Laleli'nin neresinde yahu? Yıllarca oralardaydım, fakülteye giderken hiç öyle yerler bilmezdim.
Meğer, üniversite binalarının hemen arkasında bir aralıktaymış. Her gün mü, haftada iki kez mi oraya otobüsle gelirlermiş. "Siz kendiniz bakıp, görüp konuşursanız, aracıya gerek olmadan, anlaşırsınız, hem de simsarlara para kaptırmazsınız."
Anlamamıştım ne kastettiklerini, ta ki arkadaşımla oraya tam da otobüsün hemen arkasından ulaşana dek.
Otobüs, Moldova'dan geliyordu. İçinden genç, orta yaşlı, uzun, kısa, ince, toplu, sarışın, kumral ve yol yorgunu kadınlar indiler. Kenarda bekleyen birileri, kadınlara yanaştı. Hemen telaşlı konuşmalar olmaya başladı.
Serseme dönmüştüm, elim ayağım birbirine karıştı.
Arkadaşım, üç senedir oğluna bakan Moldovalı Gagavuz Anna'yı da yanında getirmişti. Anna, kadınlara ne istediğimizi söyledi: "Bu hanımın hasta yakını var, ona bakılacak."
Orta yaşa yakın gösteren topluca bir kadın, "ben, hemşireyim" dedi, "bakarım".
Kaç para verileceğini bile sormamıştı, ücretler "piyasa" tarafından ayda 300 dolar olarak belirlenmişti, çoktan.
Bir kaç kişiye daha soruldu, ya da onlar yanaşıp "iş nedir?" diye sordular.
"Tamam" dedim, gidelim. Daha fazla dayanacak gücüm kalmamıştı; esirimizi bulmuştuk işte, bir an önce oradan kaçmak istiyordum.
Bir dönem birlikte çalıştığımız yaşlı beyefendinin, alzheimer olan eşiyle oturdukları eve geldik. Hanımefendiye bakacak olan eski hemşireyi teslim ettik ve her şeyin yolunda gitmesini dileyerek, oradan ayrıldık.
Unutmak isteğiyle, hafızamın en dibindeki köşelere ittiğim, on küsür yıllık bu anı, tüm canlılığı ve ruhumu kıskaça alan etkisiyle sökün ediverdi, bir film seyrederken.
Ken Loach'un "It's a Free World..."/"İşte Özgür Dünya"sını izliyordum.
Anlatılanın tümü, benim ufacık bir noktasından bulaştığım hayatları bizzat yaşayan, benzer durumdaki insanların öyküsüydü.
Sözünü sakınmayan, olanı biteni net bir şekilde yüzünüze yansıtan, "politik" diye nitelenen filmler yapan usta İngiliz yönetmenin son filmi, bu.
Politik olmayı bir tarafa bırakın, o kadar doğru sözlü bir film ki, İstanbul'da bile sadece bir tek sinemada gösteriliyor.
Neden mi?
Gerçeğin, saf ve acımasız olanının, insanı utandıran gerçeğin suratımıza çarpılmasından hiç mi hiç hoşlanmıyoruz da ondan.
Filmin neyi anlattığı burada özetlenmiş.
Filmle ilgili bir kritik okumak isterseniz, o da burada.
Burada ise, Fatih Özgüven'in yazıdan sonra yayınlanan kritiği var.
Yaşadığımız dünyanın çarpıklıkları nasıl düzelir diye kafa yormak için, sorunları bilmek gerekiyor. Bilmek için öğrenmek, anlatılana kulak vermek. Ken Loach anlatıyor, görmek için çaba gösterin.
.
aa, sadece kanyonda gosteriliyormus. nasil yani? anadolu yakasina gelmemis bile :(
YanıtlaSildi mi, ozgur dunya dedikleri sadece sansli olanlar icin ozgur bir dunya. filmi izlemedim ama seni okuyunca ve filmin konusuna bakinca neler hissedecegimi, senin de dedigin gibi sevgili ekmekcikiz, kendi rahatligimdan utanacagimi anladim.
