Vedalaşmadan iki dakika öncesinde, iskeleye yürürken sordu "İstanbul'u seviyor musun hâlâ"
Bir an durdum, hemen "evet"i yapıştıramadım, "hayır" demeye de içim elvermedi, gerçeği söyledim; İstanbul benim sevdiğim şehirden çok farklı artık, çok değişti, kendimi yabancı hissediyorum çoğu zaman. O nedenle belki, vapura bindiğimde tarihi yarımadayı görecek şekilde oturuyorum mesela, hep aynı kalanı görmeyi tercih ediyorum.
"Haklısın", bir insanın hayat süresinden bile kısa zamanda bu kadar hızlı değişen başka şehir yok sanırım, her seferinde onu tanıyamıyorum, yine değişmiş buluyorum. Burada yaşayan kişi olarak bu durumun seni de sarstığını gördüm, dedi.
Yıllardır uzaklarda yaşasak da, aramızda hep bir bağ ve muhabbet olan kuzenimle geçirdiğim iki dolu İstanbul gününün sonunda yaptığımız ayaküstü muhasebe bu defaki buluşmanın veda cümleleri oldu.
Karşıya geçerken düşündüm motorda, son iki günde yürüdüğümüz yolları, gezdiğimiz yerleri, hangisi aynıydı, hangisi değişmişti.
İlk günün çoğunu geçirdiğimiz bizim kıyı daha sakindi; Kalamış Marina'da bir mekanda kahvaltı ettik, Fenerbahçe'ye doğru yürüdük. Sonra Bağdat caddesi tarafına geçtik, bir arkadaşın atölyesine uğradık, kısa bir molanın ardından Göztepe parkı'na kadar yürüdük. Parkın içinden geçerek "burası ne hoş yer olmuş" duygusunu paylaşarak, Kalamış'a doğru yürümek üzere sahil yoluna indik.
İşte o vakit günümüzün İstanbul'u ile yüzleşmeler başladı, taksi bulunamadı, gün ortasında yolu daraltacak, trafiği tıkayacak tamiratlar yapılıyordu.
Annemi/halasını ziyaret etmek istemişti kuzenim, oradaki aile buluşması keyifliydi. Bizim taze gelinle damat da geldiler, çaylar, kekler, sohbetler, güzel vakit geçirdik.
Akşamüstü karşıya geçiş macerası başladı, haliyle o saatte taksi bulunamadı. Fikir üretildi, ne yapsak eşyalarla nasıl geçsek? Sonuçta, o tarafta işi olan oğlum bizi Üsküdar iskelesine bıraktı, elde bavullarla motora binildi, Karaköy'e geçildi. Ohh, dünya varmış, köprü trafiğinden kurtulduk, Bostancı'dan Üsküdar'a gidişteki kimi sıkışıklık sohbete katık oldu, geçti gitti.
Bizimkilerin Karaköy'de kalmayı planladıkları otel Bankalar caddesinde. Bankalar caddesi, benim yıllarca iş için geldiğim yerlerden; adı üstünde bankalarda iş olur gelirsin, bir dernekle ilgili başvuru olur gelirsin -Dernekler Masası buradaydı-, bir avukat görüşmesi olur gelirsin -bir dolu avukat bürosu vardı-, alt kısımda elektrik tesisatçıları ve Şişhaneye doğru avizeciler vardı -eskiden buraya uğradan avize alınmazdı- gelirsin...
Son on senede bunların tümü sıraya bitti ve başka şeyler için gelir olduk bu tarafa, Salt Galata açıldı diyelim, ilk gördüğümde buradaki binalar ne kadar güzelmiş aslında uyanışı yaşamıştım. İş güç için geldiğimiz yıllarda o binaların cephesi kararmıştı, bakımsızdı, güzellikleri görünmezdi, "eski bunlar" der geçerdik.
Şimdilerde Galata Port'la birlikte, bambaşka bir değişim yaşanmış, o eski binalar bakılmış, onarılmış, büyükçe kısmı otel haline dönüştürülmüş. Bizimkiler, eskiden Osmanlı bankası ve sonra Sümerbank olarak bilinen binadaki otelde kaldılar.
Akşam yemeğine gitmek için Karaköy'den Tophane'ye doğru yürürken "bu yokuş nereye gidiyor" sorularından birinin cevabını bulmak için deneme yanılma işe giriştik. Bir zamanların meşhur ve kalabalık Alageyik sokağında in cin top atıyordu, onu geçtik. Nispeten canlı gözüken Kumbaracı yokuşunun alt ucundan tırmanmaya başladık, yukarıya İstiklal caddesine ulaşana dek tasarım dükkanları, sanat galerileri, içerisinde toplantı olan ışıklı kitapçılar, butik oteller, küçük lokantalar gibi, eskiden bu civarda hiç benzeri bulunmayan mekanlardan geçtik.
Sonunda ulaştığımız yer, kuzenin daha gelmeden rehber kitaplardan bakıp, sağlamasını yapıp yer ayırttığı bir lokanta oldu. Yeni Lokanta'da benim daha önce bu şehirde hiç tecrübe etmediğim tarzda bir yaratıcı şef mutfağı tecrübesi yaşadım/k. Bizimkilerin Avrupa'da zaman zaman benzerini denedikleri yeni nesil bir yemek kültürünün bir benzerini görmüş, yaşamış oldum; ağızda, damakta lezzet patlamalı, yenilen yemeğin anlatıldığı, sunulduğu bir tür şovdu bu. Yeni İstanbul'da artık böylesi de varmış, duyuyordum, denedim gördüm.
Yemek sonrası İstiklal caddesinde turladık, önce Galatasaray'a doğru, sonra Tünel'e doğru. Kalabalıktı, çok çok turist ve yabancı vardı, adeta yetmiş millet oradaydı. Hiç bilmediğimiz, aşina olmadığımız diller konuşuluyordu. Kuzenimin yadırgadığı sevemediği yerlerden biri oldu İstiklal. "Burada ağaçlar vardı, ne oldu onlara?" Söküldü bir vakit işte, yerine banklar ve saksıda ağaçlar konuldu, son olaydan sonra onlar da kaldırıldı. Neyse ki "nostaljik" tramvayımız geçti yanımızdan da biraz neşe verdi.
Tünel'le Karaköy'e inmeyi planlamıştık 22:45'de kapanıyormuş, sonuncusunu az önce kaçırmışız!
Eh n'aapalım, biz de yolumuzu Galata kulesine doğru çeviririz, yürürüz oradan aşağıya. Galata kulesi çevresi cıvıl cıvıl, tepede de dolunay bize bakmıyor mu? Gel de sevme bu şehri şimdi!
Yokuş aşağı bakınarak inip Karaköy'e iskeleye ulaşıyoruz, vapura yetişiyorum, el sallıyorum, biniyorum.
Vapurda şenlik devam ediyor; polisler kimlik bakıyor, gece müzisyeni şarkı söylüyor, tanıdık gece yolcularıyla selamlaşıyor. Kadıköy halen capcanlı, geceyarısı olmak üzere, arabam kabak olmadan son metroya binmek üzere seyirtiyorum. İşte tamam, mahallemize geldim. Çok uzun zamandır böyle geç saatlere kadar dışarıda kalmamış, İstanbul'u böyle değişik halleriyle yaşamamıştım.
Ne demiştim ben? İstanbul'u eskisi gibi sevmiyor muymuşum?
Bilmem ki, öyle mi dersiniz?
Seviyorsunuz:) İstanbul'u taşradan yaşamak daha güzel mi acaba? başlıklı yazım üzeriden konuşmuştuk bunu Sevgili Okul Arkadaşım, bazı hallerinde gözlerimizi off konumuna getirdik mi İstanbul hep güzel, sevilesi:)
YanıtlaSilHatırlıyorum konuşmuştuk Sevgili Okul Arkadaşım, işte o gözümüzü kapamak, başka tarafa çevirmek bazen iyice zor hale geliyor.
