Pazar öğleden sonra annemle birlikte "Ayla" filmine gittik.
Annem, filmi çok beğendi, sıkılmadan uyuklamadan seyretti. Gözü iyi göremediği için, konu ve anlatım ilgisini çekmezse keyif alamıyor haliyle. Ben beğendim mi diye sorarsanız, kısaca evet veya hayır deyip kestirip atamayacağım.
Filme konu olayı, yıllar önce bir gazete röportajında okuduğumda çok etkilenmiştim.
Çocukluğumda bir yaz, annanemlerde misafirken bir köşede kalmış eski Tarih Mecmuaları bulmuştum. Bir kaç tanesinde Kore'ye gönderilen askerleri ve orada kahramanlık gösterilen çarpışmaları anlatan yazılar vardı; merakla ve ilgiyle okumuştum.
İşte benim savaşın nasıl olduğunu merak ederek kahramanlık öykülerini çocuksu bir heyecanla okuduğum o savaşta aslında nice dramlar da yaşanmış, sonra öğrendim. Ülkeleri işgal edilen Korelilerin temel mücadelesi bir yana, kaybolan çocuklar ve onları bulan askeri birliklerle bir süre beraber yaşamaları, her biri ayrı dram.
Filme dönersem, "Ayla" para ve emek harcanarak yapılmış bir film. Amerikalıların main stream dedikleri, insanları etki altına alacak, büyük gösterişli olaylar ve hikayeler ve onların filmi tarzında. Yabancı Film Oscar'ı için aday olmak ve bunu reklam aracı yapmak da cabası.
Son sözümü diyeyim o zaman, seyrederken zaman nasıl geçiyor anlamıyorsun da, oyuncuları ve çabalarını bir tarafa bırakarak söyleyeyim, filmin bıraktığı iz o kadar kalıcı değil.
Pazartesi akşamüstü yine bir filmin peşine düştüm. Bu defa, kardeşim ve yeğenimle "İşe Yarar Bir Şey" filmini seyrettik.
Filmin sonunda, kendimi "Barış Bıçakçı bu defa karamsar olmayan bir şey yazmış" derken buldum. "Nasıl karamsar değil, intihar etti işte adam" dedi yeğenim. Kardeşim ise, "olur mu, Canan ve Leyla gidiyorlardı, adam pencereden seyrediyordu onları" dedi. Sonra hep birlikte, aslında bu muğlak halin yönetmenin anlatmak istediği şeyle örtüştüğünü ve filmi, seyircinin tıpkı okuduğu bir romanı kendi dünyasının algısıyla tanımlaması gibi anlamasını istediğini düşündük.
İnternette yazılanlara ve röportajlara bakınca, tam da bunun kastedildiğine emin oldum.
Bu filmi seyreden insanların ortak tanımı, "şiir gibi film"!
Öyle sakin, duru, kendine çeken, düşündüren...
İz bırakan, güzel bir film.
Yönetmenin söylediği gibi:
"Hiç ölmeyecekmiş gibi ölüme doğru yürüyenle hep yaşayacakmış gibi ölümün karşı kıyısında duranları bir araya getirdik. “Yaşama sanatı” üzerine söz söylemek sinemacıyı aşar, onu filozoflara bırakalım, biz ölüm varsa ne yok üzerine liste yapabiliriz ancak."
Pelin Esmer'le Tanıl Bora'nın söyleşinin tamamı için üzerine tıklayınız, lütfen.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoşgeldiniz!