Çarşamba, Temmuz 17, 2024

Gecenin sesi; çıt çıt çıt çıt....

Dün gecenin bir vakti elektrik kesilmiş, klima nem almada çalışıyordu, sesi kesilince anladım. Şimdi papazı bulduk, uzun sürerse diyordum ki çok sürmedi geldi. 

Haydi, kalktım klimayı çalıştırdım. O sırada kulağıma mekanik bir çıt çıt çıt sesi gelmeye başladı. Hoppalaaa! Ne oluyor?
Meğer, mutfaktaki ocağın elektrikli çakmağı kesinti sonrası ne olduysa kendiliğinden çakmaya başlamış. 

Bir kez daha başıma gelmişti, o vakit internette bulduğum talimatları uygulamış, ocak başlarını temizlemiş ve sesi kesmiştim. Şimdi gece gece uyur uyanık ne temizleyeceğim? Sabah ola hayrola dedim de kapalı kapıya rağmen, sabaha kadar o ses kulağımda çıtladı durdu. 

Sabah sırtımdan terler sızarak, ovuştura ilaçlaya bir fasıl temizlik yaptım, ancak işe yaramadı, çıt çıt devam etti. 
Başka bir öneri buldum, fişi çekin bir süre sonra takarsınız diyordu. Ancak bizim fiş ocakla birbirine bağlı yani olmaz olasıca ankastre fırının arkasında. Ben kim, fırını çekmek kim?
İçimden ankastre ürünü icat edenlere, alıp kullananlara  verdim veriştirdim. Biraz rahatladım, ancak sonuç yok, çıt çıt çıt devam ediyor.

Madem fişi bulup çekemedim, sigortayı kapatayım dedim. İyi güzel de ocak ve fırının bağlı olduğu sigortaya buzdolabı da bağlıymış. Bu sıcakta bir kaç saat dolabı kapatmak hiç akıl kârı değil.

Amannn dedim içimden çıt çıt çıt sonunda susar bu, sen işine bak kızım.
İki saat sonunda işler bitti, ses bitmedi. Oturdum bir araştırma daha yaptım, bu defa bulduğum fikir ocak üstünde temizlik yaparken ıslanan yerleri saç kurutma makinesiyle kurutun diyordu. Gerçi, ocağı sildikten sonra temiz bezle ve kağıtla iyice ovuşturmuştum, ıslak değildir. Peki madem, bir de onu deneyelim.

Yine sigortayı kapattım, saç kurutma makinesini yan odadaki prize taktığım uzatmaya bağladım filan falan ve havanın sıcağı yetmezmiş gibi, ocak üstünü saç kurutma makinesiyle ısıttım.
Beş dakika sonra sigortayı açtığımda bir süre üstüne havlu atılmış gibi boğuk bir ses çıkmaya devam etti.

Yok dedim, bu olmayacak, ben bir servis bakayım en iyisi. Yakında bir servis buldum, telefonu kaydettim, arayacaktım ki, sesin çıtlamadığını fark ettim. 
Aman deyim nazar etmeyin! 
Gelmiş geçmiş olsun çıt çıt çıt faslı...


Konuyla hiç ilgisi yok da, önceki akşam günbatımı öncesi balkonda otururken çekmiştim; yarım ayın biraz sağ üstünde o sırada geçen bir uçak var, üst üste denk getirdim sanıyordum, bu kadar olmuş.

Çarşamba, Temmuz 03, 2024

TANIDIKÇA DAHA ÇOK SEVİLEN ŞEHİR, PRAG

Dönüyoruz, oysa yapacak ne çok şey kaldı geride.
.......
Bakalım, belki yine geliriz.
Ben Prag'ı çok sevdim; keyfim yerinde, huzurlu bir keşif olduğu için, belki de.
.......

Prag görülmeli. Bazısı biraz tiyatro dekoru hissi aldığını söylüyor, bence değil. Tüm tarihi yaşanmışlığı bu kadar iç içe ve katmanlar halinde barındıran ve "şehir" olmayı başarmış bir kent az bulunur."

yazmışım Mayıs 2007'de, Eylül 2005'teki Prag gezisini anlatırken. 
Ardından köprülerin altından sular akmış, ben o geziye giderken küçük okul çocuğu olan yavrular koca insanlar olmuş, üniversite bitmiş, çalışma hayatı başlamış, evlilikle yeni bir hayat dönemeci alınmış ve o genç insanlar Prag'da iş bulmuş, çalışmaya başlamış. 

Geçen senenin baharında, yeni şehirlerine alışma çabasındaki genç çifti kızımla birlikte ziyarete gittiğimizde, mevsim bahardan çok kışa yakındı. Hep birlikte olmanın keyfini çıkararak şehri gezmeye başladık. Bir süre sonra onca sene önce gördüğüm, çoğunu unuttuğumu sandığım yerler yavaş yavaş hafızamda netlik kazanmaya başladı.

Bu defa araya giren zaman nedeniyle evlat hasreti ağır basınca, bir bilet ayarlayıp yola revan olmak şart oldu. Böylece Haziran'ın son üç gününü oğlum ve gelinciğimle birlikte geçirdik.  



Yolculuğun ilk günü daha bizim buradayken "Avrupa hava sahası üzerindeki ağır trafiğin neden olduğu operasyonel nedenlerle" olduğu söylenen iki saatlik rötarla başladı. İnişe yaklaşmışken kocaman buzdağlarına benzeyen bulutların etrafında tur atmaya başladık ve yarım saat gecikmeyle inince anladık, meğer o sırada Prag'da şiddetli bir fırtına ve yağmur seansı varmış.

Çocuklara kavuşmanın sevinci, havadaki endişeli zamanı çabucak unutturdu neyse ki. Biraz dinlendikten sonra mahalledeki Vietnam lokantasına yemek yemeğe gittik. 
Çek Cumhuriyetinde Avrupa'daki en kalabalık Vietnamlı grup yaşamaktaymış. Bu nüfus, komünist dönemde Kuzey Vietnam'dan Çekoslavakya'ya gelen Vietnamlılar ve sonraki nesillerden oluşuyormuş. Mesela bakkalların ya da mini marketlerin çoğunu onlar işletiyorlarmış.

Yukarıdaki yemek, Uzakdoğu mutfağına aşina olanların bileceği ramen tarzı, sebzeli, etli ve pirinç noodlelı bir tabak.



Yemekten sonra hava henüz aydınlıkken mahallede yürüyüş yapalım dedik. Yakınlarda açılmış yeni köprüden geçtik, biraz nehir manzarası izledik, biraz kocaman bir alandaki tarihi yapıda yer alan kapalı halk pazarının etrafında dolandık. 

Caddelerdeki binalar genellikle, yukarıdaki fotoğrafta görülen art nouveau tarzındalar. Eskiler ve modern görünüşlüler bir arada birbirine ters düşmeden sıralanıyor. Modern Sanat Müzesinin kafesine kadar yürüdük ve soluklanmak amacıyla meyvalı bira içtik, benimki elmalıydı. Adını duyunca, ilk anda tuhaf bir tat mı olur duygusunu verse de yanıldığımı ilk yudumda anladım, içtiklerimiz gayet lezzetliydi.



Yukarıdaki fotoğrafta, aynı zamanda bir kaplıca şehri olan Karlovy Vary'deki tarihi büyük hamamların ana yapısındaki galeriyi görmektesiniz.

Cuma günü için çocuklar  çok seveceğimi tahmin ettikleri bir faaliyet için işlerinden bir günlük  izin almışlar.  Sabah, karga kahvaltısını etmeden kalktık ve çok yakındaki Florenc'te bulunan otogara onbeş dakikada yürüdük. 
Hedefimiz ilk kez Prag'a gittiğimde de günübirlik ziyaret ettiğimiz ve "buradaki film festivaline katılmak, film izlemek ne hoş olur" diye düşündüğüm Karlovy Vary. 

Yolculuğumuz 2 saat 15 dakika sürdü, öyle erkenden şehre ulaştık ki henüz kırmızı halı hazırlıkları tam hızıyla sürüyordu.  Fakat o da ne? Gitmek istediğimiz hedef film Levan Akın'nın son filmi Crossing / Geçiş'e bilet kalmamış! 
Dediler ki, filmden bir saat önce gelin, davetli olup gelmeyenlerin ya da biletini satanların biletleri olur, alırsınız.

Öğleden sonraki filme kadar olan zamanda önce şehirde turladık,  kahve içtik ve festivaldeki bölümlerden birinde olan Senegal filmi Mandabi'yi izledik. 
Mandabi'yi seçmiş olduğumuz için hepimiz çok memnun kaldık. Filmi, 1968 tarihli olmasına rağmen, bir yandan her zaman son derece geçerli bir konuyu anlattığı için diğer yandan da Afrika sinemasının ilk önemli örneklerinden birisi olduğundan ötürü ilgiyle izledik, sonrasında üzerinde bol bol konuştuk. 

Öğleden sonra tam da kırmızı halı geçişleri başlamışken yeniden gittiğimiz gişede Crossing'e bilet bulunca keyfimiz iyice yerine geldi. Geçiş'de anlatılanın çoğunun İstanbul'da geçtiğini ve filmin yeğenini arayan teyze konulu ana temasının yanı sıra,  yabancı ülkede yaşamak, tutunmak bağlamında da etkileyici olduğunu söylemeliyim. 



Festivalin simgesinin festival binası girişindeki heykeli

Biz sinemadan çıktığımızda dışarıda kırmızı halı geçişleri tüm hızıyla sürüyordu. Çek ve dünya sinemasından pek çok ünlü sanatçı sırayla anons ediliyordu. 
Festival merkezini karşıdan ve biraz da yukarıdan -bir çeşit beleştepe!- bir yere konuşlanıp biraz seyrettik, ancak sıcak havada güneş altında daha fazla kalmamak için ağaç altı bir yer bulup birer soğuk dondurma yemeği tercih ettik. 

Dönüş otobüsüne dek vaktimiz var, acaba bir film daha mı izlesek yoksa çocukların daha önce denedikleri Gürcü lokantasına mı gitsek oylaması sonucunda karar oybirliğiyle Gürcü filmi sonrasına Gürcü lokantası yakışır olunca, gidip haçapuri ve hinkal yedik, film seyretmiş gözlerimizin bayramının yanında midemize de bayram ettirdik. 



Karlovy Vary'deki Beş Numaralı Kaplıca / Banyo Binası ve önündeki park

Karlovy Vary'den Prag'a dönüş otobüsünde zaman sabahtan daha çabuk geçti sanki. Hava bize göre çok daha geç karardığı için, otobüs penceresinden bakıp uzun süre akşamüstü güneşindeki kırları, ormanları, köyleri seyrettim. 

Ertesi sabah kahvaltımızı yaptıktan ve yeni gün için enerji topladıktan sonra, tramvaya bindik ve Mala Strana / Küçük Mahalle'ye doğru yola çıktık. 
Hedefimiz, haritaya bakarken gördüğüm "burada gül bahçeleri varmış" diyerek merakımı belirttiğim yere Petrin tepesine ulaşmaktı. 
Meğer, benim nokta koyduğum bölgenin hemen yanında çocukların görmek isteyip henüz fırsat bulamadıkları Strahov Manastırı varmış. Böylece bir taşla çok kuş peşinde düşmüş olduk.




Strahovsky Klaster / Strahov Manastırı'nın geçmişi 1100 yıllarına dayanan ünlü kütüphanesinin tavan işlemelerinin görünüşü,

Pek çok manastırda olduğu gibi, burada da manastıra destek için üretim yapılıyor ve burada üretilen, satılan  biraların içilebildiği, yemek de yenebilen bir bira bahçesi var.
Manastır binası, bahçesi ve kütüphanedeki geziden sonra, Pivovar Strahov'da gölge bir masa bulunca oturup biraları tatmak ve bir şeyler yemek şart oldu.



Gül bahçesinin hemen yanındaki Stefanik Gözlemevi, 

Bira bahçesinden sonra, yüksek duvarlı bahçelerin yanından geçerek, böğürtlenleri ve çeşitli çiçekleri seyrederek Petrin tepesine ulaştık. 
Gül bahçesi -mevsimin kısmen geçmiş olması ve havanın sıcaklığından belki de- gözüme biraz zayıf göründü. 
Petrin tepesinin cazibe alanlarından birisi de Paris'teki Eiffel kulesinin bir çeşit replikası olan Eiffelovka. 63,5 metre yüksekliğindeki kulenin tepesine 299 basamakla çıkılıyor. Hava öyle sıcaktı ki, bizim çıkış parası ödememiz bir yana, her birimize kaç para verseler çıkardık konulu bir eğlenceden sonra, en akla yakın hareketin yakındaki Lanova finikülerine atlayıp aşağıya nehir kıyısına inmek olduğuna karar verdik.



Bizim bildiğimiz adıyla Aslan Asker Şvayk'ın bir duvar resmi,

Çek yazar Jaroslav Hasek'in yergi edebiyatının ünlü karakteri Şvayk'ı çocukluğumda okumuştum. Bundan 19 sene önce Prag'a ve Karlovy Vary'ye ilk gidişlerimde kamusal alanlarda daha çok Şvayk heykeli, hediyelik eşya dükkanlarında oyuncağı vb. gördüğümü hatırlıyorum. Anlaşılan yıllar içinde Çeklerin Şvayk'a olan ilgisi kaybolmuş.
Nehir kenarına inerken önce bol su içtik ve nefis dondurmalar yedik, nefeslendik.



Karlov Most / Karel Köprüsü / Charles Bridge tarihi 1300'lü yıllara dayanan süslü gotik köprüden bir ayrıntı

Prag'a gidenlerin mutlaka gördüğü tarihi yapılardan kale, kule, köprü üçlemesinden kaleyi bu defa uzaktan görmekle yetindim. 
Nehir kıyısındaki Kampa adasının bulunduğu parkta bir süre oturup dinlendikten ve Kampa müzesi bahçesindeki konser provalarına kulak verdikten  sonra, Karel köprüsünden yürüdük ve Stare Mesto / Eski Şehir tarafına geçtik.
Astronomik saat kulesinin ve Aziz Niclaus Kilisesinin de bulunduğu Eski Belediye  Meydanına ulaştık.


Günün dinlenme ve keyif anları, Meksika lokantasında akşam yemeği,

Akşam yemeğini çocukların Temmuz ve Ağustos aylarındaki doğum günlerinin ön kutlaması olarak Eski Şehir'in labirent benzeri sokaklarında döne dolaşa ulaştığımız bir Meksik lokantasında yedik.
Sonrasında artık eve ulaşıp dinlenmek üzere büyük tiyatro binasının yanından geçerek tramvaya bineceğimiz durağa ulaştık.



Mevsimin güzellerinden, Prag hayvanat bahçesi girişindeki ortancalar,

Pazar sabahına mahalledeki organik ürünlerle şık menüler yapan bir kafede kahvaltı yaparak başladık.
Sonra eve döndük, yanımıza sıcağa karşı tedbirlerimizi şapka, su dolu matara vb. alarak tekrar yola çıktık, bu defa hedefimiz Prag Hayvanat Bahçesi.
Tam da gelmeden önce gördüğüm bir haberde, Prag'da bir hayvanat bahçesi olduğunu ve nesli tükenmek tehlikesi olan hayvanları korumak için güzel işler yaptıklarını okumuştum. Meğer, bizimkilerin bu bilgiden haberleri yokmuş. 

Gerçekten gördüğüm hayvanat bahçeleri içinde unutamayacağım bir tanesi oldu, burası. Hayvanlar için en geniş alanları olan ve orada yaşayan hayvanlar için üretilen meyve sebze bahçeleriyle birlikte kocaman bir alana yayılan, düşünülerek  tasarlanmış güzel ve kocaman alanda günün dört saatini hiç durmadan yürüyerek geçirdik.

Akşamüstüne doğru pilimiz bittiğinde ve çok acıkmış olarak gittiğimiz Çek yemekleri yapan Lisku'da karnımızı doyururken, içimden tamam artık bu kadar gezmek dediğimi hatırlıyorum. Dolayısıyla hemen yakındaki Botanik Bahçesi gezmesini de bir sonraki sefere kısmetse diyerek bıraktık. 



Hayvanat bahçesindeki heykellerden birisi, doğa tanrısı Radegest'e aitti, ne kadar sert bakıyor değil mi?


Evet, bir yolculuğun daha sonuna ulaştık ve Prag şehrine, Křižíkova mahallesine veda zamanı geldi.
Dilerim sağlıkla geçen vakitlerde ve güzel günlerde tekrar gitmek, orada yaşayan canlarımla hasret gidermek imkanı yeniden olur.

Not:
Yine biraz uzun oldu bu yazı, sıkılırsanız fotoğraflara bakın geçin en iyisi.

Çarşamba, Haziran 19, 2024

KEDİ TEYZESİNİN NOTLARI

Sabah sekizde sokağa çıktım, yakınımızdaki  taksi durağına yürüdüm. Bir kaç araç ve şoförü durağın önündeydi, sürücüler müşteri yokluğundan oyalanmak için geyik yapmaya başlamışlar; duraktan biraz uzakta bekleyen şoförü arayıp, "sıran geçiyor durağa gel hemen" diyorlarmış, nasıl bir eğlence pek anlayamadım, can sıkıntısı  eğlencesi işte!
Yollar boştu, hayır eksik oldu, bomboştu. Kardeşimin evine fırt demeden vardım.

Evin kedilerinin mamasını, suyunu kontrol etmek yanı sıra  asıl amaç minikleri sevmekti. 
Kedilerin büyüğü salonda yayılmış oturuyordu, bebekliğinden beri tanışırız fakat mesafelidir kendisi. Bu defa okşamama izin verdi, hatta mırladı bile.

Yeni kedi yani küçük olanı başka odadaydı, sesimi duyunca kanepenin arkasına saklandı, yabaniliği sürüyor henüz. Oysa, bayramın ilk günü görüştüğümüzde küçük çocuklar gibi yapmış, kendisine bakıp bakmadığımı kontrol etme oyunu oynamıştı, hani cee-ee yapar ya minikler, öyle.

Küçüğün mama su durumunu kontrol ettikten sonra büyüğün yanına gittiğimde bu defa büyük ortadan toz olmuştu, meğer yatağın altına saklanmış. Seslendim ettim, ıı-ııh, inadı tuttu çıkmadı. Allah bilir, küçüğü sevmeye gittim diye kızmıştır. 




Kedi teyzeliği notlarının sarmaşık gülleriyle bağlantısını kuramadıysanız, haklısınız.
Çok güzel değiller mi ama?

Pazar, Haziran 09, 2024

Eee, daha daha nasılsınız?

Buraları boşlamış oldum bir süredir. 
Öbür blogda her gün  yazınca burası rutinin dışındaki ilginç  konuları, İstanbul gezmelerini, kitapları, filmleri yazdığım bir blog haline gelmişti kendiliğinden.
Son olarak Mayıs'taki Bodrum yolculuğu dışında yeni yazı yazmamış oluşuma bakarak hareketsiz günler mi geçirmişim yoksa düşüncesi akla gelebilir. O da değil, günler zıp zıp  geçmekte, öyle ki yeni ayın geldiğini takvim yaprağını değiştirmemiş olduğumu fark edince hatırlıyorum.

Geçen ay  uzun süredir görmediğim bir kaç arkadaşımla çeşitli vesilelerle buluşma görüşme fırsatım oldu. Kimiyle bir nikah töreninde sohbet ettim, bazen erteleye erteleye sonunda bir ev gezmesinde buluştuk, Bodrumluları da unutmamalı, oraya gidişim arkadaş ziyaretleriyle şenleniyor. 
Son senelerdeki fiziki koşullar nedeniyle  birbirimizden uzun süreler ayrı kaldıktan sonra  çok yaşasın dostlar, dostluk.

Eski yıllarda Haziran ayları -dönem dönem, mesela 2011'de 2016'da- çocukların mezuniyetleri, büyük sınavlarıyla geçmişti. Her gün başka bir telaş ve canlılıkla geçiyordu. Şimdilerde çocuklarım kendi hayatlarını kurmak, günlerini yaşamak telaşı içindeler, bana düşen onları uzaktan gözlemek. Haliyle özlem içinde olmak bu durumun bir parçası haline geldi.

Neyse işte, bugünler de böyle geçiyor, onu demeye niyet etmiştim, olduğu kadarıyla...
Eee, siz daha daha nasılsınız?





2017 Haziran'ın tam bugün oğlumla İstanbul Ankara yolundaydık,
Yol boyu acayip sert bir hava vardı, göz gözü görmüyordu, yağmurun şiddeti nedeniyle zaman zaman kenara çekip durmak zorunda kalmıştık, 
Bu video o molaların birinden.

Çarşamba, Mayıs 08, 2024

Uyku, biraz uyku, bütün isteğim buydu...

Bütün isteğim şarkıdaki gibi uyku değildi, esasen. 
Denize bakmak, yeşilin canlanmasına,  çiçeklerin coşkusuna tanık olmak, bir kaç dost yüzü görmek, sohbet muhabbet etmekti.


Bu akşamüstü mesela, Bodrum kalesini denizin kenarında oturarak izlerken, M.ciğim ve D.ciğimle tatlı tatlı sohbet ettik, tatil planları (yaptik, diyemiyorum) hayal ettik. 



Bu sene jakarandalar öyle bol öyle canlı açmışlar ki  sanki onları bu mevsim ilk kez görüyor gibiyim.


Gelincik göremedim diye üzülüyordum, önüme çıkıverdiler. Hem de kaldırımda bile varlar.

Bodrum'da dağ taş  yine inşaat, bakalım ne zaman tüm topraklar binayla kaplanacak demek istemiyorum.
Keşke bu yarımada bu kadar cazip olmasa ve keşke elbirliğiyle canına okumasak...