Başlık biraz "Küçük Bir Gece Müziği / Eine kleine Nachtmusik" tadında oldu sanki. Teşbihte hata olmaz derler eskiler, benimki biraz öyle. Gerçi gezilen sokaklar o pek sevilen musikinin bestelenmesinden çok önceden beri varlar, bu da başka bir ayrıntı.
Gelelim gezintimize.
Dün, kardeşimle birlikte karşıya geçişimizi ve "bi arkadaşa bakacaktım" usulü turlayıp bizim tarafa dönüşümüzü Her Güne Üç Güzel Şey'de anlatmıştım.
Orada kısaca geçtiğim Zeyrek sokakları yürüyüşümüzde, bir kaç fotoğraf çekivermiştim. Pandemiden ötürü fıldır fıldır İstanbul'da turlamak hayal olduğundan, hiç değilse eldekiler ziyan olmasın, belki göle bir maya olur umuduyla yazıyorum.
Haliç metro köprüsünde indik, denize ve etrafa bakarak yürüyoruz, köprünün Karaköy tarafındaki yaya yolundayız. Karşımızda Süleymaniye camii tüm heybetiyle göz alıyor.
Caminin sol tarafında Beyazıt Kulesi görünüyor. Oralarda bir yerlerde İstanbul Üniversitesi'nin Hukuk, İktisat ve Siyasal Bilgiler binaları da olmalı, buradan ayırt edemedim.
Şimdi sağ tarafa bakalım, orada gördüğünüz yeşil alan 2017 yılı sonbaharındaki bir yazıda kısaca söz ettiğim botanik bahçesi.
Tam adıyla İstanbul Üniversitesi Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi. Bir süre, kullanımı ve kime verildiğiyle ilgili tartışmalar olan, tarihi anlamı ve özelliği olan bu alan, şimdiki halde Üniversitenin Kültür Mirası koruması altında, öğrencilerin kullanımına ve meraklısı ziyaretçilerin randevu alarak gezmesine açık gibi duruyor.
Köprüden indikten sonra Unkapanı yönüne dönüp, Azapkapı'yı geçip, Unkapanı'na dönüyoruz ve İstanbul Manifaturacılar Çarşısı'nın önündeki alt geçitten caddenin karşısına geçerek, bir özel üniversitenin nörolojik bilimler bölümündeki randevumuza gidiyoruz.
Görüşmemiz bittikten sonra, her ikisine de yaklaşık eşit uzaklıkta olduğumuz metro duraklarından Vezneciler'e doğru gitmeye karar veriyoruz.
Gel, diyorum yol arkadaşım kardeşime, caddenin trafik gürültüsünden gidip ne yapacağız, şu arka sokaklardan yürüyelim. Aramızda şakalaşıyoruz, zaten sokağa çıktığımız sayılı, annemin doktor işlerini gezmeye çevirmek en iyisi, diyoruz.Eh, buyrun işte! Döndüğümüz ilk sokağın hemen başlarında bir eski İstanbul evi bize gülümsedi bile.
Döne dolaşa, tahminen ilerleyerek Zeyrek yokuşunu tırmanmaya başlıyoruz. Bak buradaki yapı Bizans'tan kalmış olmalı diye ukalalık yapıyorum.
Tabii ki Bizans'tan kalmış, üstelik Ayasofya'dan sonra en eski ve günümüze ulaşan yapılardan biri o. Karşımızda Molla Zeyrek Camii / Zeyrek Camii veya yapıldığı zamandaki adıyla Pantokrator Manastırı Kilisesi duruyor. Yakın zamanlarda ciddi bakım ve onarımdan geçmiş, yüzü gözü açılmış, parlamış.
"Kuş köşkü, kuş sarayı, serçe sarayı ve güvercinlik adlarıyla geçen kuşevi örneklerine Osmanlı mimarisinde XVI. yüzyıldan itibaren rastlanır. Sıva, ahşap, tuğla veya taştan işlenmiş kuşevleri çoğunlukla cami, medrese, han ve türbelerde görülmekle birlikte sivil mimaride de uygulama alanı bulmuştur.
Kuşevleri yapıların kuzey rüzgârı almayan cephelerine ve kuşların düşmanlarının ulaşamayacağı yüksekliklere, güneşten ve yağıştan korunmaları için geniş saçakların, kornişlerin ve konsolların altına yerleştirilmiştir.
Bunların en güzel örnekleri İstanbul sur içinde görülür. Süleymaniye Camii, Amcazâde Hüseyin Paşa Külliyesi, Yenicami, Topkapı Sarayı'nın dış avlusundaki Darphâne-i Âmire ve Lâleli'deki Sultan III. Mustafa Türbesi, gösterişli kuşevi örneklerinin olduğu anıtsal yapılardan bazılarıdır."
Kadınlar Pazarı'na sapan sokağın başındayız. Kim bilir ne zamandan kaldı bu ev? Perdelere bakılırsa, içinde oturuluyor halen. Keşke bakılıp onarılsa, eski güzelliğine kavuşsa ahşap yapı.
Zeyrek Camii, oldukça geniş bir alanı kaplıyor, yanından yöresinden dolaşarak yola devam ediyoruz, sokaklar boş, mahalleli tek tük geçiyor..
Haliç tarafındaki manzaraya bakarak oturabileceğiniz, saklı bahçe duruşlu Zeyrekhaneyi geçiyoruz.
Boş gözüküyor, keşke vaktimiz olsa da oturup bir kahve içsek. Gelecek defa artık, umarım.
Geldik Kadınlar Pazarı'na, belki de eski zamanlardan gelen bu isimden vazgeçip, Siirt, Bitlis pazarı mı demeli? Ortası ağaçlı bir ucu Bozdoğan Kemer'ne çıkan bulvar halli bir yol ve her iki tarafına sıralanmış, kasaplar, balcılar, peynirciler, büryancılar, kuruyemişçiler...
Canlı bir et alışverişi var, çünkü son zamanlarda uzaya fırlayan et fiyatlarının aksine buradaki fiyatlar geçen sene mertebesinde. Oturup bir büryan değilse de köfte yemek arzum da gelecek ziyarete kaldı. Neden derseniz, tok ağırlamak zordur ve kardeşim pek de et meraklısı değildir.
Haydi diyelim Bozdoğan Kemeri tadilattaydı, pek fotoğraflanacak yeri yoktu, iyi de Kadınlar Pazarı'nda da fotoğraf çekmemişim.
Siz iyisi mi, şuraya bir tıklayınız ve benim çekmeyi unuttuğum fotoğrafların benzerlerini ve pazarın hikayesini okuyunuz.
Böylece, bizim kısa günün kârı gezmemizin sonuna geliverdik. Gelecek defa uzunun nasip olması dileğimi tekrarlıyorum.
istanbul gezmek ve keşfetmek konusunda resmen bir vaha. Yolum düştükçe bende bu vahayı keşfetmeye çalışıyorum. :)
YanıtlaSilHaklısınız. :)
SilKoca şehir, yüzlerce, binlerce yıllık tarih hepsi bir arada olunca, bitmez tükenmez bir derya bu şehir.
Doktor randevusunu kapsayan günü bile küçük dokunuşlarla güzelleştirenlere selam olsun. Yazıyı kefiyle okudum. Kocaman sevgiler benden...
YanıtlaSilSezerciğim,
SilÇok teşekkür ederim. :)
Yapmak istediklerim ve yapmak zorunda olduklarım arasında bir denge tutturmaya çalışıyorum. Her işi usulüne uygun yapmaya çalışınca, genellikle bir türlü keyifli olana sıra gelmiyor. ;)