İstanbul'daki sergileri, sanat olaylarını izlediğimi sanıyorum ya da zannediyorum.
Oysa, bugün Taksim'e yolumu düşürdüğümde ve çocuklara "İstanbul'u özleyenlere gelsin" etiketiyle bir kaç fotoğraf gönderdiğimde fark ettim, yine aylar geçmiş ve ben İstiklal'e gitmemişim.
İstanbul'un semtine bile uğramadığım diğer semtlerini hesaba katarsak, sanat olaylarını izleme eksikliği daha vahim hale geliyor.
Öyleyse, neresinden başlasam kârdır dedim, bu sabah kendimi yollara attım, İstanbul kazan ben kepçe dolaştım.
Solo Botter ana başlığındaki yer alan sergi, Levent Çalıkoğlu'nun küratörlüğünde düzenlenmiş, Nuri İyem'in sanatını, çalışmalarından örnekleri başlıklar altında derli toplu anlatıyor.
Nuri İyem'in en bilinen ve hayran olunan resimleri, kocaman güzel gözlü kadın yüzleridir.
Sergideki "YÜZLER" başlığında anlatılanı aşağıya aktarıyorum.
" Röportajlarında sıklıkla resimlerindeki "portreler" ile yıllarca tekrar ettiği "yüzler" arasında farklar olduğunu belirtiyor Nuri İyem. Klasik ve batılı anlamda portre resim geleneğindeki yetkinliğine rağmen, Anadolu kadınına ait olduğunu düşündüğü bir arketip yaratmasındaki ihtiyacı özellikle erken yaşta yitirdiği ablasının hayali yüzüne ve sıcaklığına kavuşma arzusu olarak tarif ediyor. Nuri İyem, alamet-i farikası olan kadın yüzlerini ne kadar çoğaltırsa çoğaltsın her seferinde kendine özgü insani bir derinlik de yaratmayı başarıyor. Özellikle gözlere verdiği önem ile kadın yüzünü kimi örnekte bir dramın yansımasına, kimisinde de zorluklar karşısında metin duruş sergileyen kararlı bir karaktere büründürüyor. Tam karşıdan bir duruşla, doğrudan izleyicinin gözünün içine gizemli, mağrur ve metanetle bakan kadın yüzleri, tekil örneklerden ikili ve üçlü kompozisyonlara doğru bir gelişim sergiliyor. Çoğunlukla gizlediği bir peyzajın önünde veyahut bir gecekondunun enteriyöründe yaşadığı, ait olduğu, belki koruduğu belki de dönüştürmeye çabaladığı bir dünyanın işaretleriyle birlikte var oluyor bu yüzler."
Meğer, yüzlerin ve asıl önemlisi o kadın yüzlerindeki derin, anlamlı gözlerin sanatçının en hassas yerinde, özel bir önemi varmış.
Şimdi burada, sözü sanatçının derin acısını nasıl sanat eserine dönüştürdüğünü anlattığı samimi ifadesine bırakmak gerekiyor.
Yukarıdaki yüzler tablolarının üstünde, onların bütününü kapsayan sözleri şöyle:
"Benim hayatımda bir kadının çok büyük rolü var. O kadın annem değil, ablam. Annem yaşlı bir kadındı. Son çocuğuydum ben. Ablam bana baktı. O kadar ki, ben annemi pek sevmezdim açıkçası. Ama ablama bayılırdım. Beni dayaktan, her türlü fırtınadan korurdu. Evde bir şey kırdım diyelim, ablam koşar gelir dayaktan kaçırırdı beni. Korkunç şekilde seviyordum onu, her zaman onun peşindeydim. Örneğin Cizre'de tropikal sıtmaya tutuldum. Gün aşırı gelirdi nöbet. Anne diye bağırmazdım, abla diye bağırırdım.
O nöbet sırasında beni kucağına alırdı. Uyandığım zaman bir bakardım, gözleri üstümde. [...]
On dokuz yaşında evlendi, ilk çocuğunu doğururken de öldü. Ve bir suçluluk duygusu var bende şimdi. Sanki ben ablamı kurtarabilirdim. Buna benzer tuhaf şeyler yaşadım ben. Resimle uğraşmaya başladığım zaman hep bir kadın vardı. İlk zamanlar çok kötü şeyler yapıyordum. Giderek bu kadın portresi gelişti bende. Sonunda, senin üzerinde durduğun "göz" benim tablolarıma giriş için bir anahtar olmaya başladı. Asıl çıkış noktası bu."
Buradaki yüzler, serginin "Sıradan Sevdalar" başlıklı bölümünden.
Köyden kente göçün yoğun olduğu yıllarda, en sert koşullarda ayakta kalma mücadelesi veren sevgililerin birbirlerine duydukları hissi yansıtan bu resimler bir toplumsal dönüşümün de tanığı gibiler.
Sergide sadece yüz resimleri yok haliyle, portreler, doğa resimleri de yer alıyor, bu resimlerin ve dönemlerin de anlatıldığı başlıklar altında.
Yukarıdaki natürmort sevdiklerimden birisi.
Diyeceğim o, İstanbul'da iseniz İstiklal'e çıkmayı, sanat galerilerine uğramayı ihmal etmeyin.