Pazar, Mayıs 31, 2015

noktasız virgülsüz soluksuz durmasız


bu fotoğrafı çok seviyorum neden bilmiyorum hoşap kalesini gezmiş sonra durmuş hoşâbın yanında tahta sandalyelere oturup çay içmiştik çay bir türlü gelmemişti gecikmişti hatta kahveler hiç gelmemişti kahve isteyenler kahve gelmeyince çaya razı olmuştu zaten ne farkederdi öyle de böyle de hoş bi âb vardı işte akıp duran ve bakıp durduğumuz biz bu dünyada yokmuşken de akan biz gidince de akacak o suyun yanından kalkıp otobüse doğru yürürken bu semaveri gördüm aa dedim çayı bu kadar büyük semaverde yapıyorlar madem neden bir türlü getiremediler acaba çaycı tek başınaymış da yetişememiş dediler ben de semaverin fotoğrafını çektim ona dikkat etmeden giden bir iki kişiye de gösterdim ne kadar büyük dediler ne çok çay içiyorlar dediler
üç gün bile olsa o uzak diyarları gördüm ya çok şeyi az da olsa anladım insanlar ne der ne ister kimsenin onları dinlemediğini anladım cılız sesle itiraz edenlere bile kulak asan olmadığını da bir de insanın en büyük belasının korku olduğunu anladım kafasında uydurduğundan korkmasının pek fena olduğunu o insanı kilitlediğini anladım geldim geleli insanları korkutmaya çalışanlara korkudan korkmamayı anlatmaya çalışıyorum dün kitaptaki son masalda okudum bir yerlere saplanıp kalmamızın nedeni bize fırsatlar verilmemiş olması değildir bazen etrafımızdaki fırsatları görme yeteneğimizi yitiririz çünkü hayatımızla ilgili kendimize anlattığımız hikayelerle uyuşmadığını düşünürüz
yıllar önce şiirler yazanın sesindeki öyküyü okudum sonra düşündüm ki inanıyormuş anlattıklarına içtenmiş sonra aradan yıllar geçmiş hiç aklından çıkmayan öyküsünün izinden giderken kendi inandığını unutmuş bir yerlerde işte hepimizin böyle kayıp öyküleri var bir yerlerde
bir arkadaşımın fotoğrafını gördüm yüzkitabında yıllar yazılar yazmış yüzüne dudakları incelmiş sımsıkı kapalı tutmuş onları hiç açmamış sanki insanların yüzüne bakarak geçen yıllarının hikayelerini ne kadar anlayabiliriz ki
ağladım okuduklarıma ağladım düşündüklerime ağladım aklıma gelene başına gelene ne kadar genç dedim bunu düşünmüş müyüm ta o yaşta aferin bana dedim güldüm yazdıklarıma sevdim o genç kızı kucaklayasım geldi sarılıp kızım dedi ki sonra ben bu düşüncelerimi ona anlatınca genç olmak zekasız olmak değil ki aklı olan düşünür elbet kendimden utandım biraz çocuklarıma daha çok güvenmem gerektiğini düşündüm daha çok güven daha çok özgürlük demek hem
konser bileti alır mısın dedi kardeşim şimdi başım kalabalık sonra alayım dedim sonra olana kadar çok saat geçti biletler de bir pahalıymış üff eskiden bu kadar pahalı değildi sanki nedir böyle bir de üstüne hizmet bedeli eklemeler filan falan öbür konserin bileti daha makul bakalım alabilmiş miyim bilet adrese teslim edilebilecek mi meraktayım şimdi 
bir de haftaya bugün seçim sonuçları ne olacak meraktayım hayın merakta zalım merakta of off

Pazartesi, Mayıs 25, 2015

GÖLLER NEHİRLER DİYARI VAN

Gele gele geldik memleketimizin en büyük gölüne...
Gezdiğimiz gördüğümüz şehirlerin en yeşili ve bol ağaçlısı açık ara Van.
Sodalı tuzlu bol planktonlu suları, tek çeşit balığı ve martılarıyla Van gölü bölgenin eko sisteminin belirleyicisi.



Van kalesinin çevresinin uzunluğu 2 km'ye yakın.
Yukarıda, kalenin arka bedenindeki surlar görülüyor. Şimdi yeşillik halinde kalan bölge eskiden Ermeni  mahallesiymiş. Şimdilerde, fotoğrafın sağ tarafındaki Selçuklulardan kalma camiiden sonrasında büyük bir park yer alıyor.



Erciş'teyiz.
Göle dökülen Deliçay'a bakıyoruz.
Fotoğrafın sağ  alt köşesine dikkat ederseniz, gölden nehire doğru sıçrayarak giden cesur ve güzel inci kefallerini görebilirsiniz.
Onların Nisan Mayıs aylarındaki yumurtlama mevsimindeki akıntıya karşı yüzme telaşları görülmeye değer doğrusu.



Şimdi de Muradiye şelalesinden dökülen coşkun  suları seyretmekteyiz. 
Çay deli akıyor, kıyıdaki ağaç sakince onu seyrediyor.




Van gölünde tekne yolculuğu. 
Birden sağ tarafta bir dev daha gözüküyor.
Uzaktan ve biraz puslu. Ancak yine de haşmetli görüntüsü etkileyici.
Tanıştırayım; eski volkanlarımızdan kendisi, Süphan dağı.




Van gölü içindeki 4 adadan birisine, Ahtamar/Akdamar adasına Gevaş'tan yarım saat süren bir tekne yolculuğuyla ulaştık.
Karşımızda yine karlı dağlar sıralı. Bu defa  gözüken Artos.

Adanın efsanesi ayrı ilginç, adadaki kilise ve badem ağaçları ayrı...
Geziyoruz, rehberimizi dinliyoruz ve yine hayran kalıyoruz.




Artık veda zamanı.
Van kalesinden gözüken Van şehri fotoğrafın sağ tarafında, solda uçsuz bucaksız gözüken mavilik Van gölü.

Tekrar gelmeyi, daha çok gezmeyi, çok daha fazlasını bilmeyi, tanımayı arzu ederek ayrılıyoruz.
Gördüklerim gözlediklerim duyduklarım nedeniyle bir yanım mutlu bir yanım hüzünlü.

Bir yandan bu yüksek dağların coşkun suların diyarlarında ruhum kanatlandı.
Diğer yandan Nuri Bilge Ceylan'ın "benim güzel ve yalnız ülkem" derken ne kadar haklı olduğunu düşümdüm ve içim sızladı.


Cumartesi, Mayıs 23, 2015

DAĞLARDAN ANITLARA SINIR KAPILARINA

Sanırım ilk kez bir yolculuktan döndükten sonra, ayrı ayrı pek çok insana gezdiğim yerlerli bu kadar coşkulu ve ayrıntılı anlattım durdum. 
İş buraya yazmaya gelince,  belki de ilk kez bu kadar geciktim ve az anlattım, sanırım.



Seyahatimizin ikinci günü Kars'taki Ani harabelerini ziyaret ederek başladı. 


Yularıdaki fotoğraftaki şehir kapısından girerken şaşkınlığım başladı. Sadece bir kaç kalıntı göreceğimizi sanıyorken, kuruluş tarihi 6. yüzyıla dayanan 15. yüzyıla kadar varlığını sürdürmüş kocaman bir şehirin kalıntılarıyla karşı karşıyaydık.



Ani'de en çok etkilendiğim yerlerden birisi, yukarıda görülen şimdi sadece ayakları duran köprü  oldu.
Köprü, ipekyolu üzerinde bulunuyor ve iki katlı yapılmış. Bir kat hayvan sürülerinin geçişi için, diğeri insanlar için yapılmış.
Köprünün üzerine kurulduğu nehir, Erminastan ile bugünkü sınırımızı da oluşturan Arpaçay. 
Nehrin sol tarafı Türkiye, sağ  tarafı Ermenistan. 
Fotoğrafın çekildiği yer, nehre kuşbakışı hakim bir tepede kurulmuş olan Selçuklu camiinin pencerelerinden birisi. 



Amenaprgiç Kilisesi mi St. Gregorius Kilisesi mi olduğunu şimdi tam hatırlayamadığım yapı.
Duvarların içindeki fresklerin yanısıra dış duvarlardaki taş işçiliği hayranlık verici.

Diğer kalıntıların fotoğrafları ve tarihle ilgili bilgi için şuraya bir tık lütfen! 




Kars'tan sonra yolumuz Doğubayazıt'a döndü. 
İlk hedefimiz İshakpaşa Sarayı. 
İçinin yapısı etkileyici olduğu kadar, dışarıdan görünüşü ve pencerelerinden seyredilen manzara da ayrıca çarpıcı.
Bulunduğu yüksek konum nedeniyle olsa gerek, dışarıdaki buluta, güneşe, kara göre her an değişen bir manzarası var.

Burada, kale/sarayla ilgili başka fotoğraflara bakabilirsiniz. Tık! 



İshakpaşa Sarayı'nı gezip, ona yukarıdan bakan Ehmede Xani türbesinin yanına ulaştığımızda  güneş batmaya başlamıştı. 
Gün ışığı  bulutlarında arasından süzülerek bize  nefis tablolar sundu.




Geceyi Doğubayazıt'ta geçirdik.
Sabah uyandığımızda otelimizin karşısındaki heybetli mi heybetli dağla selamlaştık: Merhaba Ağrı /Eğri/ Ararat !
Yolculuğumun pek çok heyecan verici anısının ilk sıralarında Ağrı dağı.
Yolboyu giderken, görebildiğim sürece, ondan gözlerimi alamadan baktım durdum.
Kocaman ancak korkunç değil.
Hemen yakınındaki Küçük Ağrı dağı ile birlikte ana kız gibi duruyorlar, ya da abi kardeş.




Ağrı dağı, İran sınırına çok yakın.
Ağrı dağı demişken Nuh'un gemisini es geçmek olmaz. Nuh'un gemisinin bulunduğu varsayılan Tendürek dağının bir koluna doğru yol alırken önce Gürbulak sınır kapısını görelim dedik.
İran'la aramızdaki sınırın kapılarından birisi olan Gürbulak bugünlerde pek geçit vermiyor. Sınırda diğer tarafa geçmeyi bekleyen 15 km. uzunluğundaki TIR kuyruğunu görünce şaşkın kaldık. 
İnsan gözleriyle görmese böyle bir şeye inanmaz. Geçiş için bekleyenlere sabırdan fazlası lazım...




Dağlar bitmiyor, tükenmiyor.
Şimdi karşımıza çıkan, Anadolu'nun bacası tüten volkanlarından  Tendürek dağı.
Eteklerindeki püskürmelerin görünüşü etkileyici. Savaş artığı metal parçacıklı bombalar gibi duran kayalarla dolu her yer.


Perşembe, Mayıs 21, 2015

DAĞLAR DAĞLARRR ...

Bir yolculuğa gittim, memleketin en doğusuna, taa sınıra/sınırlara kadar.
Dört gün boyunca gezdim, dolaştım, yürüdüm. Gördüklerime kimi kez  şaştım, kimi kez hayran kaldım.
Her sabah 8:30'da yola koyulup, kâh bozuk yollarda hoplaya zıplaya giden bir otobüs içinde yol aldım,  kâh dağ tepe tırmandım.
Doya doya uzaklara baktım, gözalabildiğine boş alanlarda uzaklara, geniş çayırlara, koca koca dağlara, baktım baktım...
Yolculuk  Erzurum'dan başladı, Kars, Doğubayazıt derken Van'da bitti. Aslında yolculukla ilgili hayranlıklarım İstanbul'dan uçakla Erzurum'a giderken başladı.

Birkaç fotoğrafla anlatmaya başlayayım:



Erzincan Erzurum arasında, havadan (uçuş onbin metredeydi!) gözüken buzul gölü




Erzurum'a yaklaşıyoruz, uzakta Palandöken dağları



Yakutiye mederesesi, cümle kapısının yan tarafında hayat ağacı, kartal ve aslan figürleri




Öğlen yemeğinde Erzurum'un ünlü  cağ kebabı



Erzurum'dan Kars'a giderken Aras nehri üzerindeki Çobandede köprüsü, 1300 yılı civarında yapılmış



Kars kalesi, 12. yüzyılda Selçuklular zamanında yapımına başlanmış, eteklerindeki Kars çayı kenarında eski bir hamam var



Kars gravyeri, 1 metre çapında kocaman tekeriyle tadıma hazır



Aşık atışmalarıyla ünlü şehirde, son aşıklardan Sabri Yokuş'u dinlerken
Ayrıntıya dikkat, sazın sapında aşıka verilen bahşişler, sazın püskülü gibi...


Cuma, Mayıs 15, 2015

İSTANBUL'UN BAHARI YOKTUR !


Hani söylenip duruyoruz ya, son senelerde " eskiden İstanbul'un baharları vardı, artık yok,  ne oldu bu baharlara?"
Meğer, evvel ezel böyleymiş!
İnanmıyorsanız bakın, Orhan Kemal yıllar önce yazmış, hem de.
Ben Resimli Türkçe Edebiyat Takvimi'nin yalancıyım, inanın. 

Salı, Mayıs 12, 2015

SOL ELLE YAZI YAZMAK


Bir süredir Judith Malika Liberman'ın Masal Terapi kitabını okuyorum; önsözde önerildiği gibi, her gün bir masal okuyarak.
Sabah uyandıktan sonra, güne başlama telaşından önce ya da gece geç vakit uyumadan önce.
Başlangıçta amacım, masallarla bağlantılı yazma ve düşünme eylemlerini de tek tek gerçekleştirmekti. 
Bir kaç gün sonra, bu işe ayırmam gereken zaman nedeniyle zorlanınca, alıştırmaları sonra yaparım diyerek okumaları sürdürdüm.
Dün için şansıma düşen masalın alıştırması için bazı cümleleri sol elimle yazmam gerekiyordu. 
O an, "nasıl yani, yazamam ki" düşüncesi aklımdan geçti.
Bugüne dek hiç ama hiç sol elimle yazmadım. 
Alıştırmann tümünü şimdi yazamayacağıma göre, hiç değilse denemek için bir cümle yazayım, dedim.
Ve denedim, oldu!
Şimdi ilk fırsatta önerilen alıştırmayı sol elle yazarak yapacağım.




Sarhoş oldum da
Seni hatırladım yine;
Sol elim,
Acemi elim,
Zavallı elim!

Orhan Veli'nin anısına saygıyla, yazı nedeniyle aklıma düşen "Sol elim" şiiri.

Salı, Mayıs 05, 2015

Bu gece dileklerinizi gül dalına asınız, sabah erkenden suyla buluşturunuz

Evet, bildiniz!
İlk anda hatırlayamayanlara küçük bir sufle cümleciği; Hızır ile İlyas!
Hımm doğru, bahar geldi sonunda ve Hıdırellez de tabii ki...
Az önce eski yazılarımı taradım, sadece iki sene Hıdırellez yazısı yazmamışım. Sanırım yazmasam bile kendi ritüellerimi yerine getirmişimdir.
Geçen ay, henüz havada bahar kokusu olmayan günlerde, balkonum için güzel bir gül almıştım. 
Gül açmaya başladı. 
Gece dileklerimi onun aracılığla sunacağım. 
Sabah sahile doğru yürüyüp denize bakacağım ve dileklerimi doğayla buluşturacağım.
Sonrası Hızır ve İlyas'a kalmış. 


Hepimizin güzel arzularının gerçekleşmesi dileğiyle...

Pazartesi, Mayıs 04, 2015

BAHAR PEMBE BEYAZ OLUR

Cuma günü karşı kıyıya geçmek "bayram" nedeniyle yasaklı olunca, bizim kıyıda "bayram"ın eski adına selam olsun diyerek uzun uzun yürüdüm.
Fenerbahçe Parkı, Kalamış, Dalyan, Moda derken soluğu Kadıköy Çarşısında aldım.
Bedenim bir yanıyla şikayetçi oldu bu yürüyüşten,  dizlerimde derman kalmayınca. Bir yanıyla çok memnundu, gözlerim bayram etti, ruhum bahar renklerine doydu.



Mor salkımlar bu sene erguvanlardan sonra canlandılar. Oysa genellikle önce mor salkımlar çiçeklenirdi. Kışın uzaması onları tedbirli davranmaya itti, anlaşılan.
Geç kaldılar ama, o nasıl coşkulu açılmalar saçılmalar öyle! 
Hepsi ışıl ışıllar ve mis kokularıyla mest ediyorlar.



Fenerbahçe Parkı'nda günün ehl-i keyfi dallarda kendisine bir seyir terası hazırlamış olan bu tekirdi.
Ağacın altında dolandım, defalarca fotoğraf çektim de bana mısın demeden uykusuna devam etti.
Afferin ona!



Sevgili ağacımı uzun uzun seyrettim, etrafında gezindim, gittim, bir daha döndüm.
Yine çok güzeldi, maaşallah.
Eski kışlardan birinde hemen arkasındaki daha genç erguvan kesilmişti, daha sonra kendisinin ana dallarından biri gitti. Bu sene hemen dibinden çıkan gençlerle çocukları çoğalmış bir aile gibi olmuş.
Böylelikle bir kaç sene sonra  haşmetli görünüşüne bakmaya doyamayacağımızı söylüyor, adeta.