Parlak ve görkemli güzel birgünbatımını görürsünüz. Gökyüzünde büyük bir ışık, inanılmaz bir şeyin güzelliği, tadı. Bütün yüreğiniz ile, beyniniz ile ve zihniniz ile bir günbatımını seyrettiyseniz bilirsiniz, bu olağanüstü bir görüntüdür, tıpkı sabah erken saatlerin size sunduğu görüntü gibi.
"Önceki gün, gündoğumunu gördük. Gittikçe belirsizleşen ay ve sabah yıldızı, suya yansıyan berrak ışıklar, kar kaplı tepeler ve hiçbir ressamın, şairin betimleyemeyeceği büyük bir güzellik vardı."
Bütün bunlarda bir tat vardır. Bu tat beyinde kaydedilir. Sonra bu tat anımsanır ve biz onun yinelenişini isteriz. Bu yineleniş artık bir haz değildir; haz biçiminde bir anıdır. O gittikçe belirsizleşen ayın, tek yıldızı ile berrak gökyüzünün ve suya yansıyan ışığın güzelliğinin ilk kez algılanışı değildir. Bu anımsayış hazdır; algılamak anında ise haz yoktur. Görmek anında haz yoktur. Ama gördüğünüz şey kaydedilir, daha sonra bunu anımsarsınız ve haz da anımsamaktır. Bu hazzın yinelenişi istenir.
Karlı bir dağın, açık mavi gökyüzünün güzelliğini gördüğünüzde haz yoktur, yalnızca o olağanüstülük, o yücelik, o görkem vardır; daha sonra bunun yinelenişini istediğinizde -ki bu, anımsamak, düşünce, zaman demektir- haz başlar.
"Bu olayın bütün oluşumunu dün sabah gördüm ve bunun yinelenişini istiyorum."
Bu, tıpkı korku ve haz gibi aynı harekettir. Öyleyse zihinlerimiz, varoluşlarımız, bu ikisi -ödül ve ceza- arasına sıkışmıştır. Yaşamımız işte budur. Bu, kökeni zamanda, düşüncede, hazda, korkuda, ödülde ve cezada olan, bunlarda yaşayan "ben"dir, "siz"dir, "kendi"dir.
Doğru şeyi yaparsanız cennete ulaşırsınız, eğer yapmazsanız cehenneme gidersiniz!
Yeni Delhi, 1 Kasım 1981
J. Krishnamurti
Dün gece uyumadan önce okuyordum, yukarıya aktardığım alıntıyı.
Kaç gündür "Korku Üzerine"yi okuyorum. Bu okuduklarımı anlatmalıyım diyordum, nasıl dile getireceğimi bilemedim. En iyisi kendi dilinden aktarayım diye düşündüm.
Vakit ayırıp okusanız...
Not: Son cümle bir sonuç çıkarma değil, aman haa! O sadece bir soru. "Öyle mi yani, bütün hepsi bu mu?" diye düşünün lütfen.
.
"The essence of being is not pleasure, but the striving for pleasure."
YanıtlaSilEidelberg, 1969
http://elestirelgunluk.tumblr.com/post/549502264/the-essence-of-being-is-not-pleasure-but-the
biz mutlulukla hazzı karıştırıyoruz galiba. Mutluluk andadır, o an senin de yazdığın gibi doğmakta olan güneşi görürsün, içinde birşeyler olur, ad bile veremezsin bu olan şeye, vermeye de çalışmazsın zaten, sadece izlersin....
YanıtlaSilama hazda buna hemen bir ad verirsin, onu hep elinde tutmaya çalışırsın...bu da sonunda mutluluğu kabusa çevirir..
Daha başlıkta bile aklıma Halil Cibran geldi.
YanıtlaSil'Sonra bir kadın konuştu:"Bize haz ve ıstıraptan bahset."
