... bu sabah. Belki şöyle söylemek daha doğru, sabah uyandığımda aklımda fuşya renkli kaşkol vardı. Nerden aklıma düştü kim bilir? Hatırlayamadığım bir rüya görmüşümdür, muhtemelen. Rüyadan kalan yadigâr o fuşya rengi, hayatımda yeri olan bir insanın bana doğum günümde verdiği armağan o. İlk hediyesi.
Bir film izledim, onu anlatacaktım. Filmle ilgisi olmayan bir kapıdan geçerek girdim konuya. Şöyle bir bağ kurabiliriz, olay İstanbul'da geçiyordu, film İstanbul'u anlatıyordu.
Geçen Cuma'ydı, tam pazara giderken telefonuma mesaj geldi, ancak dönüşte bakabildim. Leylakcığım, MUBİ'de bir film izlediğini, beğendiğini, istersem bana hediye olarak gönderebileceğini yazmış, meğerse. Çok teşekkür ettim, kızımda var, ondan izliyorum dedim ve filmi ilk fırsatta izlemek üzere bir kenara yazdım.
İki gün sonra filmi izledim çok beğendim ve canım Leylak Dalı'ndan kopya çekerek filmi kız kardeşime ve iki arkadaşıma gönderdim.
"Ah Gözel İstanbul" 2020 İstanbul Film Festivali'nde mansiyon alan bir belgesel. Belki sadece belgesel değil, kurmaca ve belgesel karışımı.
Yönetmen Zeynep Dadak, besbelli bir İstanbul aşığı. İstanbul'a sadece güzelliklerini görmek için bakmakla yetinmiyor. Şehrin tarihi, kültür mirası, gündelik hayatı yanında, zorbalara karşı direnişi de dahil olmak üzere her yönüyle ilgileniyor, üzerinde düşünüyor.
Ah Gözel İstanbul filmini izlerken, yönetmenin anlatım yöntemi olarak kullandığı, eski bir metnin sözleri o günü anlatırken üzerine günümüzün görüntülerinin kurgulanması fikri beni çok etkiledi. Etkilendiğim diğer konu, alışageldiğimiz filmlerde yapılan karadan denize çekimler yerine, denizden karaya bakarak yapılan çekimlerin şehre bambaşka bir perspektif getirmesiydi.
İçinden koca bir (pardon, Haliç'le birlikte iki) deniz yolu geçen başka şehir biliyor muyuz? İstanbul'un bütün kıyılarından, Marmara'dan, Haliç'ten, Adalar'dan şehre bakmak her zaman öylesine heyecan verici bir eylemdir ki, başka hiç bir karşılığı yoktur. Ve filmde bunu tam olarak yaşıyoruz.
İtiraf edeyim, İstanbul sevgim son senelerde bir miktar azalmıştı, bir süre ayrı kaldığımda şehre dönüşlerde yuvama döner gibi hissedemez olmuştum. Oysa Münir Nurettin ne der şarkıda? "İstanbul'u sevmezse gönül, aşkı ne anlar?"
Tanıdığım, sevdiğim, anılarımla dolu olan olan tarafları hoyrat eller tarafından hırpalandıkça, sanki bu durum onun suçuymuş, bu saçmalıkta onun da katkısı varmış düşüncesi, bir savunma mekanizması olmuş benliğimi şaşırtmıştı.
Daha dün, Tarlabaşı Bulvarı'ndan geçerken bambaşka tarzda yapılmış bir yığın yeni yapı görünce nevrim döndü. Oysa ben Tarlabaşı Bulvarı'nın bundan önceki tırpanlanışına, şehrin belleğinin acımasızca yok edilişlerinden birine daha vaktiyle şahit olmuştum. Yaşadığım şaşkınlığa bakılırsa, o eski yıkım bile daha az acıtıcıydı sanki.
Filmi seyrettikten sonra yeniden hatırladım, ben İstanbul'u çok severdim. Şehrin kadim varlığından gelen ölümsüz ruhunun onca zorla değiştirilmeye nasıl hâlâ alttan alta direndiğini gördüm ve sevgimden vazgeçmemeye karar verdim.
Bize düşen onu sevmek ve varlığının değerli göstergelerini korumayı başaramadığımızda ise onda olanı anlatmaya, böylelikle zamanın içinde onu yaşatmaya devam etmek.
Filmi izlemenizi önererek noktayı koyayım.
Ah Tarlabaşı'nın damı canına okuyorlar :( Ah ya nasıl kıyıyorlar bu güzel şehre. Eski BBC belgesellerini izledim bu aralar. Canım yandı.Binlerce senenin birikimi 30-40 yıl içinde talan edilmiş. Filmi merak ettim. En kısa zamanda izleyebilirim umarım:))
YanıtlaSilFuşya ne de güzel bir renktir.
YanıtlaSilİstanbul ,ah eski İstanbul:)
Filmi izlerken canım nasıl İstanbul'da olmayı çekti anlatamam. Oysa son gelişimizde (birlikte zaman geçirip foto mak. kaybettiğimiz geliş:) neredeyse ağlamaklı olmuştuk olumsuz değişimlerine ama her şeye rağmen efsunlu bir şehir İstanbul. Bizim gibi şehir romantiklerinin, şehir gezginlerinin tutkuyla bağlanacağı türden. Arasan her gün bir yeni şey bulursun. Film burnuma deniz kokusu, kulağıma vapur düdüğü, martı sesi getirdi. Denizli bir şehirde yaşıyorum ama alabildiğine ufuk var bizim denizde, ben canlı deniz seviyorum. Zaten pandemi eve kitledi aylardır deniz gördüğüm de yok. O yüzden film hem iyi geldi, hem de biraz hüzünlendirdi. Daha da bozulabileceğini düşündüm şehrin, içim yandi.
