Zeldacığım,
Az önce blogundaki son yazıya yorum yazmaya çalıştım, yine Captcha time expired yazdı, başaramadım.
İnan yazmasam içimde kalacaktı, buradan yazıp sana ulaşmasını beklemek en iyisi diye düşündüm.
Senin sabah sürprizi olarak keşfettiğin, karantina günlerinde yapılsa "Before the End" nasıl olurdu denemesini sayende ben de bu sabahın güzel sürprizi olarak gördüm. Yoksa, "ahh işte meteor da düştü, kafamıza taş yağıyor" haberleri arasından çıkamayacaktım.
Before Sunrise, Sunset, Midnight üçlemesi, benim de çok ama çok sevdiğim filmlerdir.
İlk filmi kızımın doğduğu sene yorulduğum bir günün sonunda, tam da uyuklayacakken, tesadüfen CNBC-E'de izlemiş ve o an hayran kalmıştım.
İkinci filmin çekildiğini duyunca çok heyecanlanmıştım, ne oldu sonra, buluştular mı, neler yaşadılar acaba? Bir kaç ay sonra mucize gibi bir şansla bilet bulduğum bir İstanbul Film Festivali gösteriminde izlemiştim.
Sonradan ilk iki filmin DVD'sini alıp, sanırım en çok da kendime umut vermek istediğim zamanlarda bir kaç kez izlemiştim.
Sonuncu filmi yakın zamanda -yakın diyorum ya, 6 sene geçmiş yine de- sinemada vizyona girdiğinde seyretmiştim.
Filmler arasında en sevdiğim hangisi diye düşünüyorum zaman zaman.
İlk gördüğüm ve sevdiğim olduğu ve gençlik saflığı tazeliği taşıdığı için Viyana'yı öne alacak olurum, yıllar sonrasının olgunlaşmış ve ihtimaller taşıyan Paris'inin içi sızlar, tam herşeyin yeniden başlaması o kadar da parlak fikir değil mi derim, Mora yarımadasındaki yaz sıcağı içime huzur verir.
Aslında ne gerek var, neden saymaya?
Sebepli sebepsiz, seviyorum bu filmleri.
onlar bizim arkadaşımız sanki, değil mi? ben de durup durup izlemeyi severim bu üçlemeyi.
YanıtlaSilŞulem,
YanıtlaSilTam da öyle, arkadaşımız onlar; başlarına gelen bizimkilere benzeyen arkadaşlar onlar. :)
Bu arada belirtmeliyim ki, birlikte sinemaya gitmeyi çok özledim. Bitsin şu karantina günleri artık!
Sayenizde, güzel bir film tavsiyesi almış oldum.. fırsat bulunca izleyeceğim...
YanıtlaSilAşk,özlem ve alışkanlık...Üç filmin sırayla bende bıraktığı duygular,bence de birincisi,geçip giden gençlik...
YanıtlaSilSevgili Emine,
YanıtlaSilBloglarınız ne kadar güzel, elişlerinize bayıldım. Diğer yandan okuduğunuz kitapları uzun uzun anlatmanıza imrendim, ben uzun yazamıyorum.
Umarım, filmleri severek izlersiniz. :)
Sevgili Arzu,
YanıtlaSilBefore üçlemesini seven bir kişi daha çıkması ne hoş.:)
Galiba, uzakta kalan anılar hatırlaması en cazip olanlar...
Yorum meselesini bir türlü çözemedim. Bir gün olacak umarım :)
YanıtlaSilÜçüncü film hiç olmasın isterdim. O günlük hayatın bunalımlarından ve rutininden bağımsız bu ikiliyi, onlara dair belirsizliği daha çok seviyordum sanırım ve uzun uzun oradan buradan konuşmalarını... Bu nedenle yıllar sonra böyle online bir görüşmede zamandan tamamen bağımsız ve ikisinin günün farklı saatlerinde olduğu bir yerde uzun uzun konuşmaları fikri bana çok iyi geldi :)
Zeldacığım,
YanıtlaSilAslında online görüşme bir kurgu değil mi?
İkisiyle ayrı ayrı yapılan röportajlardan alınan görüntülerle yapılmış bir kurgu, bu durumda onu 3. film yerine ya da 4. film olarak sayabiliriz. :))
Doğrusu, ilk göz ağrısı diyeceğim belki o nedenle, 1. film her zaman 1. Ruh durumuma göre bazen de 2. atağa kalkıyor. ;)
Bu seriyi ben de pek severdim, ama üçüncüyü seyrettiğimi hatırlamıyorum. Sayenizde haberdar oldum, ilgileneceğim. :) Sevgiler..
YanıtlaSilMindmills,
YanıtlaSilBir bakın bakalım, siz de Zelda gibi olmasa da olur mu diyeceksiniz yoksa hayatın akışı içinde böyle olurdu herhalde mi? :)
aslında blogda bunu anlatmaya çalışmıştım; becerememişim demek ;) evet bu tamamen kurgu. insan bunu bilmeden izlediğinde çok gerçek geliyor. şu sovyet sinemacının kurgu üzerine anlattıklarının ve yaklaşımının bir yeniden gösterimi bu... blog yazımda bunlara hep link vermiştim aslında: bold ve italikler tıklanacaktı... ve ben kesinlikle bunu 4. film olarak hayal ettim... uzun bir ayrılığın sonrasında tamamen zamansız bir buluşma olarak...
YanıtlaSilZeldacığım,
YanıtlaSilSen güzelce anlatmışsın düşündüklerini, emin ol. Okuduğunu iki gün geçince unutan benim, üstelik yazıyı okurken bütün linklere tıklayıp bakmıştım da...
Hayallerine bir miktar gerçekçilik itirazı soslu turp suyu sıkmış oldum, kusura bakma. Bir sefer de burada özetini yazdığın için teşekkür ederim. :)
Dün gece Before Midnight'ı bulup seyrettim. Başlarda acaba biraz düşük tempolu mu kalacak diye düşünürken (ve ne kadar diyalog odaklı bir seri olduğunu tekrar hatırlarken) çok güzel duygularla bitirdim. Üstüne Before Sunset'teki Julie Delpy'nin söylediği Let me sing you a waltz'u dinlendim. Before the end de bu dönem için iyi bir deneme olmuş. Sevdim. Ethan Hawke'u ilk defa yaşının ötesine geçmiş bir halde buldum. Zaman..
YanıtlaSilHepsi için size de Radyo Z'ye de çok teşekkürler. :)
Blog tanışmalarının, arkadaşlıklarının en hoş taraflarından biri bu sanatsal alışverişler, bu yorum da onun tatlı bir örneği oldu.
YanıtlaSilBen de teşekkür ederim. :)
Ethan Hawke yaş aldıkça daha hoş bir adam oldu sanki. ;)