Pazartesi, Kasım 18, 2024

Sonbaharın Renkleri

Yıllar yıllar önce, henüz fakültenin 2. sınıfında öğrenciyim.
Soğuk geçmiş bir kış sonrası geç gelmiş bir baharda Bebek sırtlarındaki korularda açan erguvanları görmüş ve şaşakalmıştım.
Şaşkındım, çünkü ilk defa bu kadar güzel renkli çiçek açan bir ağaç görüyordum.
Tüm merak duygularım ayaklanmış olarak aradım taradım ve o ağacın erguvan olduğunu öğrendim.
O günden sonra her bahar başka çiçekler, ağaçlar, renkler ruhumu sarmaya başladılar.



Yaklaşık 45 sene önceki ilk bahara beni alıp götüren renklerin yarattığı duyguların benzerini bu seneki son baharda yaşıyorum.
Sonbaharın renkleri, yapraklardaki renk geçişleri bu kadar mı güzel olurdu, bunca senedir?
Yoksa yaş kemale erdi de güz renkleri o nedenle mi gözüme daha tanıdık gelmeye başladı?

Bir yanda tüm yaprakları sapsarı bir ağaçla karşılaşmanın verdiği gülümseme,
Diğer yanda "sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar" demek doğru mu acaba düşünceleri,
Yoksa aslında dökülmeden önce kızarıp, sonra sararan yapraklar mıdır?
Peki, tüm mevsimleri aynı asil haki rengi yeşille karşılayan ölmez ağaçlarına ne demeli?

Cuma, Kasım 08, 2024

"Nereden geldiyse aklıma..."

 dedi annem, dün hastanede kan alırken  ve küçüklüğümüzden bir anıyı anlattı.

Bir iki saat öncesinde damar yolu açmak için iki üç hemşire önce sırayla sonra birlikte çok uğraşmış ve sonunda kanın sorunsuz gidebileceği bir damar yolu bulunmuştu. 
Telaşlı ve biraz stresli zamanlar geride kaldıktan sonra kan ünitelerinin sakin sakin gitmesini beklemekten başka yapacak bir iş kalmamıştı.
Odadaki televizyonu açtık, haber kanallarından çok kısa sürede fenalık bastı. Gezinirken TRT 2'de bir konser bulduk, sakin sakin müzik dinlemeye başladık. 
Kardeşimle birlikte annemin yatağının yanında, sandalyelerde oturuyorduk, havadan sudan konuşuyorduk. 
İşte o sırada üstteki cümleyi kurdu annem ve devamını anlattı.

Babamın işi varmış, Ankara'ya gidecekmiş, kendisi o sırada Yozgat'ın Yerköy ilçesinde görevli. Otobüsle üç saat filan sürüyor Yerköy Ankara arası. 
Kardeşimin yeni doğduğu zamanlar, üç dört aylıkmış henüz. Babam anneme "iki -üç gün içinde döneceğim, büyüğü de götüreyim, sen de küçükle daha rahat ilgilenirsin, biraz nefes alırsın demiş.
Annem bir kaç parça eşya hazırlamış, hava soğuk ve yağmurluymuş  (kardeşim 3-4 aylık olduğuna göre Nisan gibi herhalde) babam bana yeni bir kışlık bir bot almış ve biz baba kız yola çıkmak üzere  evden ayrılmışız.

Biz kapıdan çıkar çıkmaz annem bir fena olmuş, "bana ne oldu anlamadım" diyor, içeri koşup beşiğinde uyuyan kardeşimi kapmış, kucaklamış, sarılmış ve ağlamaya başlamış. 
Kardeşimle birbirimize baktık ve "lohusa sayılırsın, sinirin bozuldu herhalde" dedik,  annem "o zamana lohusalık mı kalır" cevabını verdi.

Hikayenin devamı şöyle:
Biz Ankara'dayken çok yağmurlu bir hava varmış ve bana alınan bot, o yağmura dayanamamış, tabanı tümüyle üst kısımdan ayrılmış gitmiş. 
Sonra eve dönerken giymem için benden altı ay büyük erkek kuzenimin eski bir ayakkabısı bulunmuş da, Ankara'dan eve onunla dönmüşüm.



Kardeşimle Ankara'da anneannemlerin Çıkırıkçılar yokuşundaki evinin balkonundayız,
Fotoğrafta kardeşim üç yaş gibi, ben altı olmalıyım,
Muhtemelen, yukarıdaki hikayede ben kardeşim yaşındayım...

Cuma, Ekim 25, 2024

BİR PARÇA SÜKUNET LÜTFEN, BİRAZ DA AKIL FİKİR...

 
Dün gece yine hastane koridorunda bir patırtı koptu. Saate baktım geceyarısını geçmiş 2'ye geliyor. Bu saatte böyle yüksek sesle tartışmayı, hadi diyelim konuşmayı gerektirecek ne olabilir düşüncesiyle bir kaç dakika bekleyip ne olduğunu anlamaya çalıştım, sesler bir türlü azalmadı.
Odanın kapısını açtım, hemen sol tarafta hemşire bankosu var. İki hemşire önlerindeki hasta dosyalarına notlar almakla meşgul. Beni görünce bir tanesi "buyurun ne istediniz" dedi. 
Az önce içeri gelen yüksek seslerle uykudan uyandım, kavga filan mı vardı dedim.
Hemşire "görevli personel tartışıyordu" cevabını verdi. ( Görevli personel sözüyle  temizlik yapan kadınlar kastediliyor.) 
Başka tartışacak yer mi bulamadılar? Gece vakti, hastanede, hastalar uyumaya çalışırken... Dedim ve galiba bir de cık cık cıkk yaptım, odaya girdim.

Çok mu naif düşünüyorum? 
Adı üzerinde "hastahane" olan bir binada, bırakın gündüz vakti yüksek sesle konuşmayı, gecenin kör karanlığında insanlar hastalık veya ameliyat sonrası uyumaya çalışırken bağırışmak nedir yahu?
Çocukluğumdaki tekerlemedeki gibi, "siz ananızdan, siz babanızdan, hiç terbiye görmediniz mi?" diyesim var.  
Topluca çıldırmış olduğumuzdan neredeyse eminim. Gayet kişisel bir değerlendirme yaparak bu sonuca vardım, evet. Ancak sübjektif de olsa göstergeler  önemli bence.



Bir parça sükunet sadece doğada olmamalı,
Çılgın kalabalıklar arasındayken de sakin olunamaz mı?

Perşembe, Ekim 17, 2024

Tophane Meydanında Yaparlar Sergi *

Bir gün öncesinden S.ciğimle mesajlaştık, Tophane'deki müzelerin sergilerine gidelim kararı aldık ve ertesi gün sözleştiğimiz saatte Tophane-i Amire önünde buluştuk.

Kısa bir not: 
Tophane-i Amire binası, 15. yüzyılda Bizans döneminde Ste. Claire ve Aya Photini kiliselerinin yer aldığı Metopon adlı bölgede kurulmuştur. 
Sultan II. Mehmet tarafından fetihten sonra kurulan top döküm merkezi, Osmanlı ordu ve donanmasının kullandığı askeri topların üretildiği yerdir. 
1992 yılına kadar çeşitli düzenlemeler geçiren Tophane-i Amire binası, bu tarihte Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’ne devredilmiştir ve burada çeşitli güzel sergiler düzenlenmektedir.

Bu defa görmek istediğimiz sergi Kültür Yolu Festivali kapsamında açılan ve çalışmalarını bir süredir merakla izlediğim Brezilyalı fotoğrafçı Sebastião Salgado'nun  Genesis başlıklı sergisiydi. 

Sergi Hakkında Not:
"Salgado, “Genesis” projesini “dünyamıza ithaf ettiği bir aşk mektubu” olarak tanımlıyor. Salgado’nun aktivist tavrıyla 2004-2011 yılları arasında üzerinde çalıştığı dev bir proje olan “Genesis”, 245 siyah-beyaz fotoğraftan oluşuyor. Salgado’nun iklim krizi ile yok olan coğrafyalar ve yok olmaya yüz tutmuş hayvan türlerine odaklandığı proje, Kuzeyde ve Güneyde, Amazonlarda, Galapagos adalarında, modern toplumun yıkıcı etkisine rağmen değişmeyen manzaraları ve insanları belgeliyor. İzleyicisini Galápagos’un hayvan türlerinden, Antartika ve Güney Atlantik'teki penguenlere, Amazonlardaki kabilelere kadar farklı coğrafya ve kültürleri keşfe çıkarıyor."
(Sergi notlarından alıntı, Artful Living web sitesinden)



Serginin ikinci bölümünde Salgado'nu  eşi Lélia ile birlikte, kurdukları Instituto Terra isimli enstitülerinin ve 1990’lardan bu yana ağaçlandırdıkları Brezilya’daki Atlantik Ormanı’nın görüntüleri yer alıyor. 
Karı koca çoraklaşıp ağaçsızlaşmış bir alanda harekete geçerler  ve  1998’den itibaren yaptıkları çalışmalarla 17,000 dönüm araziyi doğa rezervine dönüştürmeyi başarırlar. O tarihten bu yana kendilerini  ağaçlandırma, koruma ve çevre eğitimi misyonuna adamışlar.    

Bu ikincil serginin yer aldığı bölüm, yerdeki cam kaplı alan ve pencereden görülen Tophane meydanı manzarasıyla ayrıca çekiciydi.



Tophane-i Amire'den çıkıp  caddenin karşısına geçince Galataport'a giriyoruz  ve hemen İstanbul Modern'e geçiyoruz.
Burada amacımız  bir başka fotoğraf sergisine gitmek, Ozan Sağdıç'ın eserlerini görmeye gitmek.
Ancak Japon performans ve enstalasyon sanatçısı Chiharu Shiota'nın Between Worlds / Dünyalar Arasında   başlıklı çalışmasının sergilendiğini görünce önceliği ona veriyoruz. 
Ve çok etkileyici, kırmızı ipliklerden oluşan bir labirentte gezintiye çıkıyoruz.

Sanatçının çalışmalarına ve web sayfasında yer alan diğer işlerine bakmak isterseniz buraya tık lütfen. 


Şimdi sıra geldi  90 yaşındaki duayen fotoğraf sanatçımız Ozan Sağdıç'ın eserlerini görmeye.
Sergiye Fotoğrafçının Tanıklığı adının verilmesi boşuna değil. Muhtemelen binlerce çalışma arasından seçilen sergide yer alan fotoğraflar Cumhuriyetimizin güzel yıllarına öyle net bir şekilde tanıklık ediyor ki, fotoğrafın gücü burada işte.

Yukarıdaki fotoğraf'ta Yemiş İskelesi'nden Galata Kulesi görülüyor.



İstanbul Modern koleksiyonundan oluşan sürekli sergiyi daha önce eski yerinde ve yeni yerinde de defalarca gezdiğimiz için pas geçiyoruz.
Son süreli serginin sanatçısı Olafur Eliasson'un sergisinin başlığı, Senin beklenmedik karşılaşman olarak belirlenmiş.
Doğrusu buradaki eserler pek çoğu S.ciğime ve bana fazla bir şey ifade etmedi ya da sanatsal ifadeyle söylersem bizimle pek konuşmadı.   
Yukarıdaki gibi geometrik görselliği olan bir kaç eser hoşumuza gitti yine de. 
 


Ve sergi gezme eyleminin son noktası,
İstanbul Modern'in terasından "al gözüm seyreyle İstanbul'u" anları,
Çepeçevre terası dolaşıp gözün görüp yakalayabileceği her anın tadını çıkarmak,
İçlerinden hangisine daha çok meyledeceğine güç bela karar vermek,
Sergilenen sanat eserlerinin üzerine göz alıcı bir cila çekmek,
Ve güneşli günün sonu...


* Tophane rıhtımından Tophane meydanına.
"Tophane rıhtımında" adıyla bilinen ve yazı başlığına ilham veren şarkının aslı, 1965 tarihli Şaka ile Karışık filminde Ofsayt Osman rolündeki Sadri Alışık tarafından seslendirilmişti.
Yıllar sonra Barabar'ın Her Yer Memleket albümünde şarkının yeni bir yorumu yer aldı. Geçen kış gittiğimiz Barabar konserinin şen şarkılarından birisiydi.

Pazar, Ekim 06, 2024

"PERFECT DAYS" izlerken


Nina Simone - Feeling Good (Official Video)


Dün gece kızımla Perfect Days'i izledik, o ilk kez izliyordu, ben üçüncü kez. 
Çiçeğimin keyfi biraz eksik bugünlerde, iş arama bulma konusunda dertli. Morali düzelsin diye birlikte film seyretmeyi önerdim, Perfect Days deyince kıramadım, "sen burada olmadığın sırada ben o filmi bir kez daha izledim" demedim. 
İyi ki dememişim, filmi tekrar izlerken bir çok yeni ayrıntı yakaladım, yine filmin son sahnesinde kahramanımız Hirayama ile birlikte gülümsedim. 

 Asıl önemlisi jenerik sonunda gördüğüm not oldu: 
"Komorebi, rüzgarda salınan yaprakların yarattığı ışık oyunu anlamına gelen Japonca kelimedir. Sadece o anda bir kereliğine var olur.
İşte bu cümleler filmi sevmemin anahtarını göstermiş oldu bana. 
Tıpkı Hirayama'nın her sabah ağaçları hışırdatan rüzgar  ve kuş sesiyle uyanması, tapınak bahçesinde bulduğu ağaç filizlerini minik evinde saksılarda yetiştirmesi, her öğlen tatilinde yemeğini ağaçların altında yemesi, onların tepelerinde oluşan ışık gölge oyunlarını seyretmesi, fotoğraflarını çekmesi... gibi pek çok ayrıntıyı içselleştirerek izlemiş olmam gibi.

Perfect Days'i ilk seyrettiğimde şunu düşünmüştüm; bu filmi tekrar izlesem yine Hirayama ile birlikte gülümserim. Evet, öyle oldu; yine gülümsedim.

Üstteki şarkı Nina Simon'dan, filmin son sahnesinde çalınmakta.