Bu şehirde, hiç ama hiç bıkmadan seyrettiğim, her defasında başka bir haline hayran kaldığım ne var bilir misiniz?
Şimdi saymaya kalksam, satırlar arka arkaya dolar ya, galiba en çok vapurları izlemeye bayılıyorum.
İskeleye aborda etmeleri, halat veren alan gemi adamları, kapağın açılması, ilk yolcunun karaya ayak basması -eskiden sürme iskeleler vardı, her defasında iskele verilmeden bile değil henüz gemi yanaşmamışken atlayan cengaverler olurdu- son yolcunun koşarak kapılar kapanmadan vapura yetişmesi, iskeleden ayrılış, tornistan sonrası tam yolla seyirin başlaması...
Her biri ayrı keyif kaynağı.
Laf aramızda, yukarıda yazdıklarımın hepsi, klasik şehir hatları vapurlarıyla anlamlı.
Yoksa, yukarıdaki çaydanlık mı, ütü mü ne olduğu anlaşılamayan "tasarım harikası" (!) yüzen nesnelerle hiç seyir keyfi olamıyor.
Bir kere, içeri tıkılıp kalınıyor, üstteki açık alan az ve sevimsiz, ya güneş çarpıyor, ya rüzgar donduruyor, güverte filan hak getire...
Bugün, Kadıköy'den Beşiktaş'a doğru mendirek içinden seyrederken yanımızdan geçen vapuru çektim.
İstanbul'u özleyenler ve vapurlara her daim aşık olanlar, özellikle sizi seyre davet ediyorum.