YanıtlaSilken loach, devlerle tek başına (belki bir de mike leigh ile birlikte) savaşıyor. ingiltere'nin vicdanı gibi.
YanıtlaSilanadolu yakasını bırakın şule hanım, koskoca anadolu'ya bile gelmemiş.
bu filmi çok merak ediyorum ekmekçikız. öyle de güzel anlatmışsın ki... insanın seçerek görmesi kendini koruma mekanizması. gözünü kapaması bazen kaçmak istemesi. seçerek görenler için yine de bir umut var bence. en azından görmek istemedikleri şeyin farkındalar. o kaçtıkları şeyin olduğunu biliyorlar en azından. bir de görmeyenler var. onların durum ümitsiz. ve fekat filmin bu görmeyenlerin çok olduğu kesime hitap eden kanyon'da, bir tek orada gösterilmesi de, pek ironik geldi bana...
YanıtlaSilŞulecim,
YanıtlaSilKadıköy'de Bahariye'deki bir-iki sinemada oynardı, normal olarak. Ama, her ne ise bu defa es geçilmiş. Belki, haftaya bir yer bulur veya DVDsi çıkar.
Müzicim,
YanıtlaSilFilmde kaçak göçmen işçilerden biri, kendilerinin beş parasız bırakılarak sömürülmelerine isyan ederken, "şu lanet cipe binebilmek için yapıyorsunuz bütün bunları, allahın belaları" gibi bir laf ediyordu.
Doğru, tek amaç o, çoğu insan için; kendilerine imrenerek bakılacak bir nesnenin sahibi olmak.
Bence, "insan insanın kurdudur" sözünün net haliydi, bu doğru sözlü film.
Ken Loach ve Mike Leigh'le ilgili görüşüne tamamen katılıyorum, Simon.
YanıtlaSilVicdan!
İnsanların pestilini çıkarırken, hiç değilse, vicdanlı olsalar.:((
Öte yandan, bu film dağıtım şirketlerinin ve sinema zincirlerinin film gösterim politikalarını salakça buluyorum.
Bu film festivalde gösterildiğinde seyirci buluyorsa, sezonda da bulur. Doğru duyuru yapılsa, dolu salona oynar. Hesapları neyse, anlıyamıyorum.
Elektra, senin ironik bulduğu konu, Simon'a yazdığımı tamamlıyor.
YanıtlaSilSahiden bu işin alışılanı Beyoğlu, Kadıköy gibi bir yerdeki salonlarda bu filmin gösterilmesi.
Sen git en pahalı alışveriş merkezinin janti sinemasında bu filmi oynat.
Kendi adıma, filmi görebildiğim için memnunum da, herkesin bu fırsatı bulması, ohhooo....
Yazinizi ilgiyle okudum. Konunun tüm dramina karsi nedense Türkiye’de pek üzerinde konusulmayan bir konu bu: Izinsiz yabanci isci calistirmak. Oysa orta sinif ve üst orta siniflar arasinda ne kadar yaygin bir sey. Takip ettigim bir cok blogda cocuk bakicisi, “hizmetci” ya da hasta bakicisi olarak kendilerinden köle gibi bahsediliyor, sanki dünyanin en normal seyiymis gibi. Hic bir is garantisi olmadan, aninda isden cikarilabilen, saglik ve is sigortasi olmadan calistirilan ve haklarinda toplumda hic de olumlu seyler düsünülmeyen eski dogu blok ülkesinin kadinlari. Bu konuya dikkat cektiginiz icin cok tesekkürler.
YanıtlaSilDas Etikett hoşgeldiniz.
YanıtlaSilDeğindiğiniz izinsiz yabancı işçi çalıştırmak konusu, nerdeyse tüm dünyada olduğu gibi, bizde de sorun.
Bu vahşi düzen devam ettikçe, aldıkları azıcık para bile kendileri için başka bir dünyanın kapılarını açan kazanç demek olan insanlar, kelle koltukta yolculuk edip çalışacak yer peşinde olacaklar. Ne yazık ki! :((