Nasıl geçtiğini anlayamadığım Haziran ayının son günü yarın ve henüz Hamburg hakkında ayrı bir yolculuk yazısı yazamadığımı fark ettim.
Hikaye ederek yazmak için biraz geç kaldım, döneli bugün iki hafta oldu bile. En iyisi bir kaç fotoğraf eklemek ve onların hikayesini anlatmak.
Yola çıkmadan önceki gün çocuklar havaalanından şehir merkezine giden trene binmek için nasıl bilet alacağımı, hangi durakta ineceğimi bir güzel anlatmışlardı. Tam da anlattıkları gibi oldu, rahatça bindim ve indim.Oğlum işten akşamüstü çıkacaktı, gelinciğimin Almanca kursu vardı. Ben şehir merkezine ulaşırken C.ciğim dersini tamamladı, çıktı. Belediye binasının önünde buluştuk ve çok yakındaki bir balık lokantasına gittik.
Gördüğünüz balık çorbası kasesinin içi tıka basa iri parça balık dolu, yediğim en doyurucu balık çorbası oldu.
Eve gittik, bavulumu bıraktık, elimi yüzümü yıkadım ve tekrar sokağa çıktık. Hedefimiz birazdan işten çıkacak olan oğlumla Hamburg limanı yakınlarında buluşmak.
Oğlum trenle geldi, onu istasyon çıkışında karşıladık, sarıldık, kucaklaştık. Sonra nevalelerimizi aldık liman manzaralı banklara oturduk.
Şimdi önümüzde Elbe nehri ve üzerindeki çeşitli tekneleri gemileri seyrederken, soğuk biralarımızı içip sohbet ediyoruz.
Arka planda en yüksek bina Hamburg'un medar-ı iftiharlarından Elphi yani Elbfilarmoni Konser Salonu. Önündeki binalar tarafından kapatılmamış hali ve hikayesi burada.
Bir süre oturduktan sonra yakın çevreyi dolaşmak üzere kalkıyoruz.
Yukarıdaki antrepo binalarında halı ticareti yapan şirketler varmış, halen de onlar devam ediyor.
Binanın dışındaki çatıdan sarkan vinç, halıların depolara taşınması, indirilmesi, kaldırılması için.
Hamburg 2. Dünya Savaşında çok hasar görmüş, bombalanmış, yıkılmış bir şehir. Şehirdeki eski binalar tek tük, çoğu yeni yapılar. Buradaki antrepolar da eskiden kalan yapılardan.
Uzun uzun yürüdükten sonra eve dönüş zamanı geldi.
Otobüsümüzü beklerken etraftaki çiçekleri seyrediyorum, hepsi doğal gözüküyor ama belli ki insan eli değmiş ve bakımlılar.
Ertesi gün yeni bir çalışma günü ve oğlum işine, gelinciğim kursuna gidecekler.
Ben C.ciğimin dersleri bitene dek Kunsthalle'de resim sergisi gezeceğim. Şansıma tam da o gün Sürrealizm resim sergisi başlamıyor muymuş? Daha ne isterim! Dersler bitti, ben henüz sergi gezmeyi bitiremedim. Yukarıdaki resim müzedeki ünlü tablolardan biri, ressam Caspar David Friedrich'in 1818 tarihli Bulutların Üzerinde isimli tablosu.
Müzeden sonra göl kenarında yürüyüş yapıyoruz, çimlere uzanıp dinleniyoruz ve sonra şehir merkezindeki eski mahallelerde geziyoruz.
Derken oğlum işten çıktığını haber veriyor ve buluşacağımız yere doğru yola çıkıyoruz.
Burası Feldstrase'deki St. Pauli sığınağı. 2. Dünya Savaşı sırasında 25.000 kişi için sığınak olmuş, çatısındaki uçaksavar bataryası şehri korumuş bir savaş anıtı, Hamburger Bunker.
Çok çok etkileyici bir bina; hikayesi, yapımı, kullanım amacı, savaşta yıkılmaması ve sonra yıkılamaması, nihayetinde bir yaşam merkezi haline getirilerek tekrar halkın kullanımına açılması...
Hamburger Bunker'in üstüne üç kat asma bahçe inşa edilmiş ve geçen sene açılmış.
Şimdi orada müzik okulu, restaurant, kafe ve seyir terasları var.
En tepeye binayı çepeçevre kuşatan merdivenlerle çıkmak ve tüm şehri çepeçevre seyretmek mümkün.
İnsan ister istemez binanın savaştaki halini ve orya sığınanları düşünmeden edemiyor...
Konuyu değiştirelim, günümüz Hamburg'undaki ulaşım işlerine gelelim. Hamburg'da çoğu avrupa şehrinin aksine tramvay sistemi yok, toplu ulaşımın ana sistemi otobüsler ve metro ya da normal (U Bahn - S Bahn) trenler.
Ayrıca bisiklet kullanımı çok yaygın, tüm büyük ve bağlantılı istasyonların çıkışlarında yukarıdaki gibi kocaman bisiklet parkları var.
Bizimkiler de birer bisiklet almışlar, gezmeye ve bazen işe bisikletle gidiyorlar.
Cumartesi günü çocuklar evdeler, uzun ve keyifli bir sabah kahvaltısından sonra hazırlanıyoruz, hava 30 derece ve açık. Önce yakındaki parkta bir tur atıyoruz ki biz bu büyüklükte bir yere orman deriz rahatlıkla. sonra Hamburg Üniversitesi Botanik Bahçesi'ne gidiyoruz. Burası nefis bir yer, neredeyse gün boyu geziyoruz, ağaçları, çiçekleri hayran hayran seyrediyoruz.
Akşamüstü şehir merkezine doğru gidiyoruz, bir kaç küçük alış veriş sonrasında oğlumun seçtiği bir lokantaya gidiyor, Portekiz mutfağının keyfini çıkarıyoruz.
Eve dönerken yemyeşil bahçeli binalarla dolu mahallelerden geçiyoruz ve uzun günün henüz batmayan kuzey güneşinin tadını çıkıyoruz.
Ertesi gün hava kapalı ve sonra yağışlı.
Havaalanı yolundaki bir başka parkta biraz yürüyor, birer kahve içiyoruz.
Derken ayrılık vakti gelip çatıyor. sarılıp, kucaklaşıp en yakın zamanda görüşmek dileğiyle vedalaşıyoruz.