Cuma, Ekim 25, 2024

BİR PARÇA SÜKUNET LÜTFEN, BİRAZ DA AKIL FİKİR...

 
Dün gece yine hastane koridorunda bir patırtı koptu. Saate baktım geceyarısını geçmiş 2'ye geliyor. Bu saatte böyle yüksek sesle tartışmayı, hadi diyelim konuşmayı gerektirecek ne olabilir düşüncesiyle bir kaç dakika bekleyip ne olduğunu anlamaya çalıştım, sesler bir türlü azalmadı.
Odanın kapısını açtım, hemen sol tarafta hemşire bankosu var. İki hemşire önlerindeki hasta dosyalarına notlar almakla meşgul. Beni görünce bir tanesi "buyurun ne istediniz" dedi. 
Az önce içeri gelen yüksek seslerle uykudan uyandım, kavga filan mı vardı dedim.
Hemşire "görevli personel tartışıyordu" cevabını verdi. ( Görevli personel sözüyle  temizlik yapan kadınlar kastediliyor.) 
Başka tartışacak yer mi bulamadılar? Gece vakti, hastanede, hastalar uyumaya çalışırken... Dedim ve galiba bir de cık cık cıkk yaptım, odaya girdim.

Çok mu naif düşünüyorum? 
Adı üzerinde "hastahane" olan bir binada, bırakın gündüz vakti yüksek sesle konuşmayı, gecenin kör karanlığında insanlar hastalık veya ameliyat sonrası uyumaya çalışırken bağırışmak nedir yahu?
Çocukluğumdaki tekerlemedeki gibi, "siz ananızdan, siz babanızdan, hiç terbiye görmediniz mi?" diyesim var.  
Topluca çıldırmış olduğumuzdan neredeyse eminim. Gayet kişisel bir değerlendirme yaparak bu sonuca vardım, evet. Ancak sübjektif de olsa göstergeler  önemli bence.



Bir parça sükunet sadece doğada olmamalı,
Çılgın kalabalıklar arasındayken de sakin olunamaz mı?

Perşembe, Ekim 17, 2024

Tophane Meydanında Yaparlar Sergi *

Bir gün öncesinden S.ciğimle mesajlaştık, Tophane'deki müzelerin sergilerine gidelim kararı aldık ve ertesi gün sözleştiğimiz saatte Tophane-i Amire önünde buluştuk.

Kısa bir not: 
Tophane-i Amire binası, 15. yüzyılda Bizans döneminde Ste. Claire ve Aya Photini kiliselerinin yer aldığı Metopon adlı bölgede kurulmuştur. 
Sultan II. Mehmet tarafından fetihten sonra kurulan top döküm merkezi, Osmanlı ordu ve donanmasının kullandığı askeri topların üretildiği yerdir. 
1992 yılına kadar çeşitli düzenlemeler geçiren Tophane-i Amire binası, bu tarihte Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne devredilmiştir ve burada çeşitli güzel sergiler düzenlenmektedir.

Bu defa görmek istediğimiz sergi Kültür Yolu Festivali kapsamında açılan ve çalışmalarını bir süredir merakla izlediğim Brezilyalı fotoğrafçı Sebastião Salgado'nun  Genesis başlıklı sergisiydi. 

Sergi Hakkında Not:
"Salgado, “Genesis” projesini “dünyamıza ithaf ettiği bir aşk mektubu” olarak tanımlıyor. Salgado’nun aktivist tavrıyla 2004-2011 yılları arasında üzerinde çalıştığı dev bir proje olan “Genesis”, 245 siyah-beyaz fotoğraftan oluşuyor. Salgado’nun iklim krizi ile yok olan coğrafyalar ve yok olmaya yüz tutmuş hayvan türlerine odaklandığı proje, Kuzeyde ve Güneyde, Amazonlarda, Galapagos adalarında, modern toplumun yıkıcı etkisine rağmen değişmeyen manzaraları ve insanları belgeliyor. İzleyicisini Galápagos’un hayvan türlerinden, Antartika ve Güney Atlantik'teki penguenlere, Amazonlardaki kabilelere kadar farklı coğrafya ve kültürleri keşfe çıkarıyor."
(Sergi notlarından alıntı, Artful Living web sitesinden)



Serginin ikinci bölümünde Salgado'nu  eşi Lélia ile birlikte, kurdukları Instituto Terra isimli enstitülerinin ve 1990’lardan bu yana ağaçlandırdıkları Brezilya’daki Atlantik Ormanı’nın görüntüleri yer alıyor. 
Karı koca çoraklaşıp ağaçsızlaşmış bir alanda harekete geçerler  ve  1998’den itibaren yaptıkları çalışmalarla 17,000 dönüm araziyi doğa rezervine dönüştürmeyi başarırlar. O tarihten bu yana kendilerini  ağaçlandırma, koruma ve çevre eğitimi misyonuna adamışlar.    

Bu ikincil serginin yer aldığı bölüm, yerdeki cam kaplı alan ve pencereden görülen Tophane meydanı manzarasıyla ayrıca çekiciydi.



Tophane-i Amire'den çıkıp  caddenin karşısına geçince Galataport'a giriyoruz  ve hemen İstanbul Modern'e geçiyoruz.
Burada amacımız  bir başka fotoğraf sergisine gitmek, Ozan Sağdıç'ın eserlerini görmeye gitmek.
Ancak Japon performans ve enstalasyon sanatçısı Chiharu Shiota'nın Between Worlds / Dünyalar Arasında   başlıklı çalışmasının sergilendiğini görünce önceliği ona veriyoruz. 
Ve çok etkileyici, kırmızı ipliklerden oluşan bir labirentte gezintiye çıkıyoruz.

Sanatçının çalışmalarına ve web sayfasında yer alan diğer işlerine bakmak isterseniz buraya tık lütfen. 


Şimdi sıra geldi  90 yaşındaki duayen fotoğraf sanatçımız Ozan Sağdıç'ın eserlerini görmeye.
Sergiye Fotoğrafçının Tanıklığı adının verilmesi boşuna değil. Muhtemelen binlerce çalışma arasından seçilen sergide yer alan fotoğraflar Cumhuriyetimizin güzel yıllarına öyle net bir şekilde tanıklık ediyor ki, fotoğrafın gücü burada işte.

Yukarıdaki fotoğraf'ta Yemiş İskelesi'nden Galata Kulesi görülüyor.



İstanbul Modern koleksiyonundan oluşan sürekli sergiyi daha önce eski yerinde ve yeni yerinde de defalarca gezdiğimiz için pas geçiyoruz.
Son süreli serginin sanatçısı Olafur Eliasson'un sergisinin başlığı, Senin beklenmedik karşılaşman olarak belirlenmiş.
Doğrusu buradaki eserler pek çoğu S.ciğime ve bana fazla bir şey ifade etmedi ya da sanatsal ifadeyle söylersem bizimle pek konuşmadı.   
Yukarıdaki gibi geometrik görselliği olan bir kaç eser hoşumuza gitti yine de. 
 


Ve sergi gezme eyleminin son noktası,
İstanbul Modern'in terasından "al gözüm seyreyle İstanbul'u" anları,
Çepeçevre terası dolaşıp gözün görüp yakalayabileceği her anın tadını çıkarmak,
İçlerinden hangisine daha çok meyledeceğine güç bela karar vermek,
Sergilenen sanat eserlerinin üzerine göz alıcı bir cila çekmek,
Ve güneşli günün sonu...


* Tophane rıhtımından Tophane meydanına.
"Tophane rıhtımında" adıyla bilinen ve yazı başlığına ilham veren şarkının aslı, 1965 tarihli Şaka ile Karışık filminde Ofsayt Osman rolündeki Sadri Alışık tarafından seslendirilmişti.
Yıllar sonra Barabar'ın Her Yer Memleket albümünde şarkının yeni bir yorumu yer aldı. Geçen kış gittiğimiz Barabar konserinin şen şarkılarından birisiydi.

Pazar, Ekim 06, 2024

"PERFECT DAYS" izlerken


Nina Simone - Feeling Good (Official Video)


Dün gece kızımla Perfect Days'i izledik, o ilk kez izliyordu, ben üçüncü kez. 
Çiçeğimin keyfi biraz eksik bugünlerde, iş arama bulma konusunda dertli. Morali düzelsin diye birlikte film seyretmeyi önerdim, Perfect Days deyince kıramadım, "sen burada olmadığın sırada ben o filmi bir kez daha izledim" demedim. 
İyi ki dememişim, filmi tekrar izlerken bir çok yeni ayrıntı yakaladım, yine filmin son sahnesinde kahramanımız Hirayama ile birlikte gülümsedim. 

 Asıl önemlisi jenerik sonunda gördüğüm not oldu: 
"Komorebi, rüzgarda salınan yaprakların yarattığı ışık oyunu anlamına gelen Japonca kelimedir. Sadece o anda bir kereliğine var olur.
İşte bu cümleler filmi sevmemin anahtarını göstermiş oldu bana. 
Tıpkı Hirayama'nın her sabah ağaçları hışırdatan rüzgar  ve kuş sesiyle uyanması, tapınak bahçesinde bulduğu ağaç filizlerini minik evinde saksılarda yetiştirmesi, her öğlen tatilinde yemeğini ağaçların altında yemesi, onların tepelerinde oluşan ışık gölge oyunlarını seyretmesi, fotoğraflarını çekmesi... gibi pek çok ayrıntıyı içselleştirerek izlemiş olmam gibi.

Perfect Days'i ilk seyrettiğimde şunu düşünmüştüm; bu filmi tekrar izlesem yine Hirayama ile birlikte gülümserim. Evet, öyle oldu; yine gülümsedim.

Üstteki şarkı Nina Simon'dan, filmin son sahnesinde çalınmakta.

Salı, Eylül 24, 2024

Gündönümünün ardından

Başlığı attım atmasına da gündönümü üzerinden  iki gün geçti bile.
Bu ay Ekmekcikız'ı fazlasıyla boşlamışım, zevahiri kurtarmak için bile olsa bir post girmeliyim, kendisine ayıp olacak yoksa...

Efendim, Eylül başında tatildir denizdir dedim, hovardalık ettim. 
Sonra İstanbul'a geldim iş güç, meşguliyetler, sarı yazdan sombahara geçiş derken günler akıp gitmekte.
Öyle ki atkestaneleri  erkenden meyve dökmeye başlamış, her sene avuç avuç toplarken bu sene üç tane ancak buldum.

Bu sene de böyleymiş, günlerin akışı izlemek gerekiyormuş, demekten başka çıkar yol göremiyorum.



Bir soru size:
Portatif park sandalyelerinizi nasıl saklarsınız?
Ya da portatif sandalyeler park edilmeli mi?

Not:
Fotoğrafı gündönümü saatlerinde Bostancı'daki sahil parkının otopark girişindeki bisiklet parkında çektim.

Pazar, Ağustos 18, 2024

Bugünkü yürüyüş projemin konusu...

 ... Bostancı meydanını tanıyalım başlıklıydı.

Proje dememin nedeni, son zamanlarda sıcaklara rağmen yürüyebilmek için kendime hedefler belirlemiş olmam. Yeni veya merak ettiğimbir yere git gel yapmak, ya da serin bir AVM'ye kapağı atıp, içeride vitrin bakmak görüntüsü vererek koridorları adımlamak benzeri hedefler işe yarıyor. 
Böylece, ay sıcak şimdi gidilmez, yürünmez bahanesini elemeye çalışıyorum.
Bu yaz küresel ısınmayı iliklerimizde hissettik, hayatı sürdürmek için yollar bulmalı, çareler üretmeli...




Bostancı meydanı, yeni açılan Parseller metrosunun vapur ve motor iskeleleri ile Marmaray bağlantıları  tamamlanamadan açıldığı için oldukça kullanışsız haldeydi.
Kaldı ki, üç dört senedir metro yapımı esnasında meydan diye bir şey kalmamıştı, birbirine giren yollarla ortam tam dandini haldeydi., trafik zor akıyordu, zaman zaman hiç akmıyordu.

Bir süre önce meydanın tamamlandığını duydum, ancak sahil yürüyüşlerimi Bostancı'ya kadar uzatmadığım  ve de adaya son gittiğimde arkadan motor iskelesine inip, geri dönüverdiğim için meydanın tamamlanmış halini görememiştim.
Meydanda Ediz Hun'un yetiştirdiği kaktüslerle bir kaktüs müzesi açıldığını duymak merakımı ayrıca çekmişti. Ediz Hun'un adadaki evinin bahçesinde kaktüs yetiştirdiğini zaman zaman paylaştığı fotoğraf ve videolardan dolayı biliyordum.
Bu yapıya bağışladığı kaktüsler, yeni yapıda biraz seyrek görünse de, eminim zaman içinde serpilip çoğalacaklar, zira yapı camdan ve kaktüslerin sevdiği gibi gayet sıcak.



Kaktüs müzesi, meydanın metro çıkışı ile sahildeki iskeleler arasında düzenlenen geniş ve ağaçlık alanın ortasında bulunuyor.
O geniş alanın altı arabalar için katlı otopark olmuş. Alttaki metro ve otopark yapıları nedeniyle olsa gerek, eskisine göre yol bağlantıları ve alanın tümü biraz daha  yüksek kodda olmuş. 

Bizim eve yakın sayılacak minibüs yolu üzerindeki sondan bir önceki duraktan metroya bindim, Bostancı'da indim, sahile doğru parkın içinden geçtim, kaktüs müzesini gördüm, gezdim.
Marmaraya doğru yürüdüm, çıktığımdan farklı olan Bağdat Caddesi yönündeki kapıdan tekrar metroya indim ve de yine tek durak seyahat edip, mahallemize ulaştım.

Bu arada, metroda Sabiha Gökçen'e gitmek istediğini, doğru metronun bu mu olduğunu soran bir genç kıza nerede nasıl aktarma yapacağını anlatmak fırsatını da kaçırmadım.