Perşembe, Mart 31, 2011

..... FISTIĞI

Bilmiyorum işte, ne fıstığı? O nedenle .... fıstığı!


Geçende markette alışveriş ederken antep, siirt, şam önadıyla çeşitli yörelerin sahiplendiği fıstıktan gördüm. Antep fıstığı gibi ufakça, Siirt fıstığı gibi açık renk kabuklu ve içi dolgun. Bir büyük sepete dökmüşler, istediğiniz kadar tartıp alıyorsunuz.
"Kızım sever, alayım biraz."
Tarttım, yarım kilo kadar almışım.


Dün gece uykum kaçtı.
Öğlenki Sultanahmet, Gülhane turlamasında bahar havası mı çarpmış, nedir?
Kalktım boş boş televizyona bakıyorum ki, sıkıcı bir film filan bulayım, bakarken uykum gelsin.
Ne olduysa şeytan dürttü ve mutfakta kavanozda duran fıstıklar aklıma geldi.
"Bir kaç tane yiyeyim bari."


Veee, olan oldu!
Bir, üç, beş, on derken, bir kase fıstığın hakkından gelmişim!
Şimdi kendime sorular sormaktayım, "gece gece kaç fazla kalori almış oldum, acaba?"



Son anda şurada gördüğüm, "öksürüğe iyi geldiği" bilgisiyle teselli bulayım, bari.
İlaç o ilaç!
Keçi gribimden kalma öksürüğümü o geçirmiştir!

.

Çarşamba, Mart 30, 2011

SOKAK YA DA KALDIRIM SANATI MI, YOKSA SERBEST KÜRSÜ MÜ?



Yer     : Gülhane
Tanım : Park kapısının önündeki kaldırım
Mesaj : Koşmayı öğrettiklerimiz
              Geride kaldığımızı sanmasınlar
              Biz her zaman onların
              Ulaşacağı noktadayız!
İmzalar: Fındıkzadeli Emrecan
               Sansar
               8İt!

.

Rüzgâr uyumuş ay dalıyor...

Muhtemelen çocukluğumda radyodan defalarca dinlemişimdir.
Nazım Kumpanya'nın konserinde dinlediğimden beri aklımdan çıkmadı bu şarkı.
Dilimden düşmedi diyecektim, farkettim ki, mümkün değil. Detone olmadan söylemesi zor bir şarkı
Oysa, isterdim söylemeyi...



.

Salı, Mart 29, 2011

SON GÜNLERDE...

Sansürdür, sınav telaşıdır derken yazmayı aksatır oldum.
Oysa arada tiyatroya gittim, konsere gittim, sinemaya gittim.
Şimdi bunları yazmasam, blog tutmanın ne anlamı kalacak, öyle di mi?


Filmle başlayayım; "Kaybedenler Kulübü"nü gördüm, size de öneririm görün.
Filme konu radyo programını bilmiyordum. Zamanında Kent FM'i dinledim mi, onu da bilmiyorum.
Filmdeki Kaan ve Mete gerçek birer kaybeden midir, yoksa kendi iradeleriyle kaybetmiş gibi mi yapmaktadırlar, hayatta aşkı bulursan kaybetme lüksüne sahip olmalı mısın?... Bir dolu soru işte!
Sadece bu soruları sormak ve tartışmak için bile filmi seyretmeye değer.
Şuradaki linkte filmin fragmanını ve başka bilgileri bulabilirsiniz.

Tiyatro oyununa geçelim.
İstanbul Devlet Tiyatrosu Üsküdar Tekel Sahnesinde, dışarda çok güzel bir bahar insanı kanatlandırırken, acı mı acı gerçeklerin insanı tokatladığı bir oyun gördüm: Bedensiz Kadın.
Hırvat yazar Mate Matisic yazmış oyunu. Yugoslavya'nın parçalanması sırasında yaşananların günümüze dek uzayan etkilerini anlatıyor. İç hesaplaşmalar, vicdan yaraları, unutmaya çalışanlar, iyi insanlar, kötü insanlar ve...
Görmek isterseniz, İstanbul Devlet Tiyatrosu'nun linki burada.

