onbeş gün önce kaç arkadaşımdan duydum, "leylekler geldi sürü halinde uçuyorlardı, gördüm."
oysa ben görememiştim, leyleği havada görememek içimi burmuştu, azıcık kıskançlık mı desem?
dün, dost sohbetiyle yapılan bir kahvaltı sonrası, yine dost sohbetiyle dolu uzun bir yürüyüş yaptık, denizin kenarından kıyısından.
canı kahve çeken arkadaşımız kahvesini içsin diye mola verdik, parkta banka oturduk. bacaklarımızı güneşe uzatmış, kafalarımızı gökyüzüne dikmiş, bulutların arasında yüzünü gösteren güneşe gülümseyerek, "life is beautiful" muhabbetine girişmiştik.
kahve içen, "aa! leylek değil mi o?" dedi ve o an sahiden hayat ışıldadı bize.
leylek sürüsü tepemizdeydi, yüksekten yüksekten uçuyor, uzaktaki diğer sürüye yaklaşıyorlardı. arkada kalanları toplayan artçılar da geçip gidene dek hayranlıkla izledik onları.
fotoğrafta sürünün bir kısmı gözüküyor, ancak çok uzakta oldukları için çok iyi seçilemiyorlar. belki fotoğrafa tıklayıp büyütürseniz bir faydası olur.
aşağıdaki tabaktaki, ayıptır söylemesi "poached egg". yemek kitaplarında "poşe yumurta" diye tanımlanıyor. ya da, bizim mutfağın en bilinen yemeklerinden "çılbır"ın alafranga versiyonu diyelim, işi uzatmadan.
alafranga versiyonunda buhardaki bir kaba, bizim usulde suya kırılarak pişirilen yumurta bu.
sonuçta, sarısı yumuşak beyazı pişmiş oluyor ve kestiğinizde, sarısı üzerine konulduğu ekmeğin üzerine yayılarak sizi mest edip, cennete götürebiliyor.
sonrası iyilik güzellik!
ister cennette kalırsınız, ister gerçek dünyaya dönersiniz...
ercan kesal'in radikal gazetesindeki yazılarını okurken, her seferinde içindeki insanlık öykülerinden ve onları anılarıyla bağdaştırma biçiminden çok etkilenirdim.
geçen yaz, o yazıların kitap halinde yayınlanacağını öğrenince, acaba hepsini bir arada okumak insanın canını çok acıtmaz mı diye düşünmüştüm.
kimbilir, belki de bu nedenle, çıkar çıkmaz aldığım kitabı okumak için bu güne dek beklemişim.
dün gece hepsini bir solukta okudum bitirdim ve sonuna doğru gözyaşlarıma hakim olamadım.
yazarın kendi eski bir yazısından ve bu yazıyı okuyup ondan etkilenmiş bir aşıktan söz edilen bölüm beni dağladı.
"...böyle olmayabilirdi demenin hiç bir anlamı yok biliyorum. ama böyle oldu. böyle oldu ve müjdeler olsun arkadaşlara da söyle, ben yavaş yavaş ölmeyi öğrendim...."
bu erguvan, bebek'ten aşiyan'a giderken kıyıdaki küçük camiin yanında. minarenin ardı sıra öyle parlak bir coşkuyla uzanmakta.
tam seyirlik, gözlere şenlik.
son kesin bilgi kırlangıçlar için. evet, onlar da geldi.
canım,
YanıtlaSilne çok şey yazmışsın. özlemişim seni :)
ercan kesal'ın kitabı müthiş. her birinden sonra kitabı kapatıp bir süre kendime gelmeyi bekledim okurken. dün de artı bir'de mirgün cabastaydı. "bizim kuşak hep vicdan azabı çekti" dedi. ne doğru...
yumurtaya bayıldım. çılbırı severim zaten de bu halini görmemiştim hiç. hem de baylanda mı? nasıl yani?
leylekler ise...biz de ahmetle sürü halinde uçarlarken gördük, pek sevindik, gezeceğiz diye. ne diyelim, hayırlısı :)
Şulem,
YanıtlaSilBu ara yazasım geldi yeniden.Yazayım ben değil mi? ;)
Gezelim gezelim gezelim!
O Baylan bizim kıyıdaki Baylan değil dikkat! Bu Bebek Baylan. Orada menü epey farklı, klasik olandan.
Ercal Kesal beni dağlıyor her sefer ayrı yerimden. Bu kadar!