve vapurlara her daim aşık olanlar, özellikle sizi seyre davet ediyorum.
İstanbul'da yaşayıp İstanbul'u ama en çok Boğaz'ı ve vapurları özledik son yıllarda. Şükür kavuşturana :)
YanıtlaSilHer gün iki kıyı arasında gidip geldiğim zamanlarda, kitap okudum. O nedenle deniz üstündeyken arada başımı kaldırıp, bazı nirengi noktalarına bakardım ve "Sarayburnu'nu geçiyoruz, on dakika daha okuyabilirim" gibi fikirler yürütürdüm.
SilŞimdi arada sırada gördüğüm için her dakika kıymetli, iki kıyıya da bakıp bakıp duruyorum. :))
Ahhhh.. Öyle iyi geldi(n) ki bu karasal iklimde! Eyvah yine denize neden bu kadar uzağım melankolisi sarmaya başladı beni..
YanıtlaSilO yenileri gözüm otosansürle flulaştırıyor. Ama eskilere binip bir o yakaya bir bu yakaya geçip sonunda da rumeli hisarında inmek isterdim şimdi (yapılıyor mu hâlâ?)
Amman deyim, melankoliye düşmeyesin C.ciğim, az kaldı denize kavuşmana, sabır. :))
SilAnladım ben onu, sen Kavaklara giden vapurları söylüyorsun, Rumelihisarı'na değil. ;)
Var var tabii, seferler Eminönünü'den başlıyor, Anadolu Kavağı'na kadar gidiyor, orada iki saat kadar durup bekleyip aynı yolu tekrar dönüyor.
Sen gelince denk düşürürsek gideriz belki? :)
Evet evet haklısınız, ütüye daha çok benziyor. :)
YanıtlaSilŞimdi yazarken aklıma geldi, en üstteki radar ya da anten olduğunu düşündüğüm direk benzeri nesne nedeniyle de düdüklü tencereye benzetenler olmuştu. :))
Geçen gün oradaydım bende :) Belki de denk geldik...
YanıtlaSilBelli mi olur? İstanbul burası, belki de! :)
Sil:)))
Silİstanbul'a sadece bir kere geldim ve o gelişimde de binebildim Şehir Hatları'na. Ne şanslısınız ama :)
YanıtlaSilVapurlar konusunda şanslıyız, kesinlikle katılıyorum bu görüşe. :))
SilAy o yenilere bir kez bindim, nasıl sallıyor sanirsin battı batacak. Biraz lodos vardı. Bir daha beklerim öbürünü yine binmem
YanıtlaSilGerçekten her türlü her koşulda sevimsiz o "yeni"ler. Ben de iskelede onları görünce motora yöneliyorum, laf aramızda. :))
Silbu aralar deniz taşıtlarını çok sık kullandığım için cazip gelmiyor. Özleyince benim için bir anlamı oluyor çocuk gibi bir uçtan bir uça koşturasım geliyor :)
YanıtlaSilHer gün işe gidip gelirken bindiğimde benim için de sıradanlaşmıştı, araya emeklilik ve pandemi girince tadını çıkartmak şart oluyor artık. :))
SilKonak-Karşıyaka vapurlarını, çocukluğumu hatırladım. Martılarla yarışır onlara gevrek (simit değil) parçaları atardık:)) O vapurun yanaşması, iskeleye yanaşmadan cengâverlerin kıyıya atlaması aynen anlattığınız gibi.
YanıtlaSilNeyse ki, geçenlerde ilk kez duyduğum zilli maşa (begonvilin İzmircesi) :)) gibi değil gevrek, epeydir ne demek olduğunu biliyorum. :)
SilEvet, körfezin vapurları da bizimkiler gibiymiş, vapurlu anılar en hoş anılardan. :)