İstanbul Tiyatro Festivali başladı.
Bu sene 18.si yapılıyormuş, arada bir kaç sene ekonomik kriz filan nedeniyle yapılmadığını hatırlıyorum.
Bilet perisi arkadaşım -işi nedeniyle seyahate gitmek zorunluluğuyla birleşince- beni festival izleyicisi haline getiriverdi. Bu baharın hediyelerinden birisi daha...
Cumartesi akşamüstü, maç nedeniyle kıyamet kopuyorken, karşıya geçmeyi başardım ve Harbiye Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu'na ulaştım. Kapı önü eğlenceli; onlarca ünlü oyuncu, üstad oyun için bekliyor. Sahnede, sinemada izlediğimiz insanların benim gibi seyirci olarak kuyrukta içeri girmelerini görmek, çok hoş.
Yerimize oturduk. Berlin Schaubühne'nin sanat yönetmeni -aynı zamanda oyunun yönetmeni- Thomas Ostermeier, bu seneki festivalin Onur Ödülü'nü almak için, sahneye çıktı.
Ödül kabul konuşmasında, "tiyatroları özelleştirirseniz sahnede sadece eğlence izlersiniz, aman dikkat" dedi, alkış aldı. Sonra oyun başladı ve tam 165 dakika aralıksız sürdü.
Oyun bittiğinde "bu ne yahu!?" şaşkınlığı içindeydim. Arkadaşım kızgındı "bir de ayakta alkışlıyorlar!" Dün oyunu izleyen başka bir arkadaşımla konuştum, o da izlediği oyundan irkilmişti.
Avrupa'da tiyatronun yenilenme ve arayış içinde olduğunu biliyorum. Bu yeniliklerin örneğin in-yer-face akımı gibi yansımaları bize de ulaşmaya başladı. Yine de, bir Shakespeare trajedisinin bir tür gürültülü sirk gösterisini andırır bir komedi gibi yorumlanması tam beninseyemedim.
Oyuna giderken, babasının ölümünün bir cinayet olduğunu, bu cinayete annesiyle evlenen amcasının neden olduğunu öğrenen kırılgan, şair ruhlu Hamlet'in yavaş yavaş delirmesini izlemeyi bekliyordum.
Böyle bir konu anlatılırken, oyuncunun ustalığını konuşturması önemli olmalı. Öyle olmalı ki, hepimizin aklında şu ünlü söz vardır: "Olmak ya da olmamak, işte bütün mesele bu!"
Oysa, bu söz Ostermeir'in rejisinde "Olmak mı, ölmek mi?" şeklinde yorumlanıyordu.
Hamlet, babasının ölümünün sebebi ilk andan itibaren biliyor gibiydi. Delirmesine gerek olmadı, çünkü zaten aykırıydı, aşırı bir kişiydi.
Amcası ve annesi tamamen kötü, karanlık tiplerdi. Ophelia'nın ölümün Hamlet için bardağı taşıran son damla oluşu öylesine geçiştirilmişti, vs. vs.
Oyunun aykırı yorumu nedeniyle kendimi rahatsız hissetmeme rağmen, bu aykırı yorum ilginç bir paradoks yarattı bende ve oyuna bir çeşit hayranlık hissettim.
Oyunda kullanılan kamera, anlatımı şaşırtıcı derecede güçlendirmişti. Sahne, yaşananı gerçek kılacak şekilde düzenlenmişti; tabut, yağmur, içki, yiyecek, kan, toprak, ..., herşey gerçekti ve sahnede o an yaşanıyordu. Görüntülerin yansıtıldığı hareketli perde, sahnenin ileri geri taşınması etkileyiciydi.
Oyuncuların performansları ise, olağanüstü başarılıydı. Altı oyuncu, yirmi karakteri canlandırıyordu ki, bunların bazısı (Ophelia ve Gertrude gibi) birbirine zıt karakterlerdi, değişimler son derece hızlı adeta sihir gibiydi, vs. vs.
Sonuçta şuna karar verdim, Avant-Garde tiyatro dedikleri bu olmalı; hayran bırakan ve rahatsız eden...
Ama, şuna karar veremedim; Hamlet böyle mi oynanmalı?
Gerçekten ilginçmiş, nasıl özlüyorum tiyatroda çocuk oyunu dışında oyunlar izlemeyi. Ama olsun sen varsın bak neler düşündürdün, kafamda canlanıverdi, keşke izleyebilseydim:(( Neyse kızım büyüyor, yakındır tiyatro zamanları değil mi:))
YanıtlaSilöyle güzel anılar düştü ki şimdi zihnime. Shakespeare hocam Dr. Leonard Knight muhtemelen ilk beşe girecek bir hocaydı. Hiç unutmam "All the perfumes of Arabia, will not sweeten this little hand" altı üstü 1 satırı 3 saat blok derste, tek kelime boşa laf sarfetmeden yorumlamıştı. Onun sınıflarından geçmiş olmak hayatımın en güzel, en büyük şansıydı. Modernize edilmiş haliyle "The Tempest" ı izlemiştim. Başlangıçta her ne kadar tuhaf gelmiş olsa da, sonuç olarak içime sinerek "olmuş" diyebildiğimi anımsıyorum.
YanıtlaSilAnnecik,
YanıtlaSilSenin "büyük" tiyatrosuna gitmeye başlaman yakındır, artık. :)
Yine de asıl keyiflisi kızınla çocuk oyunları dışındaki tiyatro oyunlarına gittiğiniz zaman olacak. :))
Özlemciğim,
YanıtlaSilYazıda söz etmediğim bir konu da, oyunun Almanca olması idi. İngiliz dilinin ustasının bir eserini Almanca gibi melodik olmayan bir dilde dinlemek de bir miktar yabancılaştırıcıydı, doğrusu.
;)
epeyce değişik bir deneyim olmuş o zaman :(
YanıtlaSilJa ja!
YanıtlaSilVerschieden...
;)