Perşembe, Kasım 29, 2007
BOŞLUKLARI DOLDURUYORUM
Neolitik Hanım, "ebe-sobe" yazısının sonunda geleneğe uymuş.
Sobelediklerinden biri benim.
Bu sefer, cevapları düşünürken zorlandım.
Bakalım, yazarken altından kalkabilecek miyim?
Ben küçükken, en çok kardeşimle evcilik oynamayı severdim.
Kare yemek masasının üzerine battaniye örter, kenarlarına sandalye dayar, bir çeşit çadır-ev yapar ve bebeklerimizle oynardık.
Daha büyüdüğümde ise, en çok radyo dinlemeyi sevdim.
Büyük şehir merkezinden uzak küçük kasabalarda yaşadığımız için, yayını iyi alamayan, sık sık parazit yapan elektrikli radyoya kulağımı dayar ve okul radyosu, radyo tiyatrosu, çocuk saati ne varsa, hep dinlerdim.
Kulağımı dayamadığım zamanlarda da, babamın dinlediği haberlere, yorumlara ve annemin dinlediği şarkı, türkülere kulak kabartırdım.
Ben aslında, dünyayı gezmek isterdim.
Şimdi, benim yay burcundan olduğumu bilen arkadaşlarım bıyık altı gülümsemiştir, sanırım. İnanın, sahiden isterdim. Hayır, ...dim değil, sahiden isterim. Hatta, bu hayalimi gerçekleştirebilmek için, tuhaf fikirler de üretirim, zaman zaman.
Neyse, olacak bir gün. Umudumu kaybetmemeye kararlıyım.
Aslına bakarsanız, dünyayı fırdolayı -henüz- gezemediysem de, bazı ilginç, güzel yolculuklar yapmışlığım vardır. Yine de kesmiyor o kadarı, istiyorum işte!
İlk kopya filan yok. Çünkü kopya çekmedim, hiç.
Yani, sıranın kenarına yazılan ve ne olduğu anlaşılamayan bir iki harfi kopya saymıyorum. Oohhoo, ne kopya öyküleri var, dinlediğim. İşin komiği, onları da pek hatırlamıyorum. Sadece, kopya çekme anılarını dinlediğim zaman, imrenmeyle karışık bir saygı duymuş olduğumu hatırlıyorum.
Cep telefonuyla ilişkim, ilk başlarda reddetme ve nefret arasında gidip gelirdi. Hatta, ilk cep telefonum sık sık kapanırdı, konuşulmaz olurdu. Ben, bu durumu yaydığım negatif enerjiye bağlamayı tercih etmiştim. Belki de telefon kötü bir modeldi.
Sonraları, bu alet gerekiyor işte; dır dırı bırak da, doğru düzgün kullan diye kendime verdiğim komutlar sonucu, yeni telefonla aram düzeldi. Cep telefonuyla konuşurken kulaklık kullanıyorum, böylece zararlı etkilerinden biraz korunduğumu varsayıyorum.
Şimdi, telefonu en çok çocuklarımla haberleşmek için kullanıyorum. Bir de komik kadınlarla eş zamanlı olarak TV dizisi izlerken görüş teatisi mesajları göndermek için.
En saçma huyum nedir?
Valla, bilemeyeceğim. Yani kendi kendime saçma gelmediği halde, başkalarını sinir eden çok huyum vardır, herhalde.
Diyelim sakız çiğnerim; yanımda sakız paketi taşırım. Özellikle iki yaka arasındaki sıkıcı yolculuklarda sakız ile teselli bulurum.
Hah, mesela, geçen gün lafı olmuştu; yere düştüğümde iki büklüm olur, gülerim.
İstemeden korku filmi seyretmem gerekirse, elimle yüzümü kapar, parmaklarımın arasından bakarım.
Aşk, bana kalırsa, insanın kendi kendine yarattığı, abarttığı, yerin dibine soktuğu haller bütünüdür. Böyle duygular yaşamaya ihtiyacımız olmalı ki, yaratmış ve önce kendimiz inanmışız. Aşık olmayan, aşk ister. Aşık olan bitmesin ister. Bazen de kurtulayım gitsin, ister.
Yani kimse, aşkla ilgili olarak o an yaşadığı durumdan hoşnut değildir.
Ben, içten gelen, derin sevgiyi -tabii ki aşk yaşamış ve boyunun ölçüsünü almış olmak kaydıyla- üstün tutarım.
En sevdiğim bloglar, her gün en az bir kez girip, yeni bir şey yazılmış mı diye baktımlarımdır.
Onlar, hayatı farklı yönleriyle anlatan, uzaklarda yaşayan, sinemadan, edebiyattan, müzikten sözeden, gezen, doğa seven, değişik lezzetler peşinde koşanların bloglarıdır.
İlk sürekli izlediğim blog "Mutfak'ta Zen" ve bana yazma isteğini veren blog "Bağdat Cafe"dir.
Hımm, sıra geldi topu havaya atmaya.
Boşlukları doldurmak için, Hüthüt Kuşu'nun Elif'inin, The Saint'in Simon'unun ve Lezzetli Hatıralar'ın Mitmit'inin adını söylüyorum.
Hadi, tutun topu!
Fotoğraf, New-York Muhtarı'nın blogundan alınmıştır.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
ben de tam sobemi savmis, seni sobelemis, sana haber vermeye gelmistim ki, bir ne goreyim! sen coktan sobelenmissin bile. ben de yerine baskasini sobeledim.
YanıtlaSilayni anda yazdik buyuk ihtimal, o yuzden de ilk okuyan ben oldum sanirim :)
askla sevgi demissin ya, ben hala ikisi arasindaki farki bilemeyenlerdenim. yani biliyorum elbette, ama ikisini kendi icimde ayirt edemiyorum. asik olduklarima buyuk bir sevgiyle baglaniyorum hep. asik olmasini bilmiyorum ben galiba...
Müzi, harika!
YanıtlaSilBirbirimizin sobe yazılarına ilk yorumları bırakarak, önemli bir ilke imza attık.:))
Cümlenin sonunu toparlayamadım, tumturaklı bir TV spikeri dili oldu.
Kabul buyurun efendim.
:)
dünyayı gezmek istemen beni hiç şaşırtmadı ekmekçikız, sen ve gezmek o kadar doğal bir birliktelik yaratıyorki benim imgelemimde. tanıyabildiğim kadarıyla bu ekmekçikız, dünyayı gezer. kesin. ve ben de keyifle okurum.
YanıtlaSilevcilik, yaşadığım yerde annelerin kabusu haline gelebiliyordu. bir sokağın tamamına yayılan bir evcilik düzenimiz olurdu küçükken. evden binbir şımarıkllıkla dışarıya çıkarma izni alınmış gerçek tabak çanaklarla oynardık. saatler boyu oynanan bir evine geldim, evime gel misafirciliğine dönüşürdü.:) hehe, ne saçma geliyor şimdi.
müzi'nin blogunda piştiye düştüğümüz düşene gülme huyu da hiiiç yabancısı olmadığım pis bir huyumdur:)))
sevgiler...
Elektracığım,
YanıtlaSilEvciliği severdim, ama, kardeşim daha yaratıcıydı, oynarken. Bebelerine elbiseler diker, saçlar yapardı.
Ben sokakta oynayabildiğim zamanlar daha mutlu oldum. Koşturmayı, bisiklete binmeyi, toplu oyunlar oynamayı, ip atlamayı çok severdim.
Aslına bakarsan, sokakta olmayı şimdi de çok severim.:)
ekmekci kız,
YanıtlaSilben de evcilik oynamaya bayılırdım. koca kız (orta 1) olana kadar da inatla oynadım. lojmanın önüne sererdim battaniyemi, oyuncaklarımı, bazen yalnız bazen arkadaşlarımla bütün gün oynardım. evde de tıpkı senin dediğin gibi masaların altına, yüklüğün (büyük gömme dolap) içine kuytu evler yapardım. çocuklar ve kediler bayılıyor kuytu yerlere :) lojmana girip çıkanlar beni görüp, "yine sermiş kilimini" derlerdi.
ben de radyo dinlemeyi çok severim. ne çok ortak noktamız var, keşfettikçe seviniyorum :) şimdi de uyanır uyanma açarım radyoyu, mutfakta yemek yaparken de açıktır hep. bir şeyler okurken, yazarken, illa ki radyo olacak.
dünyayı gezmeye nereden başlamak istersin peki? bir rota çizsen ya bize?
Ben de aslinda d�nyayi gezmek istiyorum ama...
YanıtlaSilDur bakalim, o g�nler de gelir elbet, umutsuzluga kapilma sen de.
:)
Sevgili Neo the Editör,
YanıtlaSilKüçükken radyo dinlemeyi severdim de şimdi bıraktım mı?
Hayır. Şimdi de aynen senin saydığın durumlarda radyo yanıbaşımdadır. Yemek yaparken, radyo sesi keyfimi daha çok artırır.
Bak bu rota çizme işi üzerinde hiç ciddi olarak kafa yormadım. İyi ki söyledin, daha ciddi bir çalışma gerekiyor ki, gerçekleşme ihtimali artsın. Ben, hep, birisi bana hadi gidiyoruz desin ve ben hoop atlayayım, gideyim gibi bir ruh hali içindeyim, bu konuda. Hah! O şans nerdeee?
