Salı, Ocak 14, 2025

Aksaray'dan Mısırçarşısı'na Yürürken

Geçen haftanın sonunda iş güç peşinde karşıya geçmişken, zaman denk düşünce  eskiden sık gittiğim bir güzergahta yürümüştüm.
Dün o yürüyüşte çektiğim fotoğraflara bakarken aklıma geldi, buraya ekleyip zaman içinde tekrar bakmak iyi fikir, dedim. 



Aksaray ile Laleli'nin kesişim noktasındayız, halk arasındaki söylenişiyle Valide Camii, resmi adıyla Pertevniyal Valide Sultan Camii'nin köşesindeyiz. 
Valide Camii'nin önünden, kırk kırkbeş sene önceki zamanda, yıllarca haftada bir kaç gün geçtim. Önce üniversitede iken minibüsten Aksaray'da inmiş Beyazıt'a doğru çıkarken, sonrasında çalışırken Taksim'e büroya doğru giderken. Her seferinde Valide Camiine hayranlıkla bakardım ki o yıllarda bakımsız ve rengi kararmış haldeydi, ona rağmen çok güzeldi.

Soldaki sokaktan Horhor'a doğru gidilir, eskiden orada eskiciler antikacılar vardı.



Burada, camiye biraz daha cepheden bakıyoruz.
Cümle kapısı yıllar içinde yol seviyesinden epey aşağıda kalmış durumda. 
Binayı geçip köşeyi dönünce Pertevniyal Lisesi'nden sonra giderek eğimi artan yol Atatürk Bulvarı adını alır ve Unkapanı'ndan Haliç üzerindeki Atatürk Köprüsü'ne doğru devam eder. 



Yönümüzü Laleli'ye çeviriyoruz. 
Şair Orhon Murat Arıburnu muzip dizelerinde diyor ki:

"LALELİ 
Lalelim 
Lalelide oturur 
Laleli lale olur lalelimden. 
Laleliden geçilir 
Lalelimden geçilmez!"

Bu şiir aklıma hep Laleli'deki bir devrin ünlü yapısı Tayyare Apartmanları'nı getirir. Acaba şairin sevdiceği burada mı oturuyordu?




1922'de yapımı tamamlandığında Harikzedegan Apartmanları (Yangınzede Apartmanları) olarak anılan yapı Türk Hava Kurumu'na devredildikten sonra Tayyare Apartmanları olarak anılmaya başlandı. 
1985'de renove edilerek otel haline getirilen yapıda halen pek çok turistik dükkan ve bir otel yer alıyor.

Biz öğrenciyken binanın pek bakımsız gözüktüğünü, içerisinde yaşanır mı bunun diye düşündüğümüzü hatırlıyorum.
Zaman içinde, bina da çevresindeki yapılar da tamamen değişmiş ve yenilenmiş. Haftada bir dönerli sandviç yemeğe gittiğimiz Pehlivan büfe veya ayda bir lahmacun yemek için gittiğimiz Hacı Bozanoğulları oralarda mıdır, en azından binası kalmış mıdır umuduyla bakındım, ne yazık  hiç birisini göremedim. 

 

Beyazıt Meydanına, İstanbul Üniversitesinin ana kapısına veya merkez binada okuyan İktisat, Hukuk, Siyasal öğrencileri için "okulun kapısına" doğru  yürüyorum.
Sol tarafta meydana gelmeden kütüphaneyi geçtikten hemen sonra Turan Emeksiz anıtıyla selamlaşıyoruz.





Üniversitenin cümle kapısının fotoğrafı yazının başında verdiğim linkte olduğu için tekrar buraya eklemedim.
Üniversitemi, bahçesinde uzaktan gözüken Beyazıt Kulesini selamladıktan sonra Sahaflar Çarşısı'na doğru yürüdüm, Beyazıt Camii'ni selamladım ve Çınaraltı'ndan geçtim.

