ay başındaydı, internetten iki kitap siparişi verdim, iki dediğim iki adet, sanki kitapçıya gidip seçip alır gibi. eski alışkanlıklarımdan vazgeçememişim.
oysa onlar gelene dek zaman geçiyor, o arada ne okuyacağım? üstelik, o kadar bekleme sonucu gelen iki kitap bitiveriyor. neyse işte, böyle bir akıl hali bendeki.
kitapları beklerken, oğlumun kütüphanesine bir göz attım. pandeminin ilk zamanlarında orada sait faik'in okumadığım dört kitabını bulup, sırayla okumuş ve çok mutlu olmuştum.
bu defa kızımın kütüphanesine bakarken, josé mauro de vasconcelos'un şeker portakalı romanı gözüme ilişti. eskiden okumuş muydum hatırlayamadım, öyleyse her türlü okurum deyip başladım ve keyifle bitirdim.
onca yoksulluk ve yoksunluk içinde yaşanan çocukluktan çıkıp, yaşama sevincini hiç kaybetmeden dünya çapında tanınan bir yazar olmanın öyküsüydü okuduğum. güney amerikan edebiyatının dünyayı şaşkına çeviren büyülü gerçekliği, aslında yaşamın büyülü gerçekliği olmalı.
kitabın künyesi burada, buyrunuz.
bir kaç gün sonra kargodan kitaplarım geldi.
önce daha çok merak ettiğim -oyunlarını duyduğum, adını bildiğim- yasmina reza'nın romanını okudum. reza, son derecede sürükleyici, polisiye tarzında yazmış. metin dramatikten trajiğe kayan bir yolda, orta sınıf büyük şehir insanını anlatıyor.
çok ilginç şekilde, roman bana bir tiyatro metni okuyorum duygusunu verdi. belki ana mekanlar bir apartmanın iki dairesi ile sınırlı olduğundan böyle bir hisse kapıldım.
bazı satırların altını çizmiştim. mesela:
"geçmişe duyulan özlemin nedeni büyük ihanetler değil, tekrarlanan kayıpların çokluğudur." sf. 72
"bazı sabahlar uyandığımda yaşımı öyle gösteriyorum ki. gençliğimiz öldü. bir daha asla genç olmayacağız." sf. 94
"yalnız olmak kendine bile sahip olmamak demektir. sizi seven kişi, kendi varlığıyla sizin yaşamınızı (veya varoluşunuzu) onaylar." sf. 125
ikinci kitap, öncelikle yazarı nedeniyle ilginçti.
yazar marek van der jagt, viyanalı bir filozofmuş ve bu kitabıyla ilk kez yazılmış romanlara verilmiş anton wacher ödülünü almış.
gelgelelim, aslında "marek van der jagt" diye bir kişi yokmuş, bu isim hollandalı bir gazeteci yazar arnon yasha yves grunberg'in mahlası imiş.
meğer, arnon grunberg, aslında taa 1994 yılında "mavi pazartesi" romanı ile en iyi ilk romana verilen anton wachter ödülünü kazanmışmış! bu durum anlaşılınca, marek van der jagt'a verilen ödül geri alınmış!
buyrun size bir yazarın maceralarından bir kesit.
bu kadar tantanayla okura sunulan kitaba yani "kelliğimin hikayesi"ne gelirsek. doğrusu kitabı "eee, yaniii!?" diyerek kapattım. ilginç bir fikir, zaman kaydırmalı usta bir anlatım, sürükleyici bir okuma ve o kadar. yazarın maceraları, kitabından daha ilgi çekici.
internet siparişlerimi okuyup bitirince, yine kitapsız kaldım, haliyle.
bu defa yeni kitap edinene dek değişik bir kitapla birlikteyim. gaye boralıoğlu'nun "dünyadan aşağı" romanını sesli kitap olarak dinliyorum.
gerçekten değişik bir tecrübe oluyor kitabı dinlemek. bir kitabı elinde tutup okumak insanın dikkatini daha çok isteyen ve hayal gücünü daha çok çalıştıran bir durum. oysa, kitabı dinlemek eylemi esnasında dikkat toplamak daha zor gibi, en azından şimdilik.
burada dünyadan aşağı'nın künyesini bulabilirsiniz.
Bazen ne kadar çok yazar, ne kadar çok kitap var diye düşünüyorum.
YanıtlaSilTanıtımlar için teşekkürler, sevgiler.
Mehtapcığım,
YanıtlaSilEskiden bu kadar çok kitabı okumaya nasıl yetişeceğim diye düşününce umutsuzluğa kapılırdım. Artık "olduğu kadar" diye kendimi avutuyorum. :)