Sabah, telefonun alarm öncesi yumuşak melodisinin tonu iyice yükselmişken gözümü açabildim.
Kalkmak zamanı ne çabuk geldi?
Geç yattım, daha da geç uyuyabildim, uyanması zor mu zor...
Çiçeğimi gönderir biraz kıvrılır uyuklarım diye kendimi teselli ettim, yataktan kalktım.
Sonraki yarım saat rutin hareketlerle geçti.
Kızım, servisi beklemek üzere kaldırıma indi. Balkondan bakarken beş dakikaya yakın zaman geçti, servis gelmedi. Üşüdüm, salonun penceresine geçtim. O sırada kapı zili çaldı, kızım yukarı çıktı. Biraz endişeli ve telaşlı, "servis kimseye gelmemiş anne, İbo'ya bişey oldu galiba, ben okula kendim gidiyorum" dedi.
Buyur bakalım! Hadi git yat yarım kalan uykuya dön istersen. Anında adrenalin salgıladı vücudum, zıpkın gibi oldum, uyku filan kalmadı.
Böylece sonraki bir saat çiçeğimin "metroya geldim", "vapura yetişemiycem marmaraya'a geçiyorum", "metrodan indim, okula yürüyorum", "İbo'nun bişeyi yokmuş, alarmı çalmamış uyuyakalmış" mesajlarını bekleyerek ve ona cevap vererek geçti.
Neden sonra ortalığı toparlamak ve havalandırmak için yatak odasını girdiğimde beni bir gülme aldı.
Yastığım, fazlaca yoğurulmuş ve dinlenmesi için kenara atılmış hamur gibiydi. Geç vakit kendimi uyumaya ikna etmeye çalışırken nasıl debelendiysem artık...
Sabah evi toparlama hazırlanma faslını atlatıp karşıya geçmek üzere yola çıktım.
Bu arada hava sabah erken saatteki parlaklığından uzaklaşmış, grinin tekdüze tonuna bürünmüştü.
Tam havanın melankolisine teslim olmak üzereydim ki, kardeşim aradı Nişantaşı'nda arkadaşlarıyla buluşup sergiye gideceklerini söyledi. Öğlen tatilinden yararlanıp, hemen eklendim kızlara.
Milli Reasürans'ta Mustafa Pancar'ın sergine gittik.
Konu ve malzeme kullanımı bakımından son zamanlarda gördüğüm en güzel sergiydi. Özellikle kolajlara ve tel örgü kullanılarak yapılmış işlere bayıldım.
İstanbul'da yaşayanlar bu sergiyi kaçırmasın derim.
Görünüz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoşgeldiniz!