Şile'yi severim.
Upuzun kumsalını, orada çıplak ayakla yürümeyi, sığ ve temiz denizini, zaman zaman coşan Karadeniz dalgalarını, Ağlayan Kaya'sını, Ceneviz Kalesi’ni, uzun mendireğini, çarşısında gezinmeyi severim.
Bazı seneler ik-üç kez gitmişimdir, sonra iki-üç sene hiç yolum düşmemiştir.
Son gidişimin üstünden üç sene geçmiş yine. Çoluk-cocuk gidip, mendireğe bağlı teknelerden birinde balık yemiştik. Sanki, kış başı veya ılık bir kış günüydü. Demek ki, üç seneden biraz fazla olmuş.
Fü. Hanım'ın Şile'de evi var, fırsat buldukça giderler. Yazın deniz için, diğer mevsimlerde bakım tamir, bahçe için.
Daha önce de birlikte oraya gitmeye niyetlenip,denk düşürememiştik.
Bu defa bir engel çıkmadı, Cumartesi sabahı Harem'de buluşup, otobüsle yola koyulduk.
Ev, Kumbaba'da. Şile'ye gelmeden hemen önce inip, sola dönen yoldan ilerledik.
Yakın zamanda doğalgaz gelmiş, yollar kazılıp yeni örtülmüş, kaldırım yapma çalışmaları var. Üstelik beş sene öncesine kadar nerdeyse, bomboş olan bir yer burası. Şimdi bahçeli evlerle dolmuş.
Mütevazi hoş bir ev, güzel çiçekli, bol ağaçlı, çimli renkli bir bahçenin içinde; insanın içini ısıtıyor. Evin içi serin, nerdeyse buz gibi. Geçen kış hiç açılmamış.Sırayla bütün pencereleri açtık, şöyle bir temizleme, dışarı eşya taşıma hareketinden sonra mayolarımızı giyip deniz kenarına doğru yola koyulduk.
Diyorum ki, eh işte deniz kenarında yürüyüp belki biraz denize ayağımı sokarım. Fü. Hanım ise, şu bulutlar kenara çekilip güneşi rahat bıraksa denize gireriz diyor. İçimden pek inanmasam da, itirazım yok.
Kumbaba, deniz kenarında kocaman bir kumul. Evlerin bulunduğu yer ile kumul arasında bir dere var. Dere dediysem, üç adımda geçilecek bir su değil. İki kıyısı arasında sal ile yer değiştiriliyor.
Yazın sal iki yerden çalışıyormuş da, bu mevsim uzak taraftaki daha yeni başlamış.
O gün, sala doğru gitmedik uzun yoldan yürüyüp kıyıya vardık, sonra denize kenarına ulaşınca bu defa Şile yönüne doğru yürüdük.
Eh, bir kere yürümeye başlayınca da, nerdeyse Şile plajına ulaşana dek yürüdük.
O ara, güneş açtı Fü. Hanım "ben giriyorum, hadi" dedi. Acaba girsem mi, derken kendimi denizde buldum. Harikaydı! Hem öyle bir dalıp çıkmadık, uzun süre kaldık denizde.
Aynı yolu yürüyüp eve ulaştığımızda çıkalı beş saat olmuştu. Yorgunluktan yalpalamaya, açlıktan gözümüz kararmaya başlamıştı. Çayımızı içip, peynir ekmek yedik, meyve atıştırdık. Sonunda kitaplarımıza gömülecek enerjiyi bulduk.
Akşam hava kararmadan Şile'ye mendireğe gittik, balık yedik, Ağlayan Kaya'yı, balıkçı teknelerini seyrettik.
Pazar sabahı uyanır uyanmaz kendimizi bahçeye atıp, ayrık otu yolup uzayan fazla sürgünleri budayıp çalıştık. Sonra kahvaltı ve sonra yeniden deniz macerası.
Bu defa, nehri(!) salla geçtik, yürüme yolumuzu kısalttık. Kumulu aşarken kum zambaklarının arasından yol aldık, bir ay sonra açtıklarında yayacakları mis kokuları hayal ederek kıyıya ulaştık.
Hava açık ve rüzgarlıydı. Bu, denizin hafif dalgalı ve serin olması sonucunu doğurmuştu. Önce kıyıda deniz kabuğu toplayarak oyalandım. İçimden "denizsefası bir günlükmüş, bu çivi gibi denize giremem" dediysem de, zaman geçip güneş ısıtınca dayanamadım, atladım.
Dönüş yolu, kısa bile olsa, her tatil dönüşü yaşadığım "ne işim var şimdi oralarda, burda kalsam keşke" duygularıyla dolu geçti, eve döndük.
Şimdi güneş kremi sürerken ihmal ettiğim boynumun ve sırtımın güneş yanığı sızlamalarıyla oturdum, yazıyorum.
Dünkü "Muhabiriniz Bildiriyor" yazısındaki fotoğraflar için altyazılar şöyle:
İlki, yürüdüğümüz sahilden Şile'nin uzak görüntüsü.
İkincisi, mendirekteki balıkçıdan Kale ve Ağlayan Kaya'ya bakış.
Üçüncüsü, Kumbaba'daki bir devekuşu çiftliğinin sakinleri, Kumbaba'da kafalarını kuma gömerlerken!
Ne güzel bir haftasonu geçirmişsin Ekmekçikız :))) Nasıl güzel olur o yorgunlukla karışık açlık/susuzluk sonu yenilen yemekler (hatta içilen biralar :p) ve ne kadar acır o haylaz güneş yanıkları... çocukken hiç korunmayı beceremeyip bütün gün tüm uyarılara rağmen denizde kalıp cayır cayır yanacağımı bildiğimden sezonun ilk denize girme gününün bir önceki gecesinde uykularım kaçar, yanığın derdine düşerdim :))) Artık benim için de gelse de deniz mevsimi, dalık çıksam bol bol balık gibi :))))
YanıtlaSilİyi haftalar olsun :)
Sndrellacığım,
YanıtlaSilİyi hatırlattın; bir ara güzel bir kırmızı şarap da içmiştik, doğru.
Güya ben, güneşin zararlı etkilerinden kendimi korurum ve etrafımdakileri de uyarırım. Gel gör ki, bu defa gafil avlandım, deniz kabuğu toplamak aşkına yanıverdim.
Sana da iyi hafta dilerim.:)
ekmekçikız, keşke evin de fotoğrafını çekseydiniz. ben en çok evi merak ettim. benim istediğim ev, işte öyle. eğer arazi alacak olsam içinde kocaman bir ağaç olsun diye uğraşırım. küçük, badana boyalı, ahşap bir ev. bir de bahçe işte. ömrümü orada geçirebilirim. çıplak ayak, çiğ ile ıslanmış toprağa basmayı, ayağımın toprağa geçişini hissetmeyi öyle isterim ki. bir sürü de değişik türde tavuk, ördek, kaz filan olsun. fiyakalı bir horoz da. horoz görüntüsüne, sesine bayılırım. beni hem heyecanlandırır hem biraz da hüzünlendirir. cep telefonumun mesaj uyarı sesi, horoz sesi.
YanıtlaSilçok güzel geçmiş. camus, her yolculuk insanın kendiyle karşılaşmasıdır, gibi bir şey yazmıştı. sizin tutkuyla yolculuklara çıkmanız ne hoş. sanki biraz olsun camus'nün dediğinin tersine, insan kendini unutmak için çıkar yolculuklara. hem o kitap camus'nün ilk kitabıydı. tersi ve düzü idi sanırım adı ve ben öğrenci yurdundaydım okurken.
ben şile'yi çok rüzgarlı bulurum. rüzgarlı bayır gibi rüzgarlı. beni her seferinde sersemletmiştir. denizi de çok dalgalı bana göre. şöyle bir girip çocuklarla oynamıştım içinde.
seyahat yazılarınızı dört gözle bekler oldum artık:) çok keyifli.
sevgilerimle.
Periciğim,
YanıtlaSilSeyahate gidebilsem yazacağım da, nerdeee...
Neyse, dır dırı bırakıyorum; henüz hiç bir uçan leylek görmedimse de umutluyum, bu yaz gezmek istiyorum.
Ben Camus'un gençlik fikrine katılıyorum; seyahat etmek benim takılmış aklımı açıyor, kendime geliyorum, hayatımla ilgili kararları verecek enerji ve gücü buluyorum. Hele denize girmek, tamamen kendime gelmemi sağlıyor.
Şile'de denize girdiğim an, bütün kış zihnimi yoran bir konuda adeta ışık çaktı kafamda, öyle yani.
Ben de sonradan evin fotoğrafını çekmediğime hayıflandım. Gelecek sefere unutmayayım.:)
Bahçesinde tavuk, horoz yoksa da, ev hayal ettiğine yakın. Fü. Hanım çok çok çalışır, işi olmadığı zaman ise seyahatlere gider. O nedenle evde uzun uzun oturamıyor. Yine de bahçe, çiçekler, ağaçlar her an gelivereceklermiş gibi bakılıyor. Çocukluğunu geçirdiği, sonra da ölümlü dünya nedeniyle kalp kırıklığıyla uzaklaştığı Kilyos'a artık gidemeyen Fü. Hanım, Şile Kilyos'a benzediği için yıllar önce bu toprağı alıp, evi yaptırmış. Onun da uzun bir hikayesi var ki, benim bildiğim Peri o hikayeyi sever.:)
cok guzel! okurken bile dinlendim ben buradan...
YanıtlaSilbenim de en son sile'ye gidisim bes alti yil once olmustu... Kimbilir ne degismistir...
bir de o dere kenari, etrafinda bir pansiyonun -belki de birkac- oldugu dere kenari mi acaba?
S.böcekciğim,
YanıtlaSilŞile, son zamanlarda öyle hızlı büyüyormuş ki...
Ama, şehir merkezi o dar caddesi, eski fırınları, Şile bezi satan dükkanları pek değişmemiş.
O, etrafında pansiyon olan dere kenarı şimdinin meşhur turistik gezi yeri olan Ağva olsa gerek ki, ben oraya hiç gitmedim galiba.