Cuma, Temmuz 17, 2009

"AŞK" BİTTİ

"Başlıbaşına bir dünyadır aşk. Ya ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde." diyerek bitirmiş, romanı. Başlangıçta da aynı sözler var.

Hangi romanı, kim yazmış?
Okuyanlar anladı, okumayanlara söyleyeyim; AŞK.
Elif Şafak'ın son romanı, "Aşk".

Hani şu pembe kapaklı olduğu için kıyametler kopan, 200.000 satmasına burun kıvrılan, çok ısrar edildi diye, erkeklerin okurken utanmaması için bir de gri kapakla basılan roman.

Kitap kulübümüzün önceki ay okuma programındaydı, "Aşk".
Çok satılana, çok okunana ve hakkında çok konuşulana alerji duyup, uzaklaşma eğilimim yüzünden kitaba başlamış, sonra bu görev duygusuyla okuyamayacağımı anlayıp, kimselerin okumadığı alternatif kitaba geçmiştim.
Sonra, o günkü toplantıya katılan herkes kitaptan büyük övgüyle söz edince, az bir durup sonra okuma kararı aldımdı.
Az durma sırasında araya Japon yazar Haruki Murakami girdi ve sonunda Aşk'a sıra geldi.

Doğrusu, her türlü huysuzlanmama karşın, kitap yirmi-yirmibeş sayfa sonra kendini okutmaya başladı, akıp gitti. Eh, ben de daha fazla direnmedim, Aşk'a.
Durum budur!

Derseniz ki, nedir eleştirin, övgün? Ne çok ateşli bir övgüm var ne de karşı çıkan yere çarpan bir tezim.
Okurken, kendimi kaptırarak, kimi yerlerinin altını çizerek hatta, keyifle okudum. Ama, o kadar.
Hayatımın kitabı ve felsefe abidesi diyemem, doğrusu.

Kitabı bitirince, biraz aradım, okudum neler demişler diye.
Yazarın kendisiyle yapılmış ayrıntılı bir TV röportajı var, şurada.
Bir bloggerın Elif Şafak külliyatı hakkında bir yazısı var, burada.
Elif Şafak kimdir, sorusunun cevabı tıklayınca.


Gri kapaklısını bulamadım, grili fotoğrafı göstereyim, size.

Bir de altını çizdiklerimden bir kaç cümle:

"Meğer birini aşkla, şuurla, şükranla sevmek ne güzelmiş." (sf. 410)

"Sevdiğin birini yitirince bir yanın onunla beraber kaybolur. Terk edilmiş hayaletli bir ev gibi buruk bir yalnızlığa esir olur, eksik kalırsın. İçinde bir sır gibi giden sevgilinin yokluğunu taşırsın." (sf. 404)

"Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker, kimi maddi kayıp... Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise, ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar." (sf. 302)

"Yirmi Yedinci Kural: Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır.... Senin gönlün değişirse, dünya değişir." (sf. 260)

"Bila noksan, eksiksiz bir hayattır sürdüğün. Ya da öyle sanırsın. Alışkanlıklara ayak uydurur, tekrarlara kapılırsın. Şimdiye değin nasıl yaşadıysan, gene öyle yaşayacaksın sanırsın. Sonra beklenmedik bir anda biri çıkar gelir. Etrafındaki kimseye benzemez. Kendini bu yeni insanın aynasında görmeye başlarsın. Var olanı değil, sende eksik olanı gösteren sihirli bir aynadır o. Ve sen bunca zaman aslında hep bir eksiklik duygusuyla yaşadığını, bilmediğin bir şeye hasret çektiğini anlarsın. Şamar gibi iner hakikat suratına. Sana içindeki boşluğu gösteren bu kişi bir pir, üstad, arkadaş, yoldaş, aş ya da bazen bir çocuk olabilir. Önemli olan seni tamamlayacak ruhu bulmandır." (sf 240)

Hımm, kitabın bölüm başlıkları ve tanımları var ki, onlar da ayrıca etkileyici:

Bölüm Bir
TOPRAK
Hayattaki derin, sakin, katı şeyler...

Bölüm İki
SU
hayattaki akışkan, kaygan ve değişken şeyler...

Bölüm Üç
RÜZGÂR
Hayattaki terk, göç ve devr eden şeyler...

Bölüm Dört
ATEŞ
Hayattaki yakan, yıkan, yok eden şeyler...

Bölüm Beş
BOŞLUK
Hayatta, varlıklarıyla değil yokluklarıyla bizi etkileyen şeyler...

Pembe kapak, gri kapak takmayın bunlara, okuyun kitabı.
İçini açın bir dinleyin, suf'i olursunuz belki!
Kimbilir?
.

26 yorum:

  1. istanbul sana kalmaz gülüüüm, ben de buradayım:)
    aşk'ı bitirdiysen, bab-ı esrar'a başla hemen ahmet ümit'ten. iki farklı cinsten iki ayrı şems algısı çok keyifli oluyor. burada cinsle, cinsiyeti kastediyorum, alınmasın hayranlar:)
    ben mesela elif'in şems'ini böyle hafif rocker, looser, coool bir şems olarak gördüm. ama ahmet girdi devreye hemen ve ne kadar arıza bir şems oluşturdu kafamda:) hemen derim ben, hemen oku:)))

    YanıtlaSil
  2. Elektracığım,
    tamamıyla bana kalmış vaziyette İstanbul!
    Hadi peki, bizim yaka diyeyim, sen de sizin tarafı sahipleniver!
    :)))
    E.Ş.'ın Şems'i Zahara temel alınarak yaratılmış, adeta. O senin söylediğin asri haller, ondan olsa gerek. A.Ü.'nün Şems2ini bilmiyorum, ilk fırsatta öğreneyim.
    Sağol, tavsiyeye...
    :)))

    YanıtlaSil
  3. Zeynepciğim,
    Başlığı attığım anda dilimdeydi, o şarkı!
    Bakalım dedim, ilk kim dile getirecek?
    Birinç!
    :0))

    Not: Bitebilir bittabii ki "o" ve fakat yeniden de başlayabilir.
    Di mi, ama?
    :))

    YanıtlaSil
  4. elektraya katiliyorum. okumalisin babi esrari. farkli yazarlardan farkli sems portreleri. ama bence ikisi de çekici...

    haa, bi de...aşk biter mi hiç yahu...
    :)

    YanıtlaSil
  5. Elif Şafak okumak mı?Hımmmm eskileri yeni yeni yeniden.. ben Kerime Nadir ve Muazzez Tahsin Berkant okumayı yeğliorum tekraren..Günümüz kadını çok bir ruhsuz.Önce yeniden ruhunu bulmalı :(..Ruhunu kaybeden kadın,erkeği yok edendir ki...devamı benede saklı kalsın!

    YanıtlaSil
  6. Şuleciğim,
    Bu okuma tavsiyesine bakarak, senden ödünç alacağım kitapların sayısının giderek artmakta olduğuna dikkatini çekeceğim.
    Kitaplığı taşıyacağız, galiba.
    :)))

    YanıtlaSil
  7. Zafer Bey,
    Yorumunuzun ilk kısmına katılıyorum; eskiler şüphesiz tekrar tekrar okunmalı.
    Ancak, "Günümüz kadını çok bir ruhsuz.Önce yeniden ruhunu bulmalı." kısmına itirazım var.
    Bu ruh kaybı, bir çeşit erozyon; sadece kadınları veya sadece erkekleri etkilemiyor. Tüm insanların sıkıntısı bu, bence.
    Kişisel tecrülerimizin zorlamsı nedeniyle, sadece bir tarafa yüklenmek, haksızlık olmaz mı?
    :)

    YanıtlaSil
  8. Uzun bir karşı yazı yazmıştım(ruhsuzluk üzerine) gönderi butonuna bastığımda ani elektrik kesintisi tüm yazdıklarımın boşa gitmesine yol açtı..Allah"ın takdiri diyeyim(Akp"li bakanların sıkıştıklarında..heh heh)..Kendi blog"umdan bu konuyla ilgili bir yazı yazarım herhalde(kendime saklasam mı acaba?)..
    ...Bir simbo(markasını doğru yazmışımdır inşaallah)ekmek makinam var.Evde ekmiekçi başı benim.Elim alıştı,3 ölçü un,1-1,5 tatlı kaşığı kuru maya(suda eritip koyuyorum),1 bardaktan biraz fazla su(mayanın suyu da hesaba girerse 1,5 bardak),1 yemek kaşığı sıvı yağ,1,5 tatlı kaşığı şeker,yarım tatlı kaşığı tuz karıştırma kabına koyuyorum.Makinayı 3 saate ayarlıyorum(ekmek kabuk derecesi hafife).Pişerken 1 saat sonra nefis kokular çıkmaya başlıyor.3 saat sonunda nur topu gibi bir ekmek.Biraz kendi sıcaklığında dinlendirip kabından çıkartıyorum.Ve bir beze sarıp dinlendiriyorum.2 gün yaptığım bu ekmek gidiyor.Bir iki defa cevizli denedim,zaman zaman buğday un'a kepek,çavdar yulaf unu karıştırıyorum.Fakat kepek karışınca fazla kabarmıyor..Sizin yanınızda çok çok amatörüm bu konuda şüphesiz ama 2 yıldır ekmek konusunda özgürüz.Fırın ekmeği sanki pamuk helva misali(maya maya kokması da cabası)..

    YanıtlaSil
  9. Kerime Nadir"in Posta Güvercini'ni okudunuz mu hiç?Bu romanını defalarca okudum ben.Umutsuz aşklar resitali sanki ki İsatnbul"un o eski havasa çok güzel bir dille yansıtılmış.Sanki el değmemiş o Güzel İstanbul insanın düşsel dünyasında bütün saflığı ve el değmemişliğiyle canlanıyor.O İstanbul"da Zeki Müren gencecik haliyle sanki,ne Anadolu"nun doğusundan ne onun güneyinden henüz istilaya uğramamış,Ayhan Işık"ların,Türkan Şoray"ların vs dönem insanlarının gençlik yıllarının hüküm sürdüğü..Tıpkı eski siyah beyaz sinema manzaralarının arada yeni yeni sinemaskop renkli filmler tadında 1955-1960 arası yılların kafamda şekillendiği..Ah İstanbul hep öyle kalabilseydin ya.Beşikta"a inerken yokuş başında uzak deniz adalarının gözüktüğü o güzelim bulvara tasma gibi bir üst gecidin takılmadığı yıllarda kalabilseydin ya.Tarihi okul ve binaların bahçelerine ünlü iş adamlarının diktiği saçma sapan binalarla bozulmamış halinle..Niçin hala Paris nesiller geçise de aşağı yukarı aynıdır da İstanbul bu kurala uyamaz. EROZYON niye oraları vurmaz da benim ülkemi al-aşağı eder böylesi kabalıkla-haşince(ruhsuzluğa dolaylı gönderme).Neden Paris"de aşağı yukarı yüzyıl öncesinin aynı sokaklarını ve insan kalitesini olduğu yerde bulabiliriz de benim Levent"im,İçlevent"im,Dördüncü Levent"im BEŞİKTAŞ"ım 30 yıl bırakın 5 yıl öncesi gibi değil.Uygar"lığın erozyonuyla bunu nasıl hangi akl-ı selim mantıkla açıklayabilirim.Hani nerede o eskinin İstanbul Hanımefendi'leri o İstanbul Beyefendileri,kaç kişi kaldılar..Hayır,hayır bunu erozyonla açılmak çok çok kolaycılık..Balık baştan (mideden kokar aslında) kokar denir.Siyasete bakarsak sanırım Öazl"ın o yeni yarattığı insan tiplemesi ve evet ondan öncekilerin varoşları tıkabasa oy potansiyelleri için hesapsızca yığınlarla doldurmalarının göçü teşvik etmelerinin ve evet Özal siyasetinin varettiği yeni nesil apolitik gençlikle açıklamak..of of doluyum başka başka bir sefere..Dedim ya kendi bolgumda kendimi sansürler halde sözde özgür demokratik bir ülkede..Cümleler yarım yarım kusura bakmayın çünkü akıl hızıma ne elim ne kelimeler yetişebiliyor.1980 öncesi gençlik ah o gençlik meğer siz başlar üstünde tşınmaya layıkmışsınız.Her sabah vuruşmaya kalkarken güneş, ay geceye sakin omuz omuza açıkhava sinemalarında barış şarkılarına doğardı.Hala hafızalarımızda ve gözyaşlarımızda değil mi..ARKADAŞ

    ..

    Bir kıvılcım düşer önce, büyür yavaş yavaş
    Bir bakarsın volkan olmuş, yanmışsın arkadaş
    Dolduramaz boşluğunu ne ana ne gardaş
    Bu en güzel, bu en sıcak duygudur arkadaş

    Ortak olmak her sevince, her derde, kedere
    Ve yürümek ömür boyu, beraberce, el ele
    Olmasın hiç o ta içten gülen gözlerde yaş
    Bir gün gelip, ayrılsak bile seninle arkadaş
    (Yollarımız ayrılsa bile seninle arkadaş)

    Evet arkadaş;kim olduğumu, ne olduğumu
    Nerden gelip, nereye gittiğimi sen öğrettin bana
    Elimden tutup, karanlıktan aydınlığa sen çıkardın
    Bana yürümeyi öğrettin yeniden
    El ele ve daima ileriye
    Bir gün.
    Bir gün birbirimizden ayrı düşsek bile
    Biliyorum, hiçbir zaman ayrı değil yollarımız
    Ve aynı yolda yürüdükçe
    Gün gelir ellerimiz yine dostça birleşir
    Ayrılsak bile kopamayız

    YanıtlaSil
  10. Zafer Bey,
    AKP'li bakanların savunma mekanizmaları sizi de korumuş, anlaşılan. :o)

    Bilemeyeceğim, artık.
    Nerede yazarsınız ve ne dersiniz.
    Bekliyoruz, anlatın bakalım.

    Evde ekmek yapmak ve onu yemek nasıl büyük bir lüksmüş meğer!
    Estağfurullah, amatör değilsiniz, tarifiniz yerinde. Ben, önce elle yoğururdum hamurları, sonra bir ekmek makinesi aldım, sonra çarkı kırıldı pert oldu. Artık, çok mu kullandım, değişik ekmek hamuru denemelerimden makineye gına mı geldi, bilemiyorum.
    Şimdilerde yine elle yoğurmaktayım.
    Evet, o mis koku ve o katışıksız lezzet için herşeye değer.
    :))

    YanıtlaSil
  11. AA!
    Bu arada yeni yorum düşmüş!
    Bir okuyayım bakalım, ne deniyor?
    :)

    YanıtlaSil
  12. Herşey sekse-cinselliğe,popilist siyasete,tüketim toplumunun kapiitalist sistemi insanı bir cüzdan olarak gördüğü günlere döndü..Toplumu şekillendiren kadın ne gücünün farkında ne toplumun gerçek mühendisi olduğunun bilincinde o mağaza senin bu kuaför benim..Eli de az buçuk para gördü ya erkekle aşık yarışı ki...Her neyse Atatürk bence dinci kesimle değil emanet ettiği ve güvendiği diğer kesimin içler acısı hali yüzünden mezarında ters dönüyor olmalı..Karamsar değilim hayır.Birgün biri çıkacak ve uyuyanları derin uykularından uyandıracak,karamsar değilim hayır çünkü umudum 1970"lerden geliyor benim.Ve hala o umutla var"ım.Aydınlık umutlara Türkiye"m..

    YanıtlaSil
  13. Zafer Bey,
    Durum, sizin baktığınız yerden anlattığınız gibi görülüyor, demek ki! Size öyle geliyorsa, en azından sizin için öyledir.
    Herkes, değerlendirmelerini bulunduğu ve etkisinde kaldığı yerden yapar, çünkü.

    Benim bulunduğum yerden bakınca, hiç bir şeyin, ne İstanbul'un ne de kadın kısmının(!) eskisi gibi olmamasının nedeni hızlı bir geçiş dönemi yaşıyor olduğumuz, düşüncesindeyim.
    Hızlı bir değişim rüzgarı -ama, henüz evrim değil- zaten köprü konumunda olduğu için etkilere açık olan toplumumuzu daha da derinden etkiler oldu.
    Ben de umutsuz değilim.
    Ne var ki, yeni olumlu şeylerin 70lerdeki gibi olması gerektiğini, eskinin tekrarının umut getireceğini düşünmüyorum.
    Yeni olan durum için, yeni yollar çıkacaktır.
    :))

    YanıtlaSil
  14. Yanlış anlaşılmalar olabilir.Geçmiş şüphesizki geçmiştir.Fakat tırpan yeni bitkileri doğururken ne yazık tırpanladığı başakları yerine koyamaz.Yeni başlar verir sadece.Geçmiş derstir fakat hızlı değişim rüzgârı evet varım fakat saniyeler bir öncesini geçmişte bırakıyorken Avrupa geçmiş saniyelerinden kopmadan ileriye taşıyor kendisini.Herşeyi değişim rüzgarının esintisiyle açıklamak İstanbul"u veya geleceği taş yığınına çevirmektir ki bizim yaptığımız bu şimdilik..Atatürk önce kadınlardan başlamıştı ki gerçek toplum mühendislerinin ne siyasiler ne de akademisyenler olmadığını bildiğinden.Birşeyi kadına mal etmezseniz havanda su döversiniz.Niçin din bezirganları harıl harıl kreşler vesair açıyor kadını rapt_ü zapt altında tutmya gayret ediyorlar.Zamanı başka ne şekilde dondurabilir ve taşlaştırabilirsiniz.Tabii ki toplumun ellerina doğduğu kadını pasifize ederek.Doğurmak yetmiyor,kadın donanımıyla eline doğanı hanur gibi yoğurma kabiliyetinde olabilmeli.Atatürk"ün yapmaya uğraştığı buydu.Eİki de birde sol bir söylem kullanmakla radikal solcu falan olduğumu sanmayınız.Ben uslanmaz bir Kemalist"im..sevgiler

    YanıtlaSil
  15. Tırpan geçmiş başları koparmamalıydı.Geçmişin hafızasının geleceğe yön vermesine izin vermeliydi.Bütün uzun ve de uzunca yazımın kısaca özeti budur.