Son olarak konseri anlatayım.
Kendilerini "eşliksiz koro,  eşlikli solistler topluluğu" olarak tanımlayan Nazım Kumpanya'nın konserine gittik, Şule'nin önayak olmasıyla.
Tamamen amatör ruhla, profesyonelce söyleyen bu koronun konserinin tadı damağımda kaldı.
Emin İgüs, Ufuk Karakoç, Burhan Şeşen, Gökhan Şeşen de konserin amatör olmayan korist ve solistleri olarak sahnedeydi.
Daha ne istenir ki?

Koroyla ilgili haberler ve bundan sonraki konserler için, tık tık.

.

Pazartesi, Mart 28, 2011

TEBLİGAT YAPILAMAMIŞMIŞ!...

Güya, on gün öncesinden aldık müjdeli(!) haberi: Bloglar Açılıyor!
Hani, nerede?
Sordum, öğrendim ve tekrar sinir oldum; kapatma kararının kaldırılmasına ilişkin tebligat henüz yapılamamışmış da o nedenle henüz kalmamışmış sansür!
Hadi buyrun bakalım, ben mesleğin içindeyken adli aksaklıklar nedeniyle saç baş yolacak hale geliyorsam, kime nasıl dert anlatacaksın?

 

Şimdi buraya bakıp içim açılsın, o tepelerde gezsem nasıl olurdu hayallerine dalmak için fotoğraf ekledim.

Ekledim mi ne yaptım, onu bile göremiyorum. Herşey el yordamıyla...

Hayatımızı el yordamıyla yaşıyoruz!
.

Cumartesi, Mart 26, 2011

BİR PİRİNÇ TANESİ

Bir kaşık pilavda kaç pirinç tanesi vardır?
Ben diyeyim on, siz deyin ondört.
Kaşığına göre değişir dersiniz, belki de.
Şu aşağıdaki kadar pirinçte üç dört kaşık pilav var demektir.


Peki, bir pirinç tanesi deyip geçmeli mi?
Bir sanatçı, onu mücevher saymış; bir pirinç tanesine kendi adını, diğerine sevdiğinin adını yazıp, bir minik cam muhafazaya saklamış ikisini birden.


Mutfağımızda küçücük cam kavanozda bir kaç pirinç tanesi duruyor.
Bayan D. okudu onları oğlum için. Yarın sabah sınava giderken zihni açık, ruhu ferah olsun dileğiyle vereceğim.

Ne yapayım, oğlum isterse "anam nelere inanıyor" diye hayıflanıp, cık cıklasın!
Değil mi ki insanlar bir pirinç tanesine bunca sevgiyi sığdırabiliyorlar...


.

Cuma, Mart 25, 2011

BİR TRENE BİNSEM...

Tren dağlar arasından kıvrıla kıvrıla yol alsa,
Uzun uzun gitse raylar üstünde,
Bir gün değil, iki gün, belki üç...


Derin vadilerden,
Çağlayan kar sularının köpük köpük aktığı nehir yataklarından,
Onların üstündeki köprülerden geçse,



Dağ sıralarını aşarken derin, karanlık, uzun tünellerden geçse,
Öyle ki,
Gün ışığına çıkınca gözlerimiz kamaşsa,



Göl kıyısında mı üzerinde mi,
Yolu nerede biterse,
Dursa...



.

Perşembe, Mart 24, 2011

Diyorum ki, böyle bahar gelmiş dağlar kırlar fotoğraflarıyla filan kandırıp getirebilir miyiz aceba kendilerini?

DURMAYALIM DÜŞERİZ!

Yazı yazmak için bloga girmek nyud aracılığıyla olunca, yer değiştirip başka bloglara ulaşmak için her seferinde adresin sonuna nyud eklemek gerekiyor. Bütün bu hareketlere üşendiğim için, yazmaz okumaz oldum.
Diğer yandan ne yazı ki bu hareketsizlik bereketsizliği getiriyor, atasözüne uygun olarak.

Geçen hafta "keçi" nedeniyle işe gitmeyince, bu hafta işe gitme masayı toplama, işleri yetiştirme yarışına dönüştü.
Henüz egzersiz yapmaya başlayamadım, gücümü toplamış hissetmiyorum kendimi, merdiven çıkarken halsiz düşüyorum. Ne var ki, ben az hareket ettikçe, hareket edebilme kapasitem daraldı, eski enerji topu halim mazide kaldı nerdeyse.
Sıkıldım bu durumdan. Eski kendimi istiyorum!

