İstanbul'a küsüyorum, arada sırada kendi kendime, İstanbul'un bundan haberi olmuyor.
Bir gün ansızın bir karşılaşma oluyor, aklım başıma geliyor.
Sonra düşünüyorum da, küskünlüğüm İstanbul'a olmamalı, onun ne kusuru var?
Onun kimliğini değiştirenlere kızgınlıksa duygumun temeli, İstanbul bu küslüğün nesnesi olmamalı.
Bağışladığın tatlı huzurlar için af dilemeliyim, senden.
Bir kaç gün önce, baharın az kaldı yakında yanınızdayım işaretleri verdiği ışıklı bir günde, canım P. ile uzun aradan sonra buluştuk. Biraz yürüyelim, biraz sohbet edelim, bir kahve içeriz belki...
P.ciğim geçen sene taşındığı semtin girdisini çıktısını öğrenmiş artık, Dalyan'a gidelim, kulüpte otururuz şimdi sakindir, dedi.
Fenerbahçe'ye parka giderken ya da dönerken hep dış duvarları boyunca yürüyüp, zaman zaman bahçesinde düğün töreni yapıldığını duyduğum bir mekan.
Meğer bunca zamandır o duvarların arkasındaki neleri kaçırmışım, hiç haberim yokmuş!
Yukarıdaki bina, kulübün girişinde "neredeyiz yahu, İtalya mı burası?" şaşkınlığıyla karşılıyor sizi. Girişteki dar cephenin sağından devam edince upuzun bina ve ardından kocaman bahçe merhaba diyor. Tenis kortları, yüzme havuzları ağaçlarla kaplı bahçeler arasında seçiliyor.
Burası Saint Augustine Katolik Şapeli, 16. yüzyılda yapıldığı düşünülüyormuş.
Yukarıdaki büyük binanın solundan devam edince, şapelin girişini görüyorsunuz.
Fotoğrafın ön sağ tarafındaki sevimli yerleşme, kilisenin papazının evinin bahçesinin girişi.
Bahçenin bir bölümü de böyle görünüyor.
Bitkiler, heykeller tam olması gereken yerlerde, hiç bir aşırılık, şatafat yok. Zarafet. en uygun sözcük, mekanı tanımlamak için.
Şehrin, eskinin Bizans kalıntılarıyla dolu ve fakat şimdilerde etrafındaki binalar iyice yükselmiş bir bölgesinde, zümrütten yaka iğnesi gibi öylece duruyor.
Sadece bakmak mutlu olmaya yeter de artar.
yazı ayrı fotoğraflar ayrı güzel
YanıtlaSilbakarken içim açıldı :)
Keşke eski eserleri koruyıp, kollayıp hala kullanıyor olsaydık.İstanbul bu keşmekeşin içerisinde hala bazı güzelliklerini saklıyor.Tamam herkes faydalanamıyor, faydalanmasın da zaten. Hor kullanıp, kıymet bilemeyeceklerin uzağında dursun.
YanıtlaSilKeşke diyeceğim ama çoğunu heba ettik yeni kentleşmeler uğruna...
YanıtlaSilGüzelim taş evleri garip garip sıvadık, cağnım ahşap evleri yaktık-yıktık...
Bak ne güzel kalmış bu bina... İç açıcı ♥
Sevgili Ekmekçi Kız,
YanıtlaSilBen şehirlere küsemem çünkü gözlerimin komuta merkezinin bana bir iyiliği var; görmezden gelmeyi öğrettiler. Güzellklerin içindeki çirkin ve yenileri yok ediyor ve güzel olanla başbaşa bırakmayı becerebiliyorum kendimi ki yazıdan anladığım size de öğretmişler:) Üstelik yazıda bahsettiğiniz türden binaların hiçbirini göremedik biz:)
Sevgili Almanyalı Gelin,
YanıtlaSilGüzel olanın yansıması da güzel oluyor.
Teşekkürler. :)
Sevgili Mehtap,
YanıtlaSilŞapel ve bahçe öyle güzel saklanmış ki! :)
Yine de korunabilir olmayı biz sağlasak bunu becerebilsek, saklamaya gerek duymadan. Ne iyi olurdu.
Şebnemciğim,
YanıtlaSilİnsanın hırsı buna sebep oluyor diyeceğim, açıklamam kendime de yetersiz geliyor.
Çünkü, "peki neden?" sorusuna cevap yok, maalesef.
Sevgili Buraneros,
YanıtlaSilSon senelerde Kadıköy'deki özellikle de Bağdat Caddesi bandındaki dikey yapılaşma kafamı iyice yukarı dikmeden göremeyeceğim boyutta, buna "neyse ki" mi demeliyim, "ne yazık ki" mi demeliyim, emin değilim.
Bakmamayı tercih ediyorum, evet, yine de sinirleniyorum. :))