    YanıtlaSil
  16. Hızlı değişim sürecini biz bu coğrafyanın insanları olarak Osmanlı"nın Tanzimat Fermanından beri yaşıyoruz.Sanırım hiçbir coğrafya bu denli sürekli değişime maruz kalmamıştır.Buna alışmamız gerek artık.Bu coğrafya her dönem değişecek devamlı..Dolayısı ile bunu bir etken olarak kabul edemiyorum açıkçası..Kendi kaderimize kendimiz bir türlü hükmedemiyoruz ana sebep budur !..

    YanıtlaSil
  17. Zafer Bey,
    Geçmişin hafızası, bir yolunu bulup geleceğe yön verecektir. Burada yazdıklarımızn bile buna katkısı olacaktır.

    Kendi kaderimize hükmetmeyi, sahip olduğumuz değerleri koruyarak değişimi gerçekleştirmeyi de öğreneceğiz.
    Öğrenmeliyiz.
    :)

    YanıtlaSil
  18. Ah ne zaman öğreneceğiz 200 yıl geçti hala aynı aynı dönme dolabın eşeğiyizGözümüzde at gözlükleri dön babam dön,düz yolda gider kandırmacası.Offf off siyasetmi sıkıyor sıkıyor.Gazate ve haberleri dinlemiyorum.Blog"uma da eften püften şeyler yazmaya devam edeyim ben en iyisi.Yoksa ergenekondan alimallah (aman çok korktum hah..)..:))..Yorum sayfanızı gereksiz lûgatad ile doldurduğum için kusuruma bakmayınız.Silebilirsiniz..Sevgiler,selamlar

    YanıtlaSil
  19. İyi de umut etmekten vazgeçersek, neye yarar?
    Siz entipüften şeyler de yazın, bunları da...
    :))

    YanıtlaSil
  20. Zafer Bey,
    Bu not ekmekle ilgili.
    Ekmeğinizi kepekli yaparken, suyu birazcık daha fazla ekleyin. Kepek, diğer unlardan çok daha fazla su çekiyor. Ekmeğinizin az kabarması ondandır.
    :)

    YanıtlaSil
  21. Ben en iyisi ekmek yapayım :P..Bakın el elden üstündür demişler ne doğru demişler bunu hiç düşünmemiştim gerçekten, kepekli ekmek konusunda su arttırımı tavsiyenize uyacağım.Teşekkürler

    YanıtlaSil
  22. Elif hn.ın anlatığı aşk başka bir şey, çok fazla ciddiye alınacak bir kitap değil.

    Hocamın söylediği "ancak kötü metinlerden bir şey öğrenilir" i test etmiş olduk :))

    YanıtlaSil
  23. Enis Bey,
    Kitap okumak öyle bir şey ki, iyisinden de kötüsünden de öğreniyorsunuz.
    Ciddiye almak, bu öğrenme işinin sizde bıraktığı ize göre değişen bir sonuç.

    Doğrusu, Elif Şafak'ın kitabından öğrendiğim veya bendeki öğrenme mekanizmasını harekete geçiren çok şey oldu.
    Anladığım, siz, bu kitabının pek çok hayranının aksine düşünüyorsunuz. haksız değilsiniz.:)

    YanıtlaSil
  24. Kitabı biraz önyargılı okuduğumu itiraf etmeliyim. Sanırım bunda eserin önce ingilizce yazılıp, sonra Türkçe ye çevrilmesi ile Hz. Mevlana'nın ve Şems-i Tebrizi Hz. lerni konu alan bir romanın bir best seller tarzında pazarlanması vardı.

    İllede romandaki arkadaşlarla bereber romanı okuduk (http://illederoman.blogspot.com/ )ve birer eleştiri yazısı yazdık. Üç aşağı beş yukarı aynı konulara takılmışız. Sizin yazınızıda arzu edersiniz bloga ekleyebiliriz.

    selamlar

    YanıtlaSil
  25. Enis Bey,
    İzlenecek blog sayısını hızla artırıyorsunuz.
    :))

    YanıtlaSil

Hoşgeldiniz!