Cuma, Haziran 08, 2018

ASPENDOS, SAGALASSOS, HİERAPOLİS, AFRODİSİAS ve GÜL HASADI

Geçen hafta bir kültür gezisindeydim; İstanbul'dan Antalya'dan giderek başladı, Burdur, İsparta, Denizli, Aydın derken İzmir'den döndük.
Şehir isimlerini sayıyorum ama, gezimiz bugünün şehirlerini gezmek için değil, antik çağlardan kalan şehirleri tanımak için planlanmıştı.
Antalya'da havaalanında buluştuktan sonra ilk durağımız Aspendos kentinin ünlü tiyatro binası oldu. M. Ö. inşaasına başlanıp bugüne kadar gelen yapıyı yıllar önce görmüştüm. Tekrar merdivenlerini tırmanmak ve o şahane akustiği yaşamak çok güzeldi.



Tiyatrodan sonra öğlen yemeği için Antalya'nın tanınmış restaurantlarından 7 Mehmet'e gittik. Kocaman yeşil bahçenin ardındaki denizi seyrederek lezzetli yemekler yedik.



Antalya'dan sonra yolumuz Burdur'un Ağlasun kasabasına kadar devam etti. 
Burada Ağlasun'un tepesinde 1800 metre yükseklikte yer alan son senelerin en popüler antik şehirlerinden biri olan, Pisidya ülkesinin başkenti Sagalassos'u ziyaret ettik.
Kentin kurulduğu yer 7. yüzyıldaki bir depremde tamamen toprak altında kalınca, yerleşim 1800'lü yıllara dek olduğu gibi kalmış. 1900'lü yıllarda yapılmaya başlanan kazılarla şehir ayağa kaldırılmış. Bu sayede o dönemin yapılarını tümüyle görmek mümkün olmuş.

Yukarıdaki fotoğrafda, yağmur bulutları ile kaplanmış Ağlasun'a doğru, şehrin agorasından bir bakış.



Antroninler Çeşmesi, şehrin en görkemli yapılarından. Uzunluğu 24 metre, üzeri heykellerle, sütunlarla dolu.
Şehrin meclis binası, kütüphanesi, Roma hamamı, tiyatrosu çok görkemli yapılar. 
Şehirdeki heykellerin çoğu Burdur Arkeoloji müzesinde sergileniyor, bazı yapılarda replikalar var. Heykellerin müzeye taşınmasının nedeni, dağdaki çetin hava koşullarına karşı orjinalleri korumak amacıyla. 




Yüzlerce yıl önce yapılmış çeşmelerden halen buz gibi kaynak sularının akmasına ne dersiniz?
Zaten bu bölge kaynak sularının güzelliği ile tanınıyor.



Sagalassos'ta her an bastıracakmış gibi duran sağnak yağmur tehdidine rağmen iki saat kadar gezdik.
şehrin ve kurulduğu yerdeki doğanın güzelliğine doyamadım.

Bu ağaç, kalıntıların bulunduğu müze girişinin karşısındaydı, bulutlar izin verse ve görülebilse aşağıda Ağlasun var.

Geceyi Ağlasun'a  ve Sagalassos'a orta yakınlıkta bir otelde geçirdik. 
Hafif çiseleyen yağmurun verdiği huzur, otelin gül bahçesinin güzelliği ve dem çeken bülbüllerin sesleri unutulmaz  güzellikteydi.



Ertesi sabah kendimizi bir başka güzelliğin içinde buluverdik.
İsparta'ya yakın Gülsha gül tesislerinde önce gül bahçelerine karşı kahvaltı yaptık, sonra mis kokulu güller topladık ve sonra da bir gül havuzunun içine kendimizi bırakıp mest olduk.
Antik çağ gezisinin günümüzle bağlantılı tek bölümü tüm gezginleri mest etti. Kim bilir belki güllerin kokusu, belki gül yapraklarının hafifliğinin ruhumuza verdiği iyilikten yarı sarhoş olduk.




Gül bahçesinden sonra, Burdur arkeoloji müzesini gezdik. 
Önceki gün Sagalassos'da gördüğümüz binaları süsleyen heykelleri, şehrin tanınmasına neden olan çömlekçilik uğraşının örneklerini gördük.
Burdur'un ceviz  ve haşhaş ürünleri meşhur; ceviz ezmesi, haşhaşlı çörekler ve daha neler neler. Hem tattık, hem aldık.



Burası ünlü turkuvaz renkli Salda gölü,
Ama, bize küskün galiba Salda.
Hava gri yüzlü, bulutlar alçak, güneş yok; dolayısıyla turkuvaz renk de görülmüyor.
Galiba aslında o turkuvaz renk gölün sadece bir bölümündeki kumlar nedeniyle var oluyor.
Olsun, varsın. 
Göl kenarında balık yedik, yürüyüş yaptık, o da çok güzeldi.





Burası Pamukkale'nin travertenlerinin uzaktan görünüşü, hava yine kapalı, hatta az sonra sıkı bir yağmur başlayacak.
Hierapolis'i hakkıyla gezdim gördüm dersem olmaz, hava nasıl kapalı, yağmur geliyorum diye önden şimşeklerini gönderiyor, rüzgar vuu vuuu esiyor. 



Ören yeri girişinden sonra hızla travertenlere doğru yürüyoruz. Çevre 27-28 sene kadar önce gördüğümden aklımda kalandan çok farklı. Travertenleri çevreleyen oteller kaldırılmış, artık kararmaya yüz tutmuş travertenlerin rengi açılmış, kocaman bir alan burası.
Derken yağmur başlıyor, bir saçak altı bulup sığınıyoruz önce. bakıyoruz ki bu yağmurun geçeceği yok, ıslanarak ve koşarak otobüsümüzü buluyoruz. Bizden sonra gelenlerin saçlarından sular damlıyor.
Otele gidip, odaya çıkıp sıcak duşa kendimizi atıp bu talihsizliğin ve günün yorgunluğunu atmaya çalışıyoruz.




Ertesi sabah hava parçalı bulutlu, dünkü yağmurun canlandırdığı doğayı seyrederek Aydın'a doğru yola çıkıyoruz.
Afrodisias ören yerine ulaştığımızda önce müzeyi geziyoruz. Olağanüstü etkileyici zengin bir müze, heykeller müthiş! 
Çünkü, şehir zamanın heykel yapımı ile ünlü şehri.

Fotoğraf Afrodisias müzesinden; Üç Güzeller heykeli



Afrodisias müzesi, ünlü at heykeli
Süvarisinin heykeli kırılmış, ama kalan kısım bile etkileyici.

Meraklısı için not, müzenin web sayfasında bu harika heykelle ilgili geniş açıklamayı bulabilirsiniz.



Müzeden sonra Afrodisias antik şehrini gezmeye başlıyoruz, şehre giriş alanından az sonra Afrodit tapınağının girişi bizi karşılıyor.
Tüm zamanların en ünlü tapınaklarından birisiyle karşı karşıyayız.


Bir başka olağanüstü yapı, stadyum.
Otuzbin kişilik yapılmış, sonra biz dönem bir tarafı amfiteatr olarak kullanılmış. Depremlerden hasar görmesine rağmen, halen oturulabilir durumda.
Hayran hayran oturup, doğanın sesini dinleyip, bir zamanlar orada yapılmış yarışları hayal etmeye çalışıyoruz.



Afrodisias şehri, Odeon, heykel galerisi
Burası da hayran olunacak başka bir yapı. Stadyumdan daha sağlam durumda kalmış.

Afrodisias şehrinin ortaya çıkarılmasında tüm hayatı boyunca büyük emeği geçen arkeolog Prof. Kenan Erim, ölümünden sonra vasiyeti üzerine, büyük tapınağın yanındaki bir alanda mütevazi bir mezara defnedilmiş; hayatını verdiği antik şehrin yapılarının yanı başında dinleniyor.

Öğleden sonra İzmir'e doğru yola çıkıp, akşamüstü havaalanına ulaşıyoruz.
Artık, bu unutulmaz geziden eve dönme zamanı.



Sagalasos'un muhteşem endemik bitkilerinden



Yabani aslanağzı ya da belki antik aslanağzı böyle oluyormuş!