Ve o cevap verdi:
"Hazzınız, ıstırabınızın maskesiz halidir.Ve kahkahanızın yükseldiği aynı kuyu,sık sık göz yaşlarınızla dolar.Başka türlü olabilmesi mümkün müdür?Istırabın içinize kazıdığı alan ne kadar derin olursa, o denli çok hazzı içerebilir.Ve şarabınızı taşıyanla, çömlekçinin fırınında yanan aynı kadeh değil midir?Ve sesi ruhunuzu okşayan lavta, daha önce bıçaklarla oyulan tahtayla bir değil midir? Kendinizi neşeli hissettiğinizde kalbinizin derinliklerine inin. Fark edeceksiniz ki, size bu sevinci veren,daha önce üzülmenize neden olmuştu.Üzgün olduğunuzda, tekrar kalbinize dönün.Göreceksiniz ki, daha önce sevinciniz olan bir şey için ağlıyorsunuz.Bazılarınız, "Haz, ıstıraptan daha anlamlıdır" der;diğerleri ise, "Hayır, ıstırap daha anlamlıdır".Bense, ikisi birbirinden ayrılamaz, diyorum.Onlar beraber gelirler.Ve siz, bir tanesiyle masanızda otururken,unutmayın ki, diğeri de yatağınızda uyuyordur.Gerçekte siz, hazzınızla ıstırabınız arasında bir terazi konumundasınız.Sadece boş olduğunuzda, hareketsiz ve dengede kalabilirsiniz.Bir hazine avcısı, altın ve gümüşünü tartmak için sizi kullandığında, haz ve ıstırap kefeleriniz,ister istemez, yükselip alçalacaktır."
Eleştirel,
YanıtlaSil"Yaşamın esası haz değil, hazzı arayıştır." diyorsak, bu biraz fazla acı çekmeye yatkın bir ifade olmuyor mu?
"Ara dur, ama yok ki!" der gibi?
Gugukcuğum,
YanıtlaSilBana öyle geliyor ki, asıl kabus, sürekli kendimizi didiklememiz ve yaşadığımıza bir ad vermeyi zorunlu görmemiz.
Biraz o "an"ı yaşasak, tanımlamaya çalışmadan, daha doğal olacak yaşanan.
:)
Ebrucuğum,
YanıtlaSilÇok ilginç ve hoş!
Başka noktalardan yola çıkmışlar belki, ama nerdeyse aynı şeyi ifade etmişler.
Ne güzel bir metinmiş aktardığın, sağol.
:)
bu gün işten dönerken gördüğüm bir kaç manzarada ne hissettiğimi düşündüm. haz, gördüğünüz anda hissettiğiniz değil sonradan hatırladığınızda bıraktığı etkidir diyordu yazıda. evet, o an bakarken gerçekten o manzaraları kare kare hafızamda taşıma arzusu hissediyordum. ve önceki birikmiş manzaraları anıları düşündüm, yüzüm güldü. bunun da bu şekilde kavramış oldum. bir yandan da anlamsız geldi. o anda yaşamıyorsun, sonrası için... bu anlamsız değil mi? e hal böyleyken "geçmişte yaşamak" gibi olmuyor muyuz?
YanıtlaSilneyse, ben bu konuda azıcık kuyu kazayım :)
keyifli akşamlar diliyorum efenim..
Fatmacığım,
YanıtlaSilİnsanların çoğu bunu yapar; yani geçmişin anılarıyla oyalır ve geçmişte yaşar. Bunun bir benzeri de gelecekte olacağı varsayımıyla hayal kurup, sonra onalara takılı kalmaktır. Kendini geleceğe odaklayıp, bugünü ıskalamak, bir çeşit.
En iyisi, bu anı bu anda yaşayıp bitirmek(miş!).
:))
bu anın varlığına inanmıyorum o halde :/ bu andan haz alamıyorsam, geçmiş için yaşayıp, gelecek için varsayım ve hayal kuruyorsam :) yani bir çeşit zaman sıkışması mı bu, arada kalmak gibi... ama hazzın peşinde. tatlı, acı, yaralayıcı... suyunu sıkıp hazzını çıkarıyoruz sonradan.
YanıtlaSilekmekçikız, gene yaz, hazdanadam ve hazdankadınlar mıyız biz yoksa :)
Fatmacığım,
YanıtlaSilBir bilsem...
o son sorunun cevabını bir bilen olsa, daha doğrusu!
Arıyorum sadece.
:))
ekmekçikız, o zaman "bir bilene soralım, aşkı kim icat etmiş" şey pardon hazzı diyecektim :)))
YanıtlaSilbu arada, müzik dinlemekten çok haz alıyorum, üstelik bunu o an alıyorum. evet, hazzımı alıp gidiyorum :))
Fatmacığım,
YanıtlaSilEn iyisini yapıyorsun. Budur!
:))