Bu defa yolculuk yazısını, genellikle tercih ettiğim şekliyle her günü sırayla anlatmak yerine, bazı konu başlıklarıyla ve tek oturumda yazmayı deneyeceğim.
Eğer yazı çok uzadığı için sıkılırsanız, gelecek defa yine eski usule dönerim.
******
Eski Zamanlarda İskoçya
1987 yılının Ağustos ayının son günlerinde uzatılmış bir hafta sonu tatilinde İskoçya'ya gitmiştim. O yaz, Cambridge'de bir yaz okulunda İngilizce öğrenmeye çalışıyordum. Gezi, okulun öğrenciler için yaptığı etkinliklerinden biriydi.
Bu cümleden sonrasında o zamana ait anılar için söyleyeceğim sözler sislerin arasında kalmış gibi. Üzerinden 32 sene geçmiş, haliyle anılar sisli coğrafyaya uyum sağlamış durumda.
Bir kaç not almışım, böylece üç gece Edinburgh Üniversitesi kampüsünde Pollock Hall'da kaldığımı, askeri bandolar gösterisi Military Tatoo'yu izlediğimi, Edinburgh'da kaleyi ve şehri gezdiğimi ve çevredeki Stirling Şatosu'nu, Callender Town'ı, Lock Trossachs'ı ve Gretna Green'i gezdiğimi söyleyebilirim. Ne var ki hatırladığım daha az; kaledeki gösteriden bir iki sahne dışındakiler, gece kampüsteki odanın ne kadar soğuk olduğu ve kaloriferin üzerine monte edilmiş bir kumbaraya para atınca çalıştığı, yolculuğun keyifli geçtiği, aşağıdaki dümdüz İngiliz çayırlarından sonra İskoçya'da High Land'e yaklaşmış olmanın kendimi memlekette hissettirdiği gibi duygular.
Edinburgh Kalesi, dış avlunun ana girişine doğru uzaktan bakış,
Şimdiki Zamana Geliyoruz
Yıllar sonra, Edinburgh'ta altı ay çalışacağı kesinleşince, "teyze geleceksin yanıma, söz ver bana" diyen yeğenimi kıramadım ve kış ortasında İskoçya'nın yolunu tuttum. Gittiğim gün İngiltere'de genel seçim yapılıyordu, Muhafazakar Partinin yıllar sonra Meclis'te ezici çoğunluğu sağlayacak şekilde oy aldığı gün, adaya ayak bastım. Dolayısıyla orada bulunduğum beş günün ilk üç günü siyasi yorum dinleyerek geçti. Son iki günde ise, Kraliyet Ailesinin gözde üyelerinin yaklaşan Christmas nedeniyle katıldıkları toplantılar ağırlıktaydı.
Kalenin bulunduğu tepeden Edinburgh'a bakış, ufuk çizgisine doğru körfezi, denizi görebilirsiniz
Hava soğuktu, gerçekten soğuktu. O sırada İstanbul'da 14 derece civarı güneşli günler yaşandığı düşünülürse, aniden kış mevsimine ışınlanmış gibi oldum.
Kalenin, Princes Street tarafında boylu boyunca uzanan bahçelerin arkasından görünüşü
Princes Street ve kale arasındaki bahçelerin bir ucundan yürüyünce, Ulusal Müze'nin hemen yakınında Christmas Market'e geldiğinizi burnunuza çarpan yiyecek kokularından, gürültülerden ve hava karardıktan sonraki ışıklardan anlıyorsunuz.
Edinburgh Üniversitesi, New College binası
Kaleye cadde üzerinden dolanarak gitmek isterseniz, New College'in önünden geçerek, Mound'dan yukarı doğru çıkabilirsiniz.
Sonra da şimdi nereyi önce görsem, biraz daha tırmansam mı, yoksa önce şu yokuştan aşağı mı insem diye kararsız kalabilirsiniz, uyarayım şimdiden.
Tolbooth Kirk, yapılışı gotik kilise, şimdiki kullanılışı Edinburgh Festivali Merkezi
Kaleden yokuş aşağı kendinizi bıraktığınızda, Royal Mile üzerinden keyifli bir yürüyüşle, Old Town'a doğru geleceksiniz.
Buradaki yoğun turist nüfusuna hitap etmek üzere, yol boyunca gayda çalan kilt (kareli etek) giymiş erkekler ya da şarkı söyleyen kadınlar görebilirsiniz.
Lawn Market'ten Victoria Street'e doğru hafif tırmanış
Şansıma üç gün hava güneşli oldu. Tabii ki sürekli değil, yine de hiç değilse parçalı bulutlu ve hiç şüphesiz yine buz gibi soğuk havada gezebildim. İki sabah yağmur yağarken, yeğenim işe gitti, ben evde yemek yaptım. Eh tabii, sadece gezmek olmaz, biraz da ev keyfi yapmak gerekir, değil mi?
Greyfriars Bobby'nin yemek yediği taverna
Burası, dokunaklı bir hikayeyi anlatıyor. Resmi büyütürseniz göreceksiniz, bir köpek heykeli var. Bobby, sahibi öldükten sonra kendisi ölene dek 14 sene boyunca, efendisinin mezarının başında durmuş. Oradan sadece yukarıdaki tavernedan kendisine verilen yemeği almak için ayrılırmış. Sonunda öldüğünde, özel izinle sahibinin başucuna gömülmüş.
Atholl Cress, şehirdeki modern yapılara örnek,
Bir dolu gotik yapı, eski bina, şato fotoğrafı gösterdim diye, sanmayın ki bütün şehir eski püskü. Tam aksine pek çok son derece modern yapılar, iş merkezleri var.
Gerçi, ben şehri gezerken hiç binmedim her yere yürüyerek gittim, ancak, tramvay ve otobüs gayet kolay ulaşım sağlıyor.
Tarihi dokunun korunarak onunla içiçe modern bir şehrin nasıl kurulacağının, sanat ve bilim yapılarının nasıl şehrin yaşamının kalbinde olabileceğinin ve yaşanası bir şehrin devasa olmaması gereğinin asıl önemli konu olduğunun canlı bir örneği, bu güzel şehir.
Dean Village, şehir ortasında özenilerek yapılmış, huzurlu küçük bir mahalle
Ünlü İskoç mimar tarafından 1880'lerde tasarlanan mahalle Water of Leith Village olarak da biliniyor. "Leith" Edinburgh'da denize dökülen bir nehir. Mahallenin içinden nehrin bir parçası geçiyor, ağaçlı vadilerin arasında evler sıralanmış. Zamanında yapılırken bir Türk hamamı ve açık kapalı yüzme havuzları ile oldukça havalı bir mahalle imiş. Şimdi halen yaşam sürüyor ve uzaktan bakarken bile insanı imrendiren bir mahalle. Biraz daha ayrıntı görmek isterseniz buraya tık, lütfen.
Kalenin arka tarafından dolanan bir başka tarihi cadde, Grassmarket
Lokantalar, oteller, küçük dükkanlar...
Çoğunlukla soğuk, yazları bile serin havalı şehrin, sıcakkanlı çağrışımlar yapan yapıları.
Victoria Street üzerindeki rengarenk dükkanlardan cicili bicili bir tanesi
Edinburgh'da alışveriş keyifli bir faaliyet.
Hem turist olarak ilginizi çekecek pek çok nesne var, ünlü tartan kumaşlarından etekler, kaşkollar gibi, hem de ufak tefek eski usul dükkanlar, kitapçılar var.
İskoçya denince akla gelen viski benim hiç ilgimi çeken bir içki olmadığından diğer ünlü içkileri Edinburgh cini ile ilgilendim. Bir cin distile mahzenini gördük, ufak tefek hediyelik aldım.
Caddeye kat çıkmışlar! Victory Street'in üst katı
Aslında kat çıkılmamış tabii ki, bizde olsa yaparlardı da, buradaki durum iki cadde arasındaki kod farkı nedeniyle oluşmuş.
Edinburgh Müzeleri
Edinburgh'da pek çok konuda çeşitli müzeler var, özellikle sanat müzeleri zengin kolleksiyonlarıyla göz dolduruyor. Üstelik pek çok Avrupa müzesinin aksine, ücretsiz geziliyorlar.
National Gallery of Scotland, rahat gezilebilir yapısının yanısıra, klasikten itibaren pek çok dönemi az ve öz eserle görmeyi sağlayan düzenlemesiyle çok hoşuma gitti.
İskoç Ulusal Modern Sanat Müzesi, ön cephede sanatçı Martin Creed'in işi neon harflerle parlıyor "Everything is Going to be Allright" *
Diğer binanın bahçesinde yine neon harflarle "There will be no Miracles Here" Nathan Coley'e ait bir iş.
1820'ler yapılmış Neo klasik tarzda eski bir okul binası, bugün müze olarak hizmet veriyor. Kocaman bir parkın iki tarafında yer alan Modern 1 ve Modern 2 binalarında çağdaş sanatın güzel örnekleri ve ilginç süreli sergiler yer alıyor.
Yakın zamanda İstanbul Modern'de gittiğim Modern ve Çağdaş Sanat Tarihi Semineri'nin hemen üstüne bu müzeleri gezmek, bir çeşit pratik çalışma gibi oldu.
*O gün şansa hava oldukça kapalı ve yağmurlu olduğu için binanın alınlığındaki yazıyı, ancak, resmi büyütünce görebilirsiniz belki.
Christmas Zamanı Eğlence ve Işık kaynağı
Edinburgh'da hava saat 15:30 olunca kararıyor. Buna bir de yağmurlu, sisli hava koşulları eklenince, gün ışığı iyiden iyiye sayılı saatte görülüyor. İlk gün çok şaşırdım, sonra bir hesap yapınca ve memlekete göre ne kadar fazla kuzeyde olduğumuzu hatırlayınca, durumu kabul ettim.
İşte bu az ışıklı yıl sonu günlerinde kurulan Christmas marketin rengarenk ışıkları ve caddelerdeki diğer ışıklı süsler insanlara neşe veriyor.
Christmas Market'teki atlı karınca, az sonra müzik eşliğinde dönmeye başlayacak
Christmas Market'in cadde tarafındaki çılgın salıncak, hemen yanında gotik bir başyapıt, Scott Monument
Cennette miyim?
Yine en başta söz ettiğim İngiltere günlerim sırasında Londra'daki Key Garden'ı gezmiş ve hayranlıktan başım dönmüştü. O gün bu gün ne zaman bir botanik bahçesi bulsam, gezerim.
Edinburgh Botanik Bahçesi gezisi, bitki sevgimi bilen yeğenimin bana doğum günü hediyelerinden biriydi. İngilizce'den çevirince "garden" karşılığı "bahçe" diyoruz, ancak bizdeki anlamıyla ve yapısıyla bahçe daha küçük birimi karşılıyor. Buradaki bahçe pekala "park" ölçüsünde, hem de kocaman büyüklükte bir park.
Birlikte bu nefis bahçede uzun saatler geçirdik. Benim mutluluktan sarhoş halim zaman zaman yeğenimi pek bir eğlendirdi, bitkileri inceleyen haldeyken çektiği fotoğraflarımı kuzenleriyle paylaşıp canlı yayın yaptı.
Botanik Bahçesi, binbir tropik bitkiden birkaçı, besinlerini havadan alan köksüz bitkiler "airplant"
Botanik Bahçesi, kaktüs ormanı, Meksika çöllerinin agaveleri mi dersiniz bizde saksılarda satılan minik hallerini bildiğimiz gerçek kaktüsler mi?
Botanik Bahçesi, bir bitki kendisiyle birlikte başka, kaç bitkiye yuva olabilir?
Uzanan dal, üzerindeki yosun benzeri yapılar, sarkan dallar, tepeye doğru giden bir başkası...
Botanik Bahçesi, devetabanı gerçek habitatında -en azından benzerinde- yaşayınca ağaç gibi olmuş.
İtiraf edeyim, Botanik bahçesinde çektiğim fotoğraf sayısı nerdeyse şehirde çektiğim toplam fotoğraftan bile fazla olabilir.
Botanik Bahçesi, gördüğüm en ilginç bitki, o kadar hızlı büyüyor ki, boyunu izlemek için haftalık çizelge yapmışlar.
Günün Sürprizi /Doğum Günü Hediyesi
Uzun bir yürüyüş ve gezi sonrası akşamüstü eve gitmeden önce The Elephant House isimli kafeye giriyoruz.
Burası J. K. Rowling'in ilk Harry Potter romanını yazarken ısınmak için gidip, orada yazılarını yazdığı kafe. Günün her saatinde turistlerin akınına uğruyor. Neyse ki fazla beklemeden güzel bir çorba içecek yer buluyoruz ve dinleniyoruz.
Daha fazla dayanamayan yeğenim, sürprizi açıklıyor. Akşam Usher Hall'da canlı müzik eşliğinde Love Actually / Aşk Heryerde filmini izleyeceğiz. Bu filmi yıllar önce yeğenler, kuzenler hep birlikte izlemiş ve pek eğlenmiştik. Bir kaç senedir İngiltere'de bu filmi özellikle Christmas zamanı, müziklerini o esnada sahnede çalan orkestra eşliğinde izlemek modası gelişmiş. Bu sene Edinburgh'daki performans doğum günüme denk gelince, yeğenim kardeşimle işbirliği yaparak bu fırsatı kaçırmamış.
Filmi yine severek eğlenerek izledik. Bir yandan 2003 yılından beri hayatımızda ne çok değişiklik oldu diye düşündük, bir yandan o zamandan beri yaşlanan oyuncular hakkında dedikodular yaptık.
Royal Mile üzerindeki şehrin önemli kiliselerinden biri St. Giles
Royal Mile, şehrin en önemli caddelerinden, Kale'den şehre doğru iniyor, muhtemelen yıllar öncesinden aklımda kalan cadde burası olacak. Royal Mile ve St. Giles hakkında daha çok ayrıntı için buraya tık, lütfen.
Advocat Close / Avukat Kestirmesi
Arkasında bambaşka bir cadde ve şehir manzarası var.
Edinburgh'da Old Town'ın en eğlenceli taraflarından birisi kocaman yüksek gotik binaların arasındaki dar geçitler. Bunlara "close" diyorlar. Bir close'a girince çevrenizi tanıyorsanız yolu çok kısaltmış olabilirsiniz de, ya da benim ilk gün yaptığım gibi önünüze çıkan yeni caddenin cazibesine kapılıp, azıcık kaybolabilirsiniz de.
Aslında yeni bir şehri tanımanın en güzel yollarından birisi kaybolup aramak ve bulmak. Eskiden cep telefonundaki haritalara değil, elimdeki gerçek haritaya bakarken şehri kafama daha doğru bir oryantasyonla oturturdum. Şimdilerde, sık sık cep telefonundaki haritaya söylenirken buluyorum kendimi.
Işıltılı bir mağaza içi süslemesi,
Yazının sonunu mevsimin özelliğine uygun düzenlenmiş bir mağaza içi görüntüsüyle kapatayım.
İmkanınız olursa, bu güzel şehri görmeyi programınıza alın.
İtiraf edeyim, kalbimin bir parçası orada kaldı.
Hımmmmm!!! Yazı çok uzadı diye sıkılırsak?!! Hımmmm...!
YanıtlaSilOradan başlıyorum ki yorum da uzayabilir, sıkılmanızı göze alıyor, umurum bile etmiyorum! Bilginize:)
Çünkü: Kısa bir süre önce sevgili Klio'nun Şarkısı'nın Sicilya yazısının altına şu cümleri birebir yazmış bir okurum ben; "Blog alimleri derler ya hani; uzun yazılar yazmayın... oysa, bence, uzun yazılar yazılmalı; yazabilenler ve bunu hevesle yapanlar tarafından; çünkü okuyucu buldu mu kaybolur içinde, o hevesteki enerjiyi alır ve tadını çıkarır; bu kaybolmanın kastı kendinden ve anından geçme, ortamından toz olma ve bir andan itibaren kendini yazının içinde bulma halidir ve çok da lezzetlidir."
Şu an günün erken saati, yazıyı okudum, zevkle! Biraz sonra, vakit erken olduğu için içmediğim kahvemi hazırlayıp -ki bu kez özellikle sütlü ve şekerli- bu "uzun" yazıyı, fotoğraflarda uzun süreli kala kala, tadını çıkara çıkara, bir kez daha ya-şa-ya-cağımmmmmmmmm:)
Kusura bakmayın!:)
Çok güzeldi, sefan olsun, darısı bizlere olsun :)))
YanıtlaSilÇok güzel yerler. Hele park harika. Çiçekleri seven ben. Bayıldım. Binalar harika. Ne iyi yapmışsınız. Sevgiler.
YanıtlaSilSevgili Buraneros,
YanıtlaSilUmarım, yazıyı kahve eşliğinde okumanızdan önce yaptığım bir kaç ekleme ve düzeltme bitmiş olur. Dün gece, yazıyı tamamlama çabası sırasında atladığım bazı ayrıntıları şimdi ekledim. Biraz daha açık kalsa sayfa, eminim yeni ekler gelecek.
Kusura bakmayın! :)
Size keyifli okumalar dilerim.
Leylakcığım,
YanıtlaSilDarısı size de olsun ve bu sene için yeni bir dilek dileyelim, darısı birlikte bir geziye olsun. :)
Kucaklıyorum.
Sevgili Paraıldayan Çiçek,
YanıtlaSilBotanik Parkı'nı bahar yaz aylarında geziyor olsaydım, eminim bütün bir günü orada geçirirdim. Mevsim koşulları nedeniyle dış mekanlardaki bitkileri es geçtik, sadece limonlukları, cam seraları gezdik.
Görebilmenizi dilerim.:)
İlk önce hiç sıkılmadığımı belirteyim :)
YanıtlaSilDoğumgünü hediyesine çokça kalp bıraktım. Nasıl şahane bir sürpriz ve detay ♥
Kat çıkmışlar caddeye diyince bir an gerçek sandım ve tam şaşalıyorken kot farkını okudum. İlginç bir durum bence...
İyi ki gitmişsiniz...
Bu senede böyle keyifli anılar biriktirmeniz dileğiyle sevgilerimi gönderiyroum ♥
Şebnemciğim,
YanıtlaSilİyi ki gitmişim gerçekten; yeni bir yer görmenin heyecanı ( aslında yeni sayılmaz ama 32 sene bir çeşit zaman aşımı süresi olmuş! :) ) yanısıra, yeğenimle paylaştığım zamanların keyfi çok değerliydi.
Sevgiler benden de. ♥
aman tanrım, anılarımı canlandırdınız! ne iyi ettiniz çavdar teyzem!
YanıtlaSilHafif Abiciğim,
YanıtlaSilEdinburgh'u görmüş müydünüz? ne güzel şehir değil mi? :)