Perşembe, Ekim 19, 2023

BALKANLARDA BİRKAÇ GÜN - 3

Nerede kalmıştık? 
Hah önceki gece Makedon gecesine gitmiştik, günün ve gecenin yorgunluğuyla olsa gerek uykumuz biraz bölük pörçük olmuştu  ve yine de sabahın 8:30'unda günün yeni hedeflerine  doğru yola çıkmak üzere otobüste yerlerimizi almıştık. Evet haklısınız, turla gezmek disiplin istiyor, işe gider gibi erkenden kalkıp, tur rehberinin tekerler şu saatte dönecek sözünü ikiletmeden hazır ve nazır olmak gerekiyor ki planlanan yerlere gidip gezip görmek mümkün olsun.
Otobüs hareket edince, rehberimiz gurubumuzdaki gençleri uyandırmak enerjilerini tazelemek üzere, dün gece beş altı kez çalınan söylenen eşliğinde zıplanan şarkıyı çaldı ve amacına ulaştı. Şarkıyı şuraya ekleyeyim, gayet ritmik melodili, sözleri akılda kalıyor.



Yolumuz iki buçuk saat sürüyor, kuzeye doğru uzanıyoruz, ulaştığımız yer Matka kanyonu.
Burası aslında Treska nehri üzerinde oluşturulmuş bir yapay göl, bizim girdiğimiz tarafında yukarıda gördüğünüz set var. 
Ormanın içinden uzunca bir yürüyüşle kanyona giriyoruz. Kanyonda 7-8 km.lik bir parkurda yürüyüş yapabiliyorsunuz. Biz bunun  1 km.sini yürüdük, sonra yol ancak terkingcilerin geçmesine uygun hale geldi, bu kadar gezinti yeter dedik döndük.



Kanyonda bazı mağara oluşumları bulunuyor ve buralara motorlu botlarla geziler düzenleniyor.  Gölde motor gezisi yapmak istemezseniz, kano veya pedal botla da gezebilirsiniz.



Ormanda yürüyüş, tırmanış derken baktık kahve saati gelmiş ve dinlenmeyi hak etmişiz. Kanyonun içerisine doğru yürürken kenardaki kestane kebapçı gözüme ilişmişti. Az ötedeki dondurmacıyı pas geçtik ve kestaneciye yöneldik. Biz satıcıya İngilizce kaç para dedik, adamcağız bize Türkçe cevap verdi, "100 gramı 1 euro ya da 30 lira" İki tane 100 gr.lık istedik, parayı TL olarak öderken Ş.ciğim  sordu, bizim para burada geçiyor mu? Kestaneci cevap verdi, Türkiye'ye gidip geliyoruz, kullanırım orada. Böylece senenin ilk kestane kebaplarını Makedonya'da yemek kısmet oldu, hem de burada geçen sene sokakta satılandan daha ucuza.
Yeri gelmişken yazayım, Makedonya'nın para birimi denar ve 1 euro 60 denar ediyor, yani paraları euro karşısında bizimkinin yarısı değerinde. Bu cümlenin devamına bir yorum yazacaktım caydım, anladınız bence siz.



Kanyon'dan sonra Üsküp'e çabucak geldik, zaten yakınındaydık.
Üsküp, Makedonya'nın (resmi adıyla Kuzey Makedonya Cumhuriyeti'nin) başkenti ve en büyük şehri. 
Neden Kuzey Makedonya, güney de mi var derseniz, resmi olarak güney yok, yanlış hatırlamıyorsam Yunanlılar kendi topraklarındaki Makedonya'yı esas aldıkları için ülkenin ismine şerh koymuşlar.
Benzer çekişme Büyük İskender'in Yunan mı Makedon mu olduğu konusunda da varmış. Benzeri pek çok paylaşamama, çekişme hikayesi dinleyince anladık, Balkanlar neden tarih boyunca kaynamış durmuş.

Üsküp, esas olarak Vardar nehri tarafından türlü şekillerde ikiye bölünmüş gibi duran bir şehir. Nehrin üzerinde pek çok köprü var, bunlardan en ünlüsü Osmanlılardan kalan Taş köprü. Köprünün bir tarafı eski şehir, çarşısıyla sokaklarıyla, camiileri, kervansaraylarıyla Osmanlı etkisi net şekilde görülüyor, diğer tarafı modern şehir;  kocaman binalar, büyük bulvarlar, özellikle iç savaştan sonra yapılmış devasa heykellerle dolu.

Yukarıdaki fotoğrafı sanırım Taş köprüden diğer köprülere doğru çektim, altta Vardar nehri akıyor, aşağıda  çevredeki tek sevimli ve insani boyuttaki suya atlayan kız heykeli var.



Türk rehberimiz bizi eski şehirde olan otelimizden aldı ( bu arada iki gece Ohri'den sonra üçüncü ve son gecemizde Üsküp'te konaklayacağız ) çok yakında bulunan çarşıya doğru yürümeye başladık.
Çarşı eskiden kapalı çarşı imiş, sonra üstü yıkılmış ve yeniden yapılmamış. Çarşıyı şöyle düşünebilirsiniz, İstanbul'daki Kapalı çarşıdaki kuyumcular caddesinin üstü açık şekli. Vitrinler ve dükkanlar türlü çeşitli takılarla altınlarla dolu. Bu kadar çok ışıltıyı bir arada daha önce gördüğümü hatırlamıyorum.

Turumuz bittikten sonra serbest zamanda kendimiz etrafı dolaştık. Köprünün diğer tarafında gezdik, meydandaki heykellere baktık, büyüklükleri o kadar sevimsiz geldi ki hiç fotoğraflarını çekmemişim.
Onun yerine eski şehir tarafına döndük, her şeyin satıldığı bit pazarını bulduk. Onun yanındaki yiyecek pazarına daldık, türlü çeşitli nevaleleri inceledik, toz biber, sebze tuzu satın aldık.



Epey acıkmıştık, haliyle küfte yedik, yanında güveçte kuru fasulye ile.
Tabii trileçesiz olmaz, onun da tadını çıkardık. 
Bu arada vitrindeki diğer tatlıları denemedik peşinen söyleyeyim, onlar bakmalık. Sadece, nefis acıbadem kurabiyesini paylaştık, tadı damağımızda kaldı.



Bunca yol yürümüş, yorulmuş ve karnımız doymuş olarak otele dönme vakti artık.
Otele doğru tırmanırken Üsküp kalesinin yanından geçiyoruz.



Esasen otelimiz eski şehirdeki oldukça çok sayıda tarihi eserin arasında, yanı başında. 




Murat Paşa camii otelimizin giriş avlusunun yanı başında yükseliyor. 
Sabah ezanını usul usul okudu müezzin, hoparlörsüz ezan dinlemek nasıldı, hatırladık.


8 yorum:

  1. üsküp ne enteresan bir şehir di mi? eski-yeni ayrımının bu kadar net olduğu bir başka şehir görmemiştim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısın Şulem, pek çok şehrin eski şehri vardır ancak burada nehir ve köprüler her şeyi çok keskin şekilde ayırmış.
      Doğrusu ben şehrin yeni bölümünü, özellikle o gösterişli devasa heykelleri hiç sevemedim.

      Sil
  2. Makedonya sanki insanî değerlerin olduğu 2000 Türkiye’si gibi birşey demek ki.. dedim içimden. Gerçekten dolu dolu gezmişsiniz! Evden çıkamadığım şu günlerde nefes oldu bana.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. C.ciğim, gezide hepimiz benzer duyguyu yaşadık, bizim memleketin 1990'lardaki halleri gibiydi pek çok şey.
      İnsanı, dükkanları, tarlalardaki ürünlerin duruşu, anız yakılması bile aynıydı. :)
      Okudukların sana nefes olabildiyse, ne mutlu bana. <3

      Sil
  3. Ne güzel bir yazısı oluyor..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Keyifle okuyorsanız ayrıca seviniyorum Buketciğim, teşekkür ederim. :)

      Sil
  4. Okuma listesin gelen her yazınızı okuyorum. Özellikle Balkanlar yazı dizinizi bazen hüzünlenerek bazen gülümseyerek ama çokça duygulanarak keyifle okudum.
    Anne tarafım Balkan asıllı. Annem annesini çok küçük yaşta kaybetmiş. Ülkemizin doğu yörelerinde kaymakamlık görevinde bulunan, çok düşkün olduğu babasının kaybı daha sonra olmasına rağmen çok birikmiş çocukluk anıları yoktu. Ama anılarını yazdığı özel defterleri vardı. Öyle değerli akrabalar tanıdım ki. Belki genetik olarak Balkan müziklerini , insanlarını , yöresel tatlarını çok çok seviyorum.
    Necati Cumalı'nın "Virandağlar" adlı romanı da o yörelerin harika bir anlatımıdır. Seversiniz eminim.
    Yazılarınızı okurken düşünüp de gidemediğimiz , isteyip de gerçekleştiremediğimiz uzun bir geziye çıkardınız beni.
    Gönülden teşekkürlerimle sevgilerimi iletiyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bizimle birlikte seyahat edenler arasında epey fazla sayıda ailesinde Balkan asıllı atalar olan kişi vardı. Oralarda olmanın verdiği, aile bağlarının getirdiği duygulanmaları ve o coğrafyanın onlar için ne kadar özel olduğunu yüzlerinden bile anlamak mümkündü.
      Sizin için de önemini anlıyorum. Umarım sadece okuduklarınızla değil, keyifli bir geziyle oraları görmek imkanınız olur.
      Sevgiler benden. :)

      Sil

Hoşgeldiniz!