Çarşamba, Mart 12, 2025

...adalardan bir yar gelir bizlere...

Koca kış geçti adaya gidemedim, ne Burgaz'a ne Heybeli'ye, Büyükada zaten yılda bir sırasında bile değil. Küçük dayım kaç kez Heybeli adadaki evlerine çağırdı, hep bir engel çıktı, gitmek nasip olamadı.
Bu hafta minik bir ara bulunca, dayımlar müsait olunca, kızımın programı denk gelince kendimizi adaya giden motorlardan birinde bulduk, nihayet. 



Bostancı'dan bindiğimiz motor Heybeli'ye yanaşma manevrasına başladı,  yan yana iki tepeliymiş gibi duran adanın, üzerinde Ruhban Okulu olan kısmı şimdi karşımızda. Birazdan daha sol taraftaki iskeleye yanaşmış olacağız.

Hava güneşli, bahar göz kırpmaya başladı, bu hafta hava ısınacak diyorlar. Motorumuz bizden sonra Büyükada'ya gidecek. Büyükada motorları, vapurları her zaman dolu olur, bahar güneşinin çağrısına rağmen bu defa motor oldukça tenha.
İskeleden eve doğru yavaştan tırmanmaya başladık. Karşımıza ünlü sahaf dükkanı çıkıyor ve kızım kitapların içine düşüyor. Birazdan alacağımızı almış olarak tekrar yürüyüşe geçiyoruz.




Bahçenin güzellerinden nergis.
Dayım ve yengem "güneş güzel, bahçede oturalım" diyorlar. Arka taraftaki camekandan sandalyeleri avluya taşıyoruz. Yemek hazır olana dek oturuyoruz, bir yandan sohbet ederken diğer yandan bahar çiçeklerine, henüz hiçbirisi açmamış ağaçların dallarına, üzerimizde uçan kargaya, martıya, bahçe duvarında güneşlenen kedilere bakıyoruz.




Yemek sonrası yürüyüş ve yeni gelin ağaçları seyretme zamanı.
Henüz solmamış mimozaların kokusunu duyarak, ötüşen kuşları ağaç dalları arasından seçmeye çalışarak, ah bak bu ağaç da açmış işaretiyle sevinerek orman yoluna doğru ilerliyoruz.




Orman yolundaki çamların görkemi gözümüzü alıyor. 
Sert geçen kışlara dayanamayarak devrilmiş çamları görüyoruz.
Uzaktan uzun süredir kapalı olan sanatoryum binalarına bakarak, ilerliyoruz. İki üç sene önce yanan ormanın bulunduğu yamacı arkamızda bırakıyoruz. 
Birazdan Rum mezarlığını görüyoruz ve hemen ardından müslüman mezarlığı yolumuzun üzerinde. Mezar taşlarında yazan isimler arasından Hüseyin Rahmi Gürpınar ve Hamit Naci dikkatimi çekiyor.
Heybeli'nin bu tarafında hiç yürümemiştim. Marmara denizi önümüzde uzanıyor, yürüdükçe Büyükada'ya yaklaşıyoruz.




Adaların simgelerinden mimoza için bir uyarı resmi yapılmış. Diyor ki, "mimoza ağaçtır, çiçek değildir, dallarını kırmayın". Önünde meydanın bekçisi akşamüstü güneşinde şekerleme yapıyor.

Ormanlık alan bittikten sonra, tırmandığımız yüksekliği koruyarak bu defa mahalle aralarından yürüyoruz.
Artık yorulduk, çay saati gelmedi mi konuşmalarına başladığımız sırada eve inen yokuşun başına vardık sonunda.
Çaylarımızