Perşembe, Temmuz 20, 2023

HEYKEL

Dün karşıya geçtim, 15 Haziran'dan sonra ilk kez. 
Şimdi bu cümle, sırf onu böyle yazdığım için, gülümsetti beni. Birisi bana sekiz on yıl önce mesela, deseydi "bir zaman gelecek şu hafta sekiz gün dokuz mekik dokuduğun karşı kıyıya ayda yılda bir gideceksin" yüzüne sıkı bir kahkaha atmaktan çekinmezdim, doğrusu. Gel gelelim, o zamanın hayali şimdiki gerçek oluverdi.

Konumuza dönelim. 
Dünkü karşıya geçiş, yine artık nostaljik hale gelen bir eylem içindi, İstanbul Festivali'nde caz konseri dinlemeye gidiyorduk. 
Sevgili arkadaşım P.ciğimle Kadıköy'deki Karaköy vapur iskelesinde buluştuk. Ben metrodan çıkarken P.'den mesaj geldi, iskelenin önünde selfie çekmiş, doğru iskele değil mi, diyor. Güldüm ve "evet, bir dakikaya  kadar yanındayım" dedim. Kızcağız doğrulama istemekte haklı, sabah nasıl gidelimi konuşurken ikilemde kalmıştık; Harbiye'ye Cemal Reşit Rey'e gideceğiz, Taksim'den de gidilir, Beşiktaş'tan da. Sonunda "Beşiktaş'ta o saatte trafik olur, yukarı çıkacak dolmuş bulamazsak tadımız kaçar, Taksim'den en kötü yürürüz" kararına varmıştık. Ek bilgi, buluştuğumuz iskeleden hem Karaköy Eminönü vapurları hem Kabataş motorları kalkıyor, biz Taksim'e Kabataş üzerinden finükülerle çıkmayı düşünüyoruz. 

Motordan indik, aktarma için yürüyoruz, P.ciğim tee kaç sene önce açılan Kabataş - Taksim finükülerine ilk kez  bineceğini söylemez mi?  E, güzel!
Taksim meydanına çıktığımızda şöyle bir durup etrafa bakındık, AKM'nin önüne yürüdük, oradan Gezi parkına girdik ve ağaç altlarından serin serin yürümeye başladık. Konuşuyoruz; en son buraya ne vakit gelmiştik, ooo çok olmuş, ben daha sonra da epey sık geldim, yolumu özellikle düşürdüm, filan falan...
Gezi Parkı'nın Divan Oteli'ne yaklaşılan kısmında bir yaya köprüsü vardır, aşağıdan gelen araç yolunu Elmadağ'a bağlar. Meğer P.ciğim o köprüden karşı tarafa hiç geçmemiş ve devamındaki apartmanların arkasında bir vaha gibi uzanan küçük parkı bilmezmiş. 
Buyurun size bir ilk daha! İstanbul'da kimse "ben şehri adım adım bilirim" diyemez bence. Şehir böyle bin tane sürpriz barındırır.
Böylece, adım adım etrafı seyrederek ve bu parktan yıllar boyunca en az beşyüz kez geçmiş bendenizin anılar denizine dalıp çıkardığı incilerle eğlenerek  yola devam ettik ve Harbiye'de radyo evine gelmeden az önce, ünlü Kervansaray müzikholunun kıyıcığından ana caddeye bağlandık.

Şu sıralar bakım onarım nedeniyle kapalı olan güzelim İstanbul Radyosu  binasını bir lahza izledik ve bir kaç adım sonra Orduevi'nin köşesinden  kongre vadisine döndük. Buraya kongre vadisi adı takılalı çok olmadı. Aç parantez, eskiden Spor Sergi salonuna, Muhsin Ertuğrul tiyatrosuna, Cemal Reşit Rey konser salonuna, aradan yokuş aşağıya patikadan geçerek Açıkhava sahnesine gidilirdi, şimdi bunlara bir kongre merkezi de eklendi, kapa parantez. Haa, bu arada Spor Sergi artık yok, onun yerinde Lütfi Kırdar kongre merkezi var.




Ayy, İstanbul anlatmaya başlayınca  gene lafın ucunu kaçırdım, kusura bakmayın. 
Hemen toparlıyorum, hani Harbiye Orduevinin yanından saptık dedim ya, işte orada radyo evinin arka bahçesi gibi bir noktada, ikimiz birden şu heykeli görüverdik. Hemen ardından birbirimize "bu heykel neden burada, atıvermişler gibi duruyor, neden sanatçının adı yazmıyor, tanıdık geldi, kimin acaba" sorularını sormaya başladık.
Arkadaşıma tanıdık gelmesi gayet doğal, çünkü kendisi akademi mezunu, Mimar Sinan DGSA'den. Fakat, ben de biliyorum sanki, aşina bir hali var.
Bu tanıdık olma halini, bugün kardeşimin google canavarı araştırmacı kişiliği sayesinde, heykelle ilgili bilgiye ulaşınca anladık. Meğer bu heykel TC'nin 50. yılı nedeniyle çeşitli sanatçılara sipariş edilip yaptırılan heykellerden birisiymiş, Zerrin Bölükbaşı'nın eseri.
Ne yazık ki, şimdilerde bu eserlerin  pek çoğu  şehrin çeşitli yerlerinde kaderlerine terk edilmiş durumda imiş. 
Bu kadar sanatsevmez olmak  da, ne bileyim, zor doğrusu...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Hoşgeldiniz!