Bugünlerde başımızdaki ebeveyn tanımlı yönetim organıyla aram iyi değil.
Anlaşılan, şehrin meydanlarıyla bir zoru var kendilerinin: Kimisinin ağaçlarını kesip biçip, delik deşik edip, AVM şeysi haline getiriyor, kiminin kamu malı iskelesini ennn pahalı otelin özel malı yapıyor...
Nasıl iş bu, anlaşılır değil!
İçinde insandan başka canlıyı barındırmayan bir şehir tasarlayan yöneticiler, insan denen son canlıyı yaşatmayı nasıl umuyor?
Herşey bitince şöyle olacakmış:
Bütün bunlar olurken morali bozmamak, yüksek tutmak mümkün mü? Yine de insanı şöyle bir silkecek şeyler olabiliyor.
Sabah, metro yürüyen merdivenlerinden yukarıya çıkmaya çalışan kalabalığın arasında ilerliyordum. Ayak bileğimin üstüne metal bir nesne dokundu, irkildim. Dönüp arkama baktığımda bu metalin, gözleri görmeyen
orta yaşlı bir adamın kılavuz sopası olduğunu anladım. Adamın acelesi var gibi gözüküyordu, kenara çekilip yol verdim.
Sonra olanları hayretle izledim; adamcağız son derece çevik bir şekilde hızla sol şeritten (!) yukarı tırmandı. Aynı çevikliği diğer iki katta da -bazen diğer yolcuların kendisini kolundan tutarak yönlendirmesiyle de olsa genellikle tek başına- sürdürdü.
Arkasından hayretle bakakaldım; bu ne müthiş bir yaşama tutunuş ve enerji böyle!
Tamam, ben dersimi aldım.
Gözleri görmeyen bir insan, eksikliği bu şekilde aşabiliyorsa, diğer insanlardan daha azimli ve öncü olabiliyorsa, bizim omuzlarımızı düşürmeye, şikayet etmeye, kendimizi çaresiz hissetmeye hakkımız yok.
Yola devam...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Hoşgeldiniz!