:))
T.T.ciim,
YanıtlaSilSen böyle düşünmesen şaşardım.:)
Burcunuz neydi aceba?
O günlerin gelmesini beklemek bıkkınlık veriyor, desem gezdiklerim için nankörlük etmiş gibi oliciim de neyse...
:))
ask, kopya ve cep telefonu benzer noktalarimizin deyim yerindeyse "top" yaptigi alanlar :)
YanıtlaSilbir de cep telefonu tasiyarak her an herkese ulasilabilir oldugumu bilmek ve bu duygu beni rahatsiz ediyor...
Ben de bu ebe sone neyin nesidir diye merak edip dururdum, şimdi anladım. Çok yeniyim, kimseyi ebeleyemesemde bloguma yazacağım. Bir yay gibi fırlaman ve bolca gezmen dileğiyle ekmekçikız:))
YanıtlaSilbizim yaptığımız battaniyeden ev şöyleydi; iki somya arasına battaniye serilir, büyük ve ağır divan yastıkları da battaniye düsmesin diye kenarlarına konulur. sonra mutfaktan bir iki tane oklava alınır ve bunlarda çadırın ortasını yapmak için battaniyenin altına konurdu. battaniye büyükse otağı bile yapabilirdiniz yani.
YanıtlaSilsonra o divan yastıklarından bir de at yapardık. üç tanesini bir sehpanın üstüne koyardık, onların ustune eğer niyetine bir de paspas atardık. oklavalar bu sefer tüfek olurdu. hele bir de kovboy film varsa televizyonda değmeyin keyfimize.
radyo çok dinlenlrdl bizim evde eskiden. şimdilerde benim de kulağım arıyor. hangi kanalları dinliyorsun ekmekçikız?
S.böcekciğim,
YanıtlaSilCep telefonunu her an herkes tarafından ulaşılabilir olmak yanıyla değil de, en çok yakınlarıma ve özellikle çocuklarıma ulaşabilmek için hoşgörüyorum.
Geçende gazetede okudum sanırım, bir yabancı politikacının basın toplantısında "anne olanlar dışında herkesin" cep telefonlarını kapamaları istenmiş. Ayrıntılı tanımlama dikkatimi çekmişti. Bu önemli bir ayrım, doğrusu.
:)
En başında ben de nedir bu, nasıl bir saçmalama hali bu böyle havasındaydım, Mitciğim.
YanıtlaSilSonraları böyle oldu.:)) Oynayınca eğlenceli oluyor.
:)
Pelinciğim,
YanıtlaSilSiz bu işin ilmini yapmışsınız.:)
Evet ya, biz de oklavalarla birşeyler yapardık.
Yaratıcı beceri daha çok kardeşimde olduğu için fazla ayrıntı hatırlayamıyorum, ama.:(
Şimdilerde, eskisine göre çok zayıf kalmış olsa da, yine de, özellikle klasik müzik için TRT 3, eski şarkı çaldığı için Power XL ve Joy FM, haber almak için NTV radyo, çok uzun ve bayıltan konuşmalar olmadığında Açık Radyo dinlediğim radyolar.
:)
"Yarattigi, abarttigi, yerin dibine soktugu..."
YanıtlaSilSuper : )
Ne diyeyim, ama, B5'ciğim?
YanıtlaSilÖyle değil mi?
:))
sanirim bu sobeleme islerine yabanci olsam da , okudugum kadari ile takip ettigimiz bloglarin sahipleri hakkinda biraz daha fazla bilgi sagladigi icin seviyorum bu oyunu..
YanıtlaSilPaylastigin icin tesekkurler.
Sevgili Muhtarcım,
YanıtlaSilGeçen sene, daha çok yazı yazdığın zamanlar seni okuyup kendimi New York'a gitmiş gibi farz ediyordum.
Şimdi de fotoğraflara bakarak aynı hissi yakalamaya çalışıyorum.
Bir dahaki ebe-sobe'de elim sende kalsın o zaman, ne dersin?
:))
aslinda ben eskiden yazdigim yazilarla ne oduller alirdim, ama simdi okula mecburiyetten yazilar yazip duruyorum (odev, proje icin) fotograf makinasi cikali beri, tembel isi oldu benimkisi ama olsun, hic yazmamaktansa bu sekilde icimdeki enerjiyi guzel bir seye donusturup paylasmak da cok zevkli...
YanıtlaSilEvet ya, şu içindeki enerjiyi paylaşmak konusu çok önemli.
YanıtlaSilİyi yapıyorsun, yazılarına kavuşmayı da bekliyorum.
:)