Yarından sonra hava ısınıyormuş. 21 Mart'ı da geçtik, ısınsın lütfen.
Isınsın ki, erguvanlarım açsın artık!
Sonra deniz mevsimi gelecek, şöyle batan güne karşı denize gireceğiz...
Hadi!


.

Cumartesi, Mart 19, 2011

BALKABAKLI KEK

Dün gece, annemin salonundaki kanepeye uzanmış, "Hanım'ın Çiftliği"ne bakıyordum, tembel tembel. Annem, "çocukluğundaki gibi kurtlandın yine" dedi. O zaman anladım ki, tembel tembel TV'ye bakmıyormuşum; kalkıp oturarak TV seyreder gibi yapıyormuşum.
"Kurtlu" da "Andırın keçisi" gibi çocukluk ismimdi; pek yerinde durmaz, dikkatimi çeken her yeni halde yer değiştirir, kıpırdar dururmuşum. Ne biliim?! Öyledir zaar!
Dün akşamki kalkıp oturmalar da, tırnak kes, oje sür, telefonla konuş gibi sıradan faaliyetlerdi oysa, demek anneme fazla geldi.


Bir haftadır, grip nedeniyle kıpırtısız kalınca, bugünkü çorba ve kek yapma faaliyeti sonunda, kendim bile kendimi kurtlu hissettim.


Aslında ben bir çorba yapıp, sonra oturacak efendice film seyredecektim. Buzdolabından çorba için malzeme alırken, dün kardeşimin, "komşum verdi, sen ne yapacağını daha iyi bilirsin" diyerek getirdiği dörtte bir kesilmiş balkabağını gördüm.


Hediye balkabağımız, Cadılar Bayramı'nın simgesi olarak bildiğimiz ağız, göz oyulmuş kabaklar gibi turuncu renkli. Hep bildiğimiz kabak tatlısı yapılan kabak, helvacı kabağı olarak adlandırılıyor.


Ne yapsam, çorba mı, başka ne olabilir, başka başka?...
Bir sörf yapıp bakınırken, Aydın civarında küp küp doğranıp, kuru soğan ve kuru biberle fırında pişirip, sarmısaklı yoğurtla yenen bir balkabağı yemeği buldum, ama cesaret edemedim.
Çorba için muskat olmazsa olmaz, tüm tariflerde var, ne var ki evde yok.
Kabak tatlısı canım çekmedi.
Balkabalı pay mı yapsam, derken ilginç bir tarif buldum, şurada, mürver çiçeği kremalı balkabaklı whoopi pay.
Mürver çiçeğine bayılırım da, henüz açmadılar. Kremasını geçelim o vakit, kek gibi yapalım, neden olmasın?




Önce, balkabağını dilimleyip, 200 derece ısıtılmış fırında 40-50 dakika pişirdim.
Sonra, kabuklarını sıyırıp, içlerini blenderda püre yaptım.


Kekin malzelerini toparlarken, tarifte olmayan cevizi ekledim ve şöyle oldu:
3 su bardağı un, 2 su bardağı toz şeker, 1 su bardağı fındık yağı, 3 su bardağı balkabağı püresi, 3 yumurta, 1 su bardağı çekilmiş ceviz, 1 çay kaşığı tuz, 1 çay kaşığı karbonat, 1 çay kaşığı vanilya, 2 çorba kaşığı tarçın, 1 çorba kaşığı toz zencefil.


Yaparken, önce un ve diğer kuru malzemeleri ayrı bir kapta karıştırın.


Şeker ve yumurtaları çırpıp, önce yağı, sonra püre balkabağını, ardından cevizi ekleyin.


Kuru malzemeyi ekleyip karıştırın, ve yağlanmış kek kalıbına döküp, önceden 180 derecede ısıtılmış fırında 40 dakika kadar pişirin.



Kesinlikle dinlenmeyi es geçip, kendime iş çıkardığıma değdi.
Kardeşim bilmiş beni, "sen birşeyler yaparsın işte, abla" derken.

Afiyet olsun!


.

MERAKLA BEKLİYORUM




Kaybedenler Kulübü filmi başlasın artık!
Nasıl anlatacak, neyi anlatacak?
Merakla bekliyorum.


.

Cuma, Mart 18, 2011

DURDURUN!



NEDEN DİYE SORUYORSANIZ, BURADA CEVAPLAR VAR.


ÇOK GEÇ OLMADAN DURDURUN!

.

ZENCEFİLLİ ÇAY, KARANFİL ve LİMON KABUĞUYLA

Ağzımın tadı henüz yerine gelmemiş.
Olsun.
Biraz evvel yarım dilim kızarmış ev ekmeğinin üzerine bir lokma taze kaymak sürerek yeme arzusu duydum ya, minnetim sonsuz.

Henüz rahat nefes alamıyorum.
Olsun.
Hiç değilse ardarda on defa hapşırmak ve burnumun su sızdıran musluk gibi oluşu bitti ya, ohhh.

Gözlerim hafiften acımaya başladı.
Olsun.
Dört gündür ilk kez yarım saatten fazla oldu, bilgisayara bakabiliyorum ya, şükürler olsun.

Ocakta zencefil kaynatıyorum, limon kabuğu ve karanfil attım içine -çünkü tarçın kabuğu bitmiş- birazdan içeceğim ve hastalara şifa dileyeceğim.



Bu tablo ipek üzerine boyama, işleme el işi, Çin işi. Adı "Happy Love"
Günümüzde mutlu aşk sadece tablolarda mı olabiliyor nedir?

Bu arada sansürlü hayatımız bitti mi, arkadaşlar? Açıldı mı blogspot?
.

Çarşamba, Mart 16, 2011

TÜÜ TÜ TÜÜ!...


Babaannem, başımıza ters bir iş gelir -oynarken ayağımız taşa takılırsa mesela- ya da canımız sıkılırsa -başımız ağrırsa, karnımız ağrırsa- "nazar değmiş çağam, tuz çevireyim" derdi.
Sonra bizi önüne oturtur, gözünü kapatıp dua okur, tüh tü tüh derdi. Sanırım bazen tavada tütsü ya da tuz ısıttığı da olurdu.
Bu faaliyetlerinin sonunda bir de uzun uzun esnerse, üstümüzdeki nazar çıkmış sayar, esenliğe kavuşmuş olurduk.


Bir haftadır beni smack down oyuncuları gibi yerden yere çakan grip hazretleri bugün zaferinin zirvesine ulaştı!
Sabah altıda titreyerek uyandım, ateş düşürücü alıp yattım, yine de ateşim 38.3'e çıktı. Ardından bir nezle başladı ki, tuvalet kağıdı, mutfak kağıdı, peçete kâr etmiyor. Üstelik bütün bunların yanında boğaz ağrısı, öksürük, eklem ağrısı da bonus...


Kardeşim imdadıma yetişti, geldi, beni yakındaki hastaneye götürdü, KBB uzmanına göründüm. "Son günlerde gelen hastaların %70'i sizin durumunuzda ve benzer yakınmalarla geliyor" dedi doktor. O kameralı aletle bakarken ben de gördüm, boğazım kıpkırmızıydı, faranjit olmuşum.


Yapacak şey malum; yatılacak, dinlenilecek, bol sıvı, ıhlamur içilecek, semptom giderici ilaçlar alınacak, iki güne dek düzelme olmazsa, antibiyotik şeydilecek.
Bu şeydilecek kısmında bir itirafım var, üç gün önce durum bu kadar vahim değilken, kendi kendime doktorluk edip, antibiyotik almıştım, düzelme olmazsa bu defaki antibiyotik iğne olacakmış. Iyyy!


Neyse, şimdi konumuz iğne olmak değil daha.
Bu gribi her türlü önlemi almama rağmen başımdan hiç bir şekilde savamadıysam, besbelli bana nazar değdi.
Şu nazar boncuğunu asayım da, hiç değilse bundan sonra şansım yaver gitsin, Allahaşkına!


Nazar boncuğu şuradan..

Pazartesi, Mart 14, 2011

"KEÇİ" Mİ DEMİŞTİNİZ?


