... acaba mayıs mı yoksa?
bahar aylarına meftunum aslında, ilkbahar veya sonbahar, değişimin, yenilenmenin, dönüşümün zamanları. hem, sevdiğim ayların adları da güzel.
muhtemelen adının cazibesinden "eylül" romanını okumak hep içimde kalmış bir dip nottu.
yapı kredi yayınlarında eylül 2020'de yeni baskısının yayınlandığını görünce "tam zamanı" diyerek almıştım kitabı.
roman 1900'de yazılıp, önce servet-i fünun dergisinde tefrika edilmiş, sonra kitap olarak yayınlanmış. aldığım baskıya temel olan metin 1925 tarihli basımdan alınmış. dili, dönemin edebiyat akımı etkisinde gayet abartılı miktarda farsça, arapça temelli kelimelerle dolu, süslü bir dil. öyle ki kitabın sonuna ekli 24 sayfalık sözlük var.
romanın konusunu genel hatlarıyla biliyordum, sonu hariç. belki sonunu bilinçaltım unutturmuştu. insan "yasak" aşk da olsa vuslata ulaşamayan aşıklar fikrini pek tercih etmiyor.
yaşadıkları dönem göz önüne alındığında, aşıkların saklı gizli hareket etmeden beraber olmalarına imkan olmaması bir yana, aşklarını birbirlerine yüz yüze itiraf etmeleri bile ancak romanın sonlarında mümkün oluyor.
kahramanlarımızın yaşadığı dönem yazıldığı zamanla aynı olmalı.
1900'lerin başında istanbul'dayız, odakta zengin bir aile, kışın konakta, yazın şehir dışında geniş ailenin bir arada oturduğu zamanlar. boğazdaki yalılarda oturmak belki biraz yeni moda sayılıyor. beyoğlu daha çok yabancılarla dolu alafranga hayat yaşanan bir yer.
boğaziçi kıyılarda köyler, deniz kenarında yalılar, arkalarda çayırlar, ağaçlık tepeleriyle rüya gibi bir doğa parçası. denizde yelkenli kayıklar, yolcu taşıyan vapurlar, yük gemileri eksik değil.
romandaki boğaziçi ve doğa tanımlamalarını, dönemin günlük yaşamına ilişkin ayrıntıları okuması çok keyifliydi.
mekanların ve yaşananların neredeyse tarih olduğu günümüzde, belki de tarih olmayan tek şey aşk halinin hezeyanları.
seviyor mu, ilgisi var mı, başkasına mı aşık yoksa, bana baktı, gülümsedi galiba, hayır hayır hiç umrunda değilim, ölüyorum hasretten, şu gelen o mu, neden benimle konuşmuyor, bu iş olmayacak, sevgisi yalanmış, o da seviyormuş evet, hayır asla...
aşk işte, üç günlük ömrü vardır ve ağlatır!
Dünün aksine pırıl pırıl güneşli bir sabah. Yine dumanı üstünde yakalanmış bir yazı. Simtitçinin sesini bekliyorum; sebebi yazıdır. Nâzım kahvaltısı yapacağım, simitçi geçmezse de bu sabah, gidip alacağım. Yazınızı sabah kapıya bırakılmış gazetenin edebiyat köşesinden bir lezzetle okurken bir yandan da kendimi haşladım: Bizim edebiyatımızın, okul zorunluluğu dışında, kitaplarına neden uzak durdum diye. Ara ara okudum sonraları ama bazen okuduğum yazılar treni kaçırdın sen diyor, elbette Eylül çok önüme çıkan bir kitap olduğu için bir fikrim var, ama işte:)
YanıtlaSilVe ünlemle biten son cümle!
Tadını ve de kıymetini bilmeyenlere aşk olsun!:)
Sevgili Okul Arkadaşım,
YanıtlaSilİstanbul'da güneşli ve ayaz mı ayaz bir güne uyandık.
Kahvaltıda simit pek güzel olur. Nazım kahvaltısı simit, beyaz peynir, çay mı demekti? :)
Sanırım okullardaki pek çok ders gibi edebiyat dersleri de biraz bizi gerçek edebiyattan uzaklaştırdı. Ancak eğitim sistemimize çok haksızlık etmeyeyim, mesela Eylül'ü ya da Tanpınar'ın Huzur'unu okul zamanında okusaydım, şimdi aldığım keyfi alamazdım gibime geliyor.
Diyeceğim, bizim edebiyattan bir şeyler okumak için geç kalmış değiliz. Hem derler ya, klasikler hayatın üç döneminde tekrar okunmalı gençlikte duygularla, olgunlaşınca mantıkla, ileri yaşlarda felsefesi için. Bence neresinden tutsak kardır. :)
Aşk olsun, evet! :)
Türk Edebiyatı'da en sevdiğim romanlardandir Eylül. Orada ki o naif anlatım, hele hele eldiven olayının hikayesini hep hatırlarım.
YanıtlaSilSelam ve sevgiyle 🌸🍀
ya 3 günlük ömrü var demeyelim de üzerine titremeyince kısa sürede bitebilir diyelim :)
YanıtlaSilSevgili Gülşah,
YanıtlaSilEldiven olayı romanın kalbi, adeta. Çok hoş ve etkileyici.
Benden de sevgiler size. :)
Şulem,
YanıtlaSilSeni mi kıracağım öyle olsun. :)
Şaka bir yana haklısın tabii, bir ufak ekleme yapayım, tek taraflı olarak üzerine titremek yetmiyor, bildiğin gibi. Sizi bu konuda tebrik ediyorum, pek çok hem de. Şuraya bir kaç kalp kondurduğumu varsay lütfen.:)
Ha, bu arada ağlatır kısmına itirazın olmasa gerek, biz sulu gözler hüzünlenince de ağlarız, sevinince de, değil mi? ;)
Türk Edebiyatı'ndaki ilk psikolojik romandı değil mi? Üniversite sinavına hazırlanırken yapılan ezberlerden geldi aklıma:)
YanıtlaSilSevgili Sezer,
YanıtlaSilEvet öyle okumuştuk ve romanla ilgili tüm notlarda bu cümle en başta yer alıyor. :)
Burada "psikolojik" tanımı ile tam olarak ne kastediliyor emin olamadım, doğrusu. Ancak aşık olma halinin çalkantıları, gel gitleri, insanın kendine bile açıklayamadığı ruh halleri romanda anlatılmakta. Bence "psikolojik" tanımı daha başka bir halin anlatımı olmalı, belki de.