Salı, Aralık 17, 2024

Akşamdan Geceye Kadıköy'de

Dün akşam 18:10'da Kadıköy'de metrodan yeryüzüne çıktığımızda, deniz üstünde ufuktaki kırmızılık  gözümüzü aldı. Moda yönüne doğru yürürken bir kaç dakika gökyüzünü de seyrettik, kızımla.

Akşama hazırlanan insan kalabalığı, hafta içi olması nedeniyle nispeten daha sakin görünüyordu. Moda'ya doğru yürüdük, iki saat sonra bir oyun seyredeceğimiz Oyun Atölyesi'nin önünden geçtik, karşıdaki sokaklardan birindeki  İtalyan lokantası "Semolina"ya ulaştık.



Tamamen tesadüfen, haritaya bakarak ve tiyatroya yakın burası bir şeyler yeriz düşüncesiyle seçtiğim ve ilk kez gittiğimiz bu lokanta, iki yüz senelik bir şarap mahzeni imiş ve 2011 yılından beri İtalyan yemekleri yapıyorlarmış. 

Kibarca karşılandık, mekanla ilgili açıklamaları dinledik, yemeklerimizi seçtik; bir roka salatası ve paylaşmak için bir pizza, birer kadeh kırmızı şarap.
Bir saat sonra yediklerimizden ve keşfimizden gayet memnun kalmış olarak tiyatroya doğru yola çıktık.



Tiyatroya gittiğimizde  saat sekize geliyordu ve oyunun birazdan başlayacağını düşünüyordum. Oysa yanılıyordum, saati defterime 20:00 olarak kaydetmişim, elektronik bileti açınca 20:30 yazdığını gördüm.
Haydi bakalım! Neyse ki hava serin ama yağışsızdı, güzel bir yemek yemiştik, canımız tatlı, kahve de istemiyordu. Bu durumda  yapacak en iyi hareket Bahariye'ye doğru yürümek ve bir kaç yerde gözümüze çarpan yılbaşı ışıklarını seyretmek olacaktı. Biz de öyle yaptık.

Artık akşam gezmesini abartmayalım, tiyatroya dönsek iyi olur  dediğimiz noktada bir yandan da akşamın serinliği kendini iyice hissettirmeye başlamıştı.



Oyun, "Kel Diva"  klasikleşmiş bir eser ve  biz ilk kez izleyeceğiz. Şansımıza  müthiş bir kadro sahnede olacak. 
Yazar Eugène Ionesco absürt tiyatronun üstadı. Bknz burada, tık. 
Arasız oynanan 80 dakikayı nefesimizi tutarak, bir yandan gülerek, bir yandan düşünerek, en çok sahnedeki oyunculara hayran kalarak geçiriyoruz. 
Uzun zaman sonra Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer'i aynı sahnede görmek  ise paha biçilmez.

Eve dönüş yolunda, soğuk hava adımlarımızı sıklaştırmamıza neden olsa da, bol bol oyundan konuşuyoruz. 
Kadıköy Çarşısına şöyle bir uğrayıp yılbaşı ışıklarını seyrediyoruz. Gökyüzündeki dolunayı bir geçmiş aydedenin ışıltısı yerdeki ışıklara rağmen fark ediliyor.


Fotoğrafların sırası yazıdan farklı oldu:
İlk fotoğraf, gecenin sonundan,
İkincisi gecenin başındaki yemekten,
Sonuncusu oyuncular selam verirken alkışlamaktan tek bir kare bile fotoğraf çekemediğim için, kulisteki afişin fotoğrafı.

Çarşamba, Aralık 04, 2024

Bir de baktım, yüreğimin götürdüğü yere gitmişim...

Öğlenden az sonra eczaneye gidecektim, çıkmışken biraz yürürüm diyordum da nereye gideceğim konusunda karasızdım. 
Kızıma "çıkıyorum" dedim, "nereye" dedi, "yüreğimin götürdüğü yere" dedim. 
İkimiz de güldük. 
Son cümleye ek yaptım "esasen eczaneye gidiyorum".
Kızım "sahile gidip yürü, en iyisi" dedi.
Kızımın sözüne uydum, eczaneden sonra sahile gittim, yürüdüm, ama bizim sahilde değil.
Eczaneye uğradıktan sonra ayaklarım beni metro istasyonuna götürdü, Kadıköy'e indim. 
Önce çarşıda dolaştım, yeni yıl vitrinlerine baktım.



Baylan gayet sade karlı ev temalı bir vitrin yapmış.
Asıl şenlik, Cafer Erol'un (soldaki) ve Beyaz Fırın'ın (sağdaki) yanyana yaptıkları vitrinlerin, daha doğrusu tüm dükkanı kapsayan giydirmelerinin önündeki kalabalıkta.
İnsanlar selfieler, fotoğraflar çekmeden geçmiyor, ben de bu eğlenceye dahil oldum.




Meydancıktaki süslü dükkanlara bakan sadece insanlar değil.
Tam karşı köşedeki Rum Ortodoks Kilisesinin duvarındaki martı da seyir  halinde.

Çarşıda bir süre dolaştıktan ve sokağın olmazsa olmazı balıkçıları, çeşit çeşit ürün sergileyen şarküterileri, manavları, fırınları, kuruyemişçileri seyrettikten sonra  Moda'ya yöneldim.
Niyetim Moda burnundan denize bakmaktı.