Çocukluğumda ailedeki adım "Andırın keçisi" idi. Andırın'da doğmuşum ve Toroslardaki bu yayla kasabasının keçisi meşhurmuş. Benim de keçi inadım...

Eskiden, keçiler ağaçların körpe dallarına zarar veren, eti lezzetsiz, hani nerdeyse zararlı canlılar sayılırdı. Gel zaman git zaman, keçinin eti değilse sütü, peyniri makbul sayılmaya başlandı, değer kazandı.
Şimdilerde bizim evde en çok sevilen peynir, Ezine'nin keçi peyniri.
Bu sevgiye güvenerek sütünü de almaya başladım. Önceleri börek kek yaparken kullanıyordum, çocuklar şimdilerde içmek için de benimsediler.

Fakat arkadaşlar, bu senenin namlı gribi "keçi" bana yaka silkeletti! Kızım birbuçuk aydır bir tüürlü iyileşemiyor onun yüzünden.
Derken bir haftadır bana da musallat oldu: Cuma günü işe gitmedim yattım, Cumartesi bir-iki hafif ve yavaş çekim hareket dışında bişey yapmadım, dün de hava güzel, temiz hava alıp çabuk iyileşeyim diye adaya gidip, yürüyüş yapıp döndüm uslu uslu.
Neye yaradı? Hiç!
Sabaha karşı titreyerek, öksürerek ve tuvalete taşınarak uyandım, daha doğrusu uyuyamadım.

Şimdi evde, halsizlikte parmağımı kıpırdatamayacak halde duruyorum. Yarın neler olacak bakalım?
Keçi tecrübesi geçirmişlere bakarsanız, öyle çok çabuk iyileşme umudunda olmamak gerekiyormuş.

Hiç değilse, çocukluk adıma saygı duyarak beni pas geçemez miydin keçiciğim?

Fotğraftaki keçiler sahici Andırın keçisi, andırın.com'dan...
.

Cuma, Mart 11, 2011

*Paloma'nın hokku ve tanka biçiminde yazılmış derin düşüncelerinden...

Yıldızların peşine
Düşenin sonu
Kavanozdaki kırmızı balık olmaktır

Gelecek zamanı unutursan
Şimdiki zamanı
Yitirirsin

Kayın ağaçları
Benim bir hiç olduğumu öğretin bana
Ve yaşamaya layık olduğumu

Şu kırık çizgi ki sizin için sevdim

Kendini iyileştirmek istiyorsan
İyileştir
Başkalarını
Gülümse ya da ağla
Bu mutlu çark edişine yazgının



*Paloma, üç ana karakterden intihar etme planı yapmakta olanı.

Kirpinin Zarafeti
Muriel Barbery
Çevr. Işık Ergüden


.

Perşembe, Mart 10, 2011

ROCKER OLDUM GALİBA!

Dün kar ince ince yağarken arkadaşım sordu "akşam konsere gelir misin?"
Nasıl, hangi konser?
"Nilüfer'in Oniki Düet albümündeki sanatçılarla konseri."
Piyango mu çıktı bana? Kar artar mı? Çocukların yemeği var mıydı? Gece nasıl döneriz?
Tamam, geliyorum.
"Konser İstanbul Kongre Merkezinde, şu saatte şurada buluşuruz şöyle gideriz..."



Valla arkadaşlar konserle, geceyle, hava ve yol durumuyla ilgili söyleyecek söz bulamıyorum, harika vakit geçirdim.
Albümdeki sanatçıların her biri önce kendi şarkılarından birini söylediler, sonra Niüfer'le söyledikleri parçayı.
Sahne akışını, devamlılığı sağlamak için, sahne iki perdeyle ayrılmıştı. Önünde perde olan taraf sıradaki grup için hazırlanırken, diğer yanda şarkı söyleniyordu.

Gece boyunca Şebnem Ferah, Hayko Cepkin, TNK, Ogün Sanlısoy, Malt, Rashit, Yüksek Sadakat, Candaş/Cingi/Ruacan, Gece Yolcuları, Badem, 4x4 dinledim diyeyim de, gece sonunda yüksek volümden kulağımın nasıl bir çınlama içinde kalmış olabileceği konusunda bir fikir vermiş olayım.
Gece sonunda hepsi birlikte Nilüfer'le aynı sahnede selam verdiler.
Tahminim, bu kadar rockçı bir daha aynı sahnede bir araya gelmez!