SilYine de... Evet, seviyorum. :)
Bence de seviyorsun, her şeye rağmen sevmemek mümkün mü, aynı şey Ankara için de geçerli, koca başkenti irikıyım bir kasabaya çevirdiler ama yine de seviyorum, çünkü anılarım var. Bu yazı da ağzımı sulandırdı :)))
YanıtlaSilYani İstanbul anlamında, lokanta ile ilgisi yok :)
SilLeylak Öğretmenime ben de üzülerek katılıyorum Ankara hususunda :(( belki de her şehir biraz böyledir de en çok nasibini alan İstanbul olmuştur :( Ama yine de Leylakımın da dediği gibi yine de seviliyor, yine de seviyoruz :)
SilLeylakcığım,
SilHaklısın, benim çocukluğumdan bildiğim Ankara şimdilerde o iri kıyım kasabanın bir yerlerinde gizli, arayıp bulmak lazım. :)
Şimdi burada biz bizeyiz, itiraf ediyorum, Yeni Lokanta'nın yemekleri ağız sulandırmayacak gibi değildi. ;)
Mimozacığım,
SilTespitinde haklısın, aslında her şehir eskisinden farklı da, İstanbul en çok ve hızlı büyüyen olduğu için, sevimsizliklerden daha çok nasibini alanların başında geliyor. :(
şimdi başkanım! milenyumdan beri istanbul kendisine "dar gelen" biri olarak korkarım ki istanbul çok değişti artık kalıbı nerede o eski bayramlar gibi kült hale geldi. tarih ve şehir konusunda ahkâm kesecek yetim olmasa da doğma büyüme istanbullu olarak iki kelam edebilirim sanırım:) milenyumdan beri istanbul'dan değil de kalabalığından, gürültüsünden, hızından ve kaosundan ve giderek grileşen-betonlaşan silüetinden kaçmayı hayal eden biri olarak evet haklısınız istanbul ve içindekiler (çünkü et-tırnak gibidir ayıramayız) çok ama çok değişti. sanırım bu değişim en ayyuka çıktığı dönemlerden geçiyoruz. istiklal'e en son ne vakit gittiğimi hatırlamıyourm mesela. o da çok değişmiş! sadece binalar değil demografi de değişiyor. sayı artıyor. trafik çoğalıyor. trafik kaçıp sığındığınız metro ve metrobüslerde nefes alamıyorsunuz vs. dert çok sorun çok ha bunun yerine güzellikleri göremez miyiz? elbet, gitmeyi göze alabilirsek görebiliriz. şahsen ben benim olmayan istanbul'da hala niye duruyorum. kendimi sorguluyorum.
YanıtlaSilbir de şu var. biz bugünden 20-30 yıl geriye bakarak istanbul çok değişti be müdür muhabbeti yapıyoruz ya eminim 30 40, 60 yıl önce de benzer muhabbetler yapılıyordur. zira 1950 ve 60 yılların fotoğraflarını görünce e kravatsız sokağa çıkmayan beyefendilerini duyup okuyunca istanbul sen neymişsin be diyorum! sözün özü isttanbul çok ama çok değişti. onu uzaktan sevme vakti geldi de geçiyor bence. ki o şekilde tadını daha iyi alır ruhunu daha iyi yaşarız gibime geliyor. sanki gibi:)
Geçende annemle konuşuyorduk, İstanbul'un nüfusu Fatih zamanında ne kadarmış gibi bir konu açıldı, biraz araştırdım: Meğer, Fatih'ten önce İstanbul almış başını gitmiş, milyona yaklaşmış, haçlılar gelmiş şu olmuş, bu gitmiş o olmuş derken beşyüzbinin altına düşmüş. Fatih, İstanbul'u alınca şehirden kaçanların bir kısmı yeniden gelmiş filan... Hikaye böyle sürüp gidiyor.
SilBelki bu şehrin bunca cazip olması onun ve içerisinde yaşayan bizlerin başının belası böyle.
Son cümlenize katılıyorum, artık bu şehrin içinde debelenmek bizi yoruyor ve uzağa çekilip arada gelip sefasını sürmek daha hoş gözüküyor da, soru şu "nereye gidilecek?"
"...İstanbul benim sevdiğim şehirden çok farklı artık, çok değişti, kendimi yabancı hissediyorum çoğu zaman..." İşte bütün mesele bu. Parmak bastığınız için emeğinize sağlıklar diler, teşekkür ederim.
YanıtlaSilBen teşekkür ederim Recep Bey, İstanbul hakkında onu eskiden beri seven çoğumuzun ortak görüşü böyle sanırım. :)
SilSizinle birlikte keyifle gezdiğim gibi İstanbul hakkındaki düşüncelerinize, duygu karmaşanıza da sonuna kadar hak verdim:) Ne seninle ne de sensiz...:) İstanbul konusunda tam bu hallerdeyim:)
YanıtlaSilSevgiler...
Biz İstanbul tutkunlarını içinden geçtiğimiz şu çağ, böyle arafta bıraktı ya, aşkolsun demekten başka söz bulamıyorum Sezerciğim.
SilSevgiler kucak dolusu. :)