Değil mi ki yüreğimin götürdüğü yere gitme günündeyim, öyle düpedüz yürümek olmaz.
Nasıl olduğunu şimdi hatırlamadığım şekilde, kendimi Mühürdar sokaklarında buldum.
Şimdiye dek ilk kez gördüğüm bir sokaktan geçiyordum ve benzerlerine Prag'da Viyana'da rastladığım  bir apartmanla karşılaştım. 
"Enişte" isimli bu aparman meğerse meşhurmuş ve hakkında ekşi sözlükte "kisch" tanımlaması yapılmış, bence haksızlık yapılmış.
Bu tarz binalara Prag'da, Viyana'da sık sık rastlanır, bence hoş bir art nouveau uyarlaması yapılmış.



Sonunda bir şekilde -tam Moda burnuna kadar gitmesem de- Moda'da sahile indim ve Kadıköy'deki Balon Cafe'ye kadar sahilden karşımda uzanan tarihi yarım adayı seyrederek yürüdüm.
Hava gri yoğun bulutlarla kaplı olduğu için fotoğraf biraz silik biraz puslu, olduğu kadar artık.
Yüreğimin götüreceği sahil burasıymış, meğer.
  

Salı, Kasım 26, 2024

Nasıl Unuturum?



Kaçmaktan kovalamaya vakit yok derler ya, bu aralar gerçekten öyle. 
Bakınız mesela sevgili blogum Ekmekcikız'daki ilk yazının yıldönümünü es geçeyazdım. 
Bugün bir anda aklıma geldi, yay burcu zamanı başladığına göre blogumun doğum günü  de gelmiş olmalı. Netekim  evet, gelmiş. Neyse ki Kasım ayı bitmeden ucundan yakaladım.
23 Kasım 2006'da ilk yazıyı yazdığıma göre bu sene 18 olmuş blogum, hem de...
Nice yeni yaşlara sevgili blogum.
Dert ortaklığınla atlattığım zor zamanlardaki hayat desteğine ve sayende tanıdığım tüm dostlara teşekkürlerimle...

Cumartesi, Kasım 23, 2024

Bir Tiyatro Gecesi

Dün sabah erken saatlerde, yaklaşık on gündür dinlediğim Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün sonuna geldim, tam zamanında! 
Akşam, kitabın sağlaması gibi olacak bir tiyatro oyununa gidiyoruz, hazırım. 

Akşamüstü evden çıkıyor ve metro, marmaray, metro derken Rumeli Caddesi çıkışına ulaşıyoruz ve benim tersim döndü; sağa mı gideceğiz sola mı, bu kalabalık ne böyle diye diye sonunda yolumuzu ve yönümüzü bulduk. 
Kızımın yemek için önerdiği yerin adı Mahir Lokantası ve yakın mesafedeki iki dükkanının önünde de bizim kısıtlı süremize göre uzun kuyruklar var. Neyse, gelecek defa diyoruz ve rotamızı  yakınlardaki yüksek not almış bir Uzakdoğu restoranına çeviriyoruz ve sonuçta yemek beklentilerimizi karşılıyor.
 


"Oyunun başlamasına 5 dakika var" anonsu yapılmadı henüz...


Saatleri Ayarlama Enstitüsü, bu gece Lütfi Kırdar Kongre Merkezinde oynanacak ve koca salon tamamen dolu. 
Yerimize yerleşiyoruz, yanımdaki koltuğa oturan delikanlının ilk andan itibaren bacağını dingildetip kendi koltuğuyla birlikte benimkini de sarsmasını saymazsak, oyunu soluksuz izliyoruz.

Serkan Keskin tek başına koca romandaki onlarca ana karakteri canlandırıyor. 
Oyun sadece tiyatro değil, akışta adeta bir sinema filmi de oyunla birlikte akıyor. Film ile oyun ve sahnedeki ile ekrandaki karakterler arasındaki geçişler müthiş.
Kült bir romanın tam da ruhuna uygun şekilde ve günümüze uyarlanması seyir keyfi veriyor ve hak ettiği alkışı alıyor.


Pazartesi, Kasım 18, 2024

Sonbaharın Renkleri

Yıllar yıllar önce, henüz fakültenin 2. sınıfında öğrenciyim.
Soğuk geçmiş bir kış sonrası geç gelmiş bir baharda Bebek sırtlarındaki korularda açan erguvanları görmüş ve şaşakalmıştım.
Şaşkındım, çünkü ilk defa bu kadar güzel renkli çiçek açan bir ağaç görüyordum.
Tüm merak duygularım ayaklanmış olarak aradım taradım ve o ağacın erguvan olduğunu öğrendim.
O günden sonra her bahar başka çiçekler, ağaçlar, renkler ruhumu sarmaya başladılar.



Yaklaşık 45 sene önceki ilk bahara beni alıp götüren renklerin yarattığı duyguların benzerini bu seneki son baharda yaşıyorum.
Sonbaharın renkleri, yapraklardaki renk geçişleri bu kadar mı güzel olurdu, bunca senedir?
Yoksa yaş kemale erdi de güz renkleri o nedenle mi gözüme daha tanıdık gelmeye başladı?

Bir yanda tüm yaprakları sapsarı bir ağaçla karşılaşmanın verdiği gülümseme,
Diğer yanda "sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar" demek doğru mu acaba düşünceleri,
Yoksa aslında dökülmeden önce kızarıp, sonra sararan yapraklar mıdır?
Peki, tüm mevsimleri aynı asil haki rengi yeşille karşılayan ölmez ağaçlarına ne demeli?