Albümde olup da gecede olmayan tek isim Teoman'dı.
Öyleyse, buyrun burada dinleyin.




.

Çarşamba, Mart 09, 2011

kar yağıyor ince ince


balıklar üşümüş olmalı
üşümüş balıklar
o derya içre balıklar üşürmüş meğer
dün boğaz köprüsünde karşıya geçerken gördüm ilk
balıkçı kayıkları kuleli önlerine doğru denizde sıralanmıştı
bu fırtınada soğuk ve kara aldırmadan burada olduklarına göre balık olmalı burada
öyleymiş
balık varmış oralarda
ne var ki, sürü halinde geçen balık değilmiş onlar, sürü sürü donmuş balıklarmış
bir zamanlar yine böyle olmuş, 1930'larda yaşanmış benzer durum
istanbul'lu denizden donmuş ya da donmasına ramak kalıp hareketsiz kalmış balıkları toplamış
birileri demiş ki, salın o balıkları, akıntının götürdüğü yerde yaşarlar onlar
bilmem saldılar mı, evlerine mi götürdüler 
sonra deniz otobüsünde dönerken gördüm
bu defa balıkların üşümesinden yararlanan insanlar değil, martılardı
fırtına şiddetinde esen rüzgâra aldırmadan denizin yüzeyine yakın uçup, arada dalışa geçiyorlardı
dalıp buldukları bu havada onlar için çok değerli şüphesiz
işte böyle öğrendim
balıklar da üşürmüş
.

Salı, Mart 08, 2011

Pazartesi, Mart 07, 2011

KAHVALTI TABAĞI

Bu sabah ilk kahvaltıyı oğluma hazırladım. Erken saat olduğu için evden çıkmadan azıcık yiyor. Küçük bir Amasya elması üstüne bir bardak çay.
Kızım onbeş dakika sonra kalkıyor, biraz daha kahvaltı edebilir bir halde oluyor bu sayede. Onun menüsünde iki dilim tereyağlı, ballı ekmek ve portakal suyu vardı.
Fotoğrafını daha sonra ekleyebileceğim (çektim, ama evde kaldı örtmeniim!) kahvaltı tabağı ise, benim sabah öğünüm oldu.
Tarifini vereyim, pek lezizdi zira!


İki sivri biber, bir kırmızı biber ince doğranır,
Tavada bir tatlı kaşığı zeytinyağıyla çevrilir,
Üç çeri irisi domates ya da bir küçük domates çentilir ve tavaya atılır,
Onlar şöyle bir cızırdarken, bir dilim beyaz peynir üstüne doğranır,
Ocağın altı kapatılıp, bol maydanoz doğranıp, en üste serpilir.
Yanında bir dilim ekmek ve bir bardak çay...
İşte budur!
Afiyet olsun!

NOT:
BLOGUMA DOKUNMA!
.

Pazar, Mart 06, 2011

YAZAMAMA GÜNLÜĞÜ

Bir haller oldu, birdenbire bloguma erişir oldum.
Yazayım dedim.
Ne yazacağımı şaşırdım.
Sanki çook uzun bir ayrılık olmuş da acemilik çekiyorum.


Her zaman yaptığını irade dışı sebeplerle yapmamak, uzun ara vermek, yeniden yapmak hali hasıl olduğunda, insanı sersemletir. Şaşırıp kalırsın.
Oğlum doğduğunda, uzun süre -aylar boyunca sanırım- karı koca kendi başımıza sokağa çıkmamış, başbaşa zaman geçirmemiştik.
Bir gün bir fırsat oldu, sokağa çıktık. Öyle kalakaldık! Ne yapardık biz eskiden?
Düşün taşın...
Sinemaya gidip sonra da bir yemek mi yemiştik neydi?


İşte onun gibi oldu şimdi de.

Yazayım ben yine:
BLOGUMA DOKUNMA!

Bir de sinir edici bir müzik bulayım da SİNİRLİ'yi sinir edeyim dedim, bakalım başarılı olabilecek miyim?