YanıtlaSilÖyle işte Ekmekçim, sevgiyle kucaklıyorum seni...
Sevgili Okul Arkadaşım,
YanıtlaSilFilm izlenecek.
Yazınızın eseridir ama!
İstanbul sevgisinin azalmasını görünce satırların arasında bir an düşündüm ve ilgili bir yazınıza bir yorum yazmıştım hatırladığım, hatta bir yazımdan bir alıntı eklemiştim sanırım.
O sevgiyi diri tutmak için taşralı yöntemiyle bakmakta yarar var İstanbul'a! Hatırlatmak istedim:)
Sevgili Camgüzeli,
YanıtlaSilHani bir işaret vardır, sağ veya sol elinizin baş ve işaret parmaklarını birleştirip birbirinin üzerinde hareket ettirirsiniz ya, işte sebep odur. :( Kısacası rant aç gözlülüğü nedeniyle taşı toprağı altın değerindeki şehir talan edilip durmakta.
Filmi izleyebilirsiniz umarım. :)
Sevgili Mehtap,
YanıtlaSilFuşya evet evet, nasıl da parlak, canlı, ışıltılı bir renktir, değil mi? :)
Leylakcığım,
YanıtlaSilBir kez daha teşekkür ederim filmi önerdiğin için. :)
Sen beni bilirsin zaten, anladın tutulacağımı bence. :))
İstanbul o kadar özel bir coğrafya ki, günlük hayatta çekilen her türlü zorluğa rağmen, insan bir anda kendisini cennette hissedeceği bir noktasına ulaşabiliyor.
Akdeniz ve özelinde Antalya konusunda haklısın, denize karşıdan bakılan bir konumu var. İstanbul'da denizle içiçe olmak bambaşka bir bakış açısı getiriyor insana. Hem şehrin içindesin, hem denizin içindesin.
Umarım en kısa zamanda gelebilirsin ve Adadır, Modadır, Beyoğludur gezer gezer keyifleniriz, hem biraz hüzünlensek de olur. ;)
Sevgili Okul Arkadaşım,
YanıtlaSilZincirleme reaksiyon diyebiliriz aslında, Leylak Dalı'ndan bana, benden size... :)
Bence izleyin ve İstanbulseverleri haberdar edin izlesinler.
Hatırlıyorum yorumunuzu, aklımda. Öyle yapıyorum, sizin önerinize uygun şekilde bakıyorum İstanbul'a. Zaten, şehri o kadar az geziyorum ki artık, "taşralı"dan daha fazla taşralı hissediyorum kendimi. :))
Lapa lapa kar yağıyor ve 4 yaşındaki küçük kızım o yaştaki tüm kız çocuklarının tutulduğu gibi fuşya rengine aşık. Fuşya renkli çorapları fuşya renkli elbisesi fuşya renkli çizmeleri benim “asla” listemde olan ve zamanla o listelerin her birini yerle bir eden bu çocuğun fuşya aşkı ve bembeyaz karlar... Aklıma o an geldi. Hiç geçmeyecek sanmıştım.. Neyse ki 5 yaş civarında bitmişti bu aşk :) Şimdi ne zaman fuşyaya bulanmış bir çocuk görsem sadece gülümsüyorum, eski günlerin hatırasına....
YanıtlaSilİstanbul’u Murat Belge hocamızla karış karış yürüme şansını yakalamıştım 2000’de. Koca bir sömestir boyunca o önde biz şaşkın ördek yavruları gibi peşinde... Bu yürüyüşlerin bazılarını audio book yaptı diye biliyorum, bir araştıracağım..
İki yazınızda da hatıralar içinde yürüdüm sanki çok iyi geldi.
Leylak Dalı'ndan sana, senden bana, benden N.hocama...Edip Cansever geldi aklıma: "derken karanfil elden ele" :)
YanıtlaSilFilme denk gelmemiştim, bilmiyordum. İzleyeceğim. Çok teşekkürler.
YanıtlaSilVe evet, İstanbul'u sevmekten vazgeçmememiz gerekiyor. Kızsam da, başkasının söylendiğini duyduğumda hemen savunmaya geçerim. Kolay mı? İstanbul bu!
Sevgili Ceren,
YanıtlaSilBenim kızımın derdi düpedüz "pembe" ileydi, öyle bakarsak fuşya yine de aykırı bir renk, sanki. Yine de söylediğin karlar içindeki küçük kız tablosu gözümün önüne gelince gülümsemeden edemedim, çok tatlı bir anı. :)
Murat Belge ile İstanbul'u gezmiş olmak, ne büyük şans olmuş.
Kütüphanemde M. Belge'nin 2002 basımlı bir kitabı var, "İstanbul Gezi rehberi" satır satır okumuştum. :)
Şulem,
YanıtlaSilYaşşa sen! :)
Tam olarak öyle, "...derken karanfil elden ele..."
Sevgili Sezer,
YanıtlaSilFilmi izlerken, senin sanat tarihçisi kimliğinle daha da derin bir şeyler bulacağından eminim.
Evet tabii ki, İstanbul bu! :)