dedi annem, dün hastanede kan alırken ve küçüklüğümüzden bir anıyı anlattı.
Bir iki saat öncesinde damar yolu açmak için iki üç hemşire önce sırayla sonra birlikte çok uğraşmış ve sonunda kanın sorunsuz gidebileceği bir damar yolu bulunmuştu.
Telaşlı ve biraz stresli zamanlar geride kaldıktan sonra kan ünitelerinin sakin sakin gitmesini beklemekten başka yapacak bir iş kalmamıştı.
Odadaki televizyonu açtık, haber kanallarından çok kısa sürede fenalık bastı. Gezinirken TRT 2'de bir konser bulduk, sakin sakin müzik dinlemeye başladık.
Kardeşimle birlikte annemin yatağının yanında, sandalyelerde oturuyorduk, havadan sudan konuşuyorduk.
İşte o sırada üstteki cümleyi kurdu annem ve devamını anlattı.
Babamın işi varmış, Ankara'ya gidecekmiş, kendisi o sırada Yozgat'ın Yerköy ilçesinde görevli. Otobüsle üç saat filan sürüyor Yerköy Ankara arası.
Kardeşimin yeni doğduğu zamanlar, üç dört aylıkmış henüz. Babam anneme "iki -üç gün içinde döneceğim, büyüğü de götüreyim, sen de küçükle daha rahat ilgilenirsin, biraz nefes alırsın demiş.
Annem bir kaç parça eşya hazırlamış, hava soğuk ve yağmurluymuş (kardeşim 3-4 aylık olduğuna göre Nisan gibi herhalde) babam bana yeni bir kışlık bir bot almış ve biz baba kız yola çıkmak üzere evden ayrılmışız.
Biz kapıdan çıkar çıkmaz annem bir fena olmuş, "bana ne oldu anlamadım" diyor, içeri koşup beşiğinde uyuyan kardeşimi kapmış, kucaklamış, sarılmış ve ağlamaya başlamış.
Kardeşimle birbirimize baktık ve "lohusa sayılırsın, sinirin bozuldu herhalde" dedik, annem "o zamana lohusalık mı kalır" cevabını verdi.
Hikayenin devamı şöyle:
Biz Ankara'dayken çok yağmurlu bir hava varmış ve bana alınan bot, o yağmura dayanamamış, tabanı tümüyle üst kısımdan ayrılmış gitmiş.
Sonra eve dönerken giymem için benden altı ay büyük erkek kuzenimin eski bir ayakkabısı bulunmuş da, Ankara'dan eve onunla dönmüşüm.
Kardeşimle Ankara'da anneannemlerin Çıkırıkçılar yokuşundaki evinin balkonundayız,Fotoğrafta kardeşim üç yaş gibi, ben altı olmalıyım,
Muhtemelen, yukarıdaki hikayede ben kardeşim yaşındayım...