Ancak Çınaraltı da eskisi gibi değil, burada gözükmeyen sol tarafta kalan bir alana Tarihi Çınaraltı Çay Bahçesi demişler. Oysa çay bahçesi fotoğrafın ortasındaki o koca çınarların altındaydı ve cıvıl cıvıldı. Sınavlardan sonra orada oturup az çay içmemiştik. Şimdi böyle bomboş duruyor ya, içim burkuldu. 



Yanlış hatırlamıyorsam meydandaki en büyük çınarlardan birisi yakın zamanda ya kar yığılmasından ya yıldırım düşmesinden telef oldu. Yine de Beyazıt Camii'ne bakan  meydancıkta onun yaşında olmasa da bir kaç koca çınar halen varlığını sürdürüyor.

Sadece Çınaraltı değil, fakültede ders kitaplarımızı aldığımız, gidip gelip kitap karıştırdığımız Sahaflar Çarşısı da eski canlılığını yitirmiş gibi gözüktü gözüme. Belki de öğrenciler dersteydi, turist azdı vs vs.



Sahaflardan çıktıktan sonra ilk düşüncem Çarşıkapı'ya oradan Sultanahmet'e doğru yönelmekti. Çarşıkapı'ya girdim ancak, Kapılı Çarşı'nın Çarşıkapı kapısına...
Böylece, cıvıl cıvıl Kapalıçarşı'daki kalabalığın arasında bir süre o sokak senin bu arasta benim yürüdüm, Havuzlu Lokanta'ya selam verdim, Çinili Kahve'de yılın en pahalı kahvesini yudumladım ve sonunda Mahmutpaşa kapısına ulaşınca Kapalıçarşı gezmesinin sonuna geldi.
Aklım kaldı o ayrı, yakın zamanda yeniden gidebilsem keşke.



Mahmutpaşa ile Eminönü arasında önce eskiden alıştığım üzere Sirkeci yönüne daha yakın sokaklarda yürüdüm.  Sonra yavaş yavaş sola kaydım ve Mısır Çarşısının arkasındaki sokaklardan kıvrılarak Yeni Camii'nin arkasına ulaştım.
Mısır Çarşı'nın benim bildiğim yer olma özelliği çoktan bitti gitti, şimdiki halde aşırı turistik ve birbirinin benzeri dükkanlarla dolu mekana girmek içimden gelmedi. Şöyle bir yandan selam verdim ve iskeleye doğru yoluma devam ettim. 

Sonsöz:
Biraz inişli yokuşlu bir yürüyüş oldu, umarım okumaktan yorulmadınız ve zevk aldınız.


Çarşamba, Aralık 25, 2024

Kadıköy vapurunda bir anda...

 ... düşündüm, bu yaşadığımı hiç unutmayacağım, unutmamalıyım.
Şehir hatları vapuru Karaköy'den sonra Eminönü iskelesine de uğramış Kadıköy'e doğru rota tutmuştu.
Vapurda genellikle arka üst güvertede oturmayı tercih ederim, bu defa altta pencere kenarında oturdum, denizi göz hizasından seyrediyorum.
İki müzisyen geldi, yerlerini aldı, gitar ve flüt çalıyorlar. 
İlk parçaya fazla dikkat  etmedim, ikinciye başladıklarında Kızkulesi açıklarına ulaşmıştık.
Fikret Kızılok'un unutulmaz parçası Gönül'ü çalıyorlar, nasıl inceden içe işliyor, nasıl güzel çalıyorlar...
Pencerden görüyorum,
Üsküdar'dan kalkan arabalı vapur Sirkeci'ye gidiyor,
Önü sıra Kadıköy Beşiktaş vapuru tam yol ilerliyor,
Kabataş'tan kalkan Üsküdar motoru yanlarından geçiyor,
Havada bir dolu martı dönüp duruyor, 
Denizin üstünde yelkovan kuşları tek sıra uçmakta,
Gökyüzünde hafif tüy gibi bulutlar, deniz sakin,
Ve gözümden süzülen iki damla yaş...



