"Eski Çin uygarlığında bir ressam herhangi bir şeyi çizmeye başlamadan önce -bir ağacı örneğin- günlerce, aylarca, yıllarca, ne kadar uzun sürerse sürsün onun önünde otururdu; ressam ağacın ta kendisi olana kadar. Kendisini ağaçla özdeşleştirmezdi, ağacın kendisi olurdu ressam.
Bu onunla ağaç arasında hiçbir mesafe olmadığı, gözleyenle gözlenen arasında hiçbir mesafe olmadığı, bir yaprağın güzelliğini, hareketini, gölgesini, derinliğini, renk kalitesini tecrübe eden bir kişinin olmadığı anlamına gelir. O ressam bütünüyle ağacın kendisiydi ve ancak o halde resim yapabilirdi.
Gözleyen kişi, hakkında harekete geçtiği şeyin kendisi olduğu ayrımına vardığında, kendisiyle imge arasında bir çatışma da kalmaz. Onunla aynı şeydir zaten, ondan ayrı bir şey değildir. Gözlemci kendisinin aslında o imge olduğunu anladığı zaman sevmek ya da sevmemek diye bir şey kalmaz, çatışma sona erer."
Yazıyı okuyun, Krishnamurti'nin sözleri üzerine düşünün.
Müziği dinleyin, Brahms'ın notalarını hissedin.
Ağaç fotoğraflarını seyredin müziği dinlerken, Çinli ressammışsınız gibi...
.
krishnamurti, ağaç, brahms... çok güzel bir sabah oldu sayende.
YanıtlaSilyani bu kadar olur çavdar teyzem :)
YanıtlaSilof gene yanlış oldu.
YanıtlaSilGugukcuğum,
YanıtlaSilSenin sayende de olmalı.
Orada olanlar sende yankı yaptığına göre...
:))
Hafif Abiciğim,
YanıtlaSilDeğerli Blogemlak Kralı!
:))
Evet, bu kadar olur.
:)