Justin Bieber - Baby

.

Perşembe, Mart 03, 2011

dersim dört dağ içinde

çok kardeşler, yedi galiba
erkekler çoğunlukta
ablaların büyüğünü kocaya vermişler
ortanca abla okuyormuş
hayvanları gütmek gerektiği için küçük kızkardeş okuldan alınmış
ortanca olan yatılı bölge okulunda okumuş önce, sonra liseyi bitirmiş


bitirmiş de ne olmuş, zaman o zaman
asker köylerini boşaltmış
ne için demeyin, yardım etmeleri ihtimali yeterdi
ne yapacaklar, kalkıp istanbul'a gelmişler


geçimlerini sağlamak için çalışmaları gerekmiş
onlar da çalışmışlar, iş öğrenmişler
kızların birisi fizyoterapist masaj uzmanı, diğeri manikürcü


hayvanlara bakmak görevi verilip okutulmayan küçük kardeş sonraları dışarıdan ortaokulu bitirmiş
sırada liseyi dışardan bitirmek var, az kaldı


şimdilerde latin danslarına merak sardılar
ders alıyorlar, dans gecelerine gidiyorlar
kıvrak danslara hemen uyum sağladılar, okulda folklörcüymüşler ne de olsa


anlatıyorlar, dinliyorum, karar veremiyorum
kalsalar mı iyiydi, geldikleri mi iyi olmuş, bilinmez




.

BLOGUMA DOKUNMA!



.

Salı, Mart 01, 2011

Bloglar okunamıyormuş. Nedenmiş? Şu sebepleymiş! Anlaşılır mı? Anlaşılmaz, yaşanır, burası Türkiye!


"Superonline’ın web sitesinden ve Twitter üzerinden yaptığı açıklamaya göre Blogspot.com web sitesi Diyarbakır 5. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 14.01.2011 tarih ve 2011/156 D iş sayılı kararı ile erişim engellenmiş."Superonline 28.02.2011 açıklaması: Google Hizmetleri Değerli Müşterimiz, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’ndan firmamıza iletilen karar sebebi ile Google’a ait bazı IP’lere erişim engellenecektir. Erişimi engellenen IP’ler dolayısıyla, Google’in bazı uygulamalarına erişilememe ya da yavaşlık yaşanması beklenmektedir.Bu engellemenin muhtemel etkileri ile ilgili olarak;
- Google web sitesine erişimde sorun yaşanması,
- Google analytics, Google maps gibi Google uygulamalarını kullanan portal veya web sitelerinde erişimlerin yavaşlaması,
- Google Toolbar yüklü bilgisayarlarda bazı sitelere yavaş erişme,
- Web siteleri dahilinde ‘google search’ kullanan alan adlarına erişimde yavaşlama,
- Firmanıza ait Google uygulamalarıyla entegre ya da Google Search’a dayalı bir takım uygulamalarınızın bu erişim kısıtlamasından etkilenmesi söz konusu olabilecektir.

Google servislerinde yaşanabilecek yavaşlık ve erişim zorluklarının Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı tarafından yayınlanan karar sebebi ile yaşandığını, bu durumun Superonline alt yapısından kaynaklanmadığını bilgilerinize sunarız.

Saygılarımızla
Superonline"

*Sayfa üstündeki görsel Pippi Haşmet'ten, açıklama metni Nehir İda'dan.
.

YENİ AYIN İLK GÜNÜNDE

Cüce Şubat benim için tam bir hengame ayı oldu.
Nasıl geldi, nasıl geçti anlamadım, öyle çok şey oldu ki!
Yazmak istedim, içimde kalmasın istedim, olmadı. İfade edebilme kanallarım tıkandı ya da dondu sanki.
Anladığım o ki, duygularımın yoğunlaştığı dönemlerde fırtınanın dinmesini beklemek en iyisi.

Hem bakalım, Mart neler getirecek?



Queen'i çok dinledik, çocuklar küçüktü henüz. Kızım "foormiii"yi çal derdi, bu şarkının nakarat öncesindeki sözleri kastederek.
"Bir şarkı eklemek istiyorum bloga ne olsun" dedim, "Bohemian Rhapsody'ı koy" dedi.
Öyle olsun!
.