Vapurumuz Eminönü'nden henüz ayrılıyor, yukarıdaki satırlarda anlatmaya çalıştıklarım bu andan sonrasına ait.

Salı, Aralık 17, 2024

Akşamdan Geceye Kadıköy'de

Dün akşam 18:10'da Kadıköy'de metrodan yeryüzüne çıktığımızda, deniz üstünde ufuktaki kırmızılık  gözümüzü aldı. Moda yönüne doğru yürürken bir kaç dakika gökyüzünü de seyrettik, kızımla.

Akşama hazırlanan insan kalabalığı, hafta içi olması nedeniyle nispeten daha sakin görünüyordu. Moda'ya doğru yürüdük, iki saat sonra bir oyun seyredeceğimiz Oyun Atölyesi'nin önünden geçtik, karşıdaki sokaklardan birindeki  İtalyan lokantası "Semolina"ya ulaştık.



Tamamen tesadüfen, haritaya bakarak ve tiyatroya yakın burası bir şeyler yeriz düşüncesiyle seçtiğim ve ilk kez gittiğimiz bu lokanta, iki yüz senelik bir şarap mahzeni imiş ve 2011 yılından beri İtalyan yemekleri yapıyorlarmış. 

Kibarca karşılandık, mekanla ilgili açıklamaları dinledik, yemeklerimizi seçtik; bir roka salatası ve paylaşmak için bir pizza, birer kadeh kırmızı şarap.
Bir saat sonra yediklerimizden ve keşfimizden gayet memnun kalmış olarak tiyatroya doğru yola çıktık.



Tiyatroya gittiğimizde  saat sekize geliyordu ve oyunun birazdan başlayacağını düşünüyordum. Oysa yanılıyordum, saati defterime 20:00 olarak kaydetmişim, elektronik bileti açınca 20:30 yazdığını gördüm.
Haydi bakalım! Neyse ki hava serin ama yağışsızdı, güzel bir yemek yemiştik, canımız tatlı, kahve de istemiyordu. Bu durumda  yapacak en iyi hareket Bahariye'ye doğru yürümek ve bir kaç yerde gözümüze çarpan yılbaşı ışıklarını seyretmek olacaktı. Biz de öyle yaptık.

Artık akşam gezmesini abartmayalım, tiyatroya dönsek iyi olur  dediğimiz noktada bir yandan da akşamın serinliği kendini iyice hissettirmeye başlamıştı.



Oyun, "Kel Diva"  klasikleşmiş bir eser ve  biz ilk kez izleyeceğiz. Şansımıza  müthiş bir kadro sahnede olacak. 
Yazar Eugène Ionesco absürt tiyatronun üstadı. Bknz burada, tık. 
Arasız oynanan 80 dakikayı nefesimizi tutarak, bir yandan gülerek, bir yandan düşünerek, en çok sahnedeki oyunculara hayran kalarak geçiriyoruz. 
Uzun zaman sonra Zuhal Olcay ve Haluk Bilginer'i aynı sahnede görmek  ise paha biçilmez.

Eve dönüş yolunda, soğuk hava adımlarımızı sıklaştırmamıza neden olsa da, bol bol oyundan konuşuyoruz. 
Kadıköy Çarşısına şöyle bir uğrayıp yılbaşı ışıklarını seyrediyoruz. Gökyüzündeki dolunayı bir geçmiş aydedenin ışıltısı yerdeki ışıklara rağmen fark ediliyor.


Fotoğrafların sırası yazıdan farklı oldu:
İlk fotoğraf, gecenin sonundan,
İkincisi gecenin başındaki yemekten,
Sonuncusu oyuncular selam verirken alkışlamaktan tek bir kare bile fotoğraf çekemediğim için, kulisteki afişin fotoğrafı.

Çarşamba, Aralık 04, 2024

Bir de baktım, yüreğimin götürdüğü yere gitmişim...

Öğlenden az sonra eczaneye gidecektim, çıkmışken biraz yürürüm diyordum da nereye gideceğim konusunda karasızdım. 
Kızıma "çıkıyorum" dedim, "nereye" dedi, "yüreğimin götürdüğü yere" dedim. 
İkimiz de güldük. 
Son cümleye ek yaptım "esasen eczaneye gidiyorum".
Kızım "sahile gidip yürü, en iyisi" dedi.
Kızımın sözüne uydum, eczaneden sonra sahile gittim, yürüdüm, ama bizim sahilde değil.
Eczaneye uğradıktan sonra ayaklarım beni metro istasyonuna götürdü, Kadıköy'e indim. 
Önce çarşıda dolaştım, yeni yıl vitrinlerine baktım.



Baylan gayet sade karlı ev temalı bir vitrin yapmış.
Asıl şenlik, Cafer Erol'un (soldaki) ve Beyaz Fırın'ın (sağdaki) yanyana yaptıkları vitrinlerin, daha doğrusu tüm dükkanı kapsayan giydirmelerinin önündeki kalabalıkta.
İnsanlar selfieler, fotoğraflar çekmeden geçmiyor, ben de bu eğlenceye dahil oldum.




Meydancıktaki süslü dükkanlara bakan sadece insanlar değil.
Tam karşı köşedeki Rum Ortodoks Kilisesinin duvarındaki martı da seyir  halinde.

Çarşıda bir süre dolaştıktan ve sokağın olmazsa olmazı balıkçıları, çeşit çeşit ürün sergileyen şarküterileri, manavları, fırınları, kuruyemişçileri seyrettikten sonra  Moda'ya yöneldim.
Niyetim Moda burnundan denize bakmaktı.



Değil mi ki yüreğimin götürdüğü yere gitme günündeyim, öyle düpedüz yürümek olmaz.
Nasıl olduğunu şimdi hatırlamadığım şekilde, kendimi Mühürdar sokaklarında buldum.
Şimdiye dek ilk kez gördüğüm bir sokaktan geçiyordum ve benzerlerine Prag'da Viyana'da rastladığım  bir apartmanla karşılaştım. 
"Enişte" isimli bu aparman meğerse meşhurmuş ve hakkında ekşi sözlükte "kisch" tanımlaması yapılmış, bence haksızlık yapılmış.
Bu tarz binalara Prag'da, Viyana'da sık sık rastlanır, bence hoş bir art nouveau uyarlaması yapılmış.



Sonunda bir şekilde -tam Moda burnuna kadar gitmesem de- Moda'da sahile indim ve Kadıköy'deki Balon Cafe'ye kadar sahilden karşımda uzanan tarihi yarım adayı seyrederek yürüdüm.
Hava gri yoğun bulutlarla kaplı olduğu için fotoğraf biraz silik biraz puslu, olduğu kadar artık.
Yüreğimin götüreceği sahil burasıymış, meğer.
  

Salı, Kasım 26, 2024

Nasıl Unuturum?



Kaçmaktan kovalamaya vakit yok derler ya, bu aralar gerçekten öyle. 
Bakınız mesela sevgili blogum Ekmekcikız'daki ilk yazının yıldönümünü es geçeyazdım. 
Bugün bir anda aklıma geldi, yay burcu zamanı başladığına göre blogumun doğum günü  de gelmiş olmalı. Netekim  evet, gelmiş. Neyse ki Kasım ayı bitmeden ucundan yakaladım.
23 Kasım 2006'da ilk yazıyı yazdığıma göre bu sene 18 olmuş blogum, hem de...
Nice yeni yaşlara sevgili blogum.
Dert ortaklığınla atlattığım zor zamanlardaki hayat desteğine ve sayende tanıdığım tüm dostlara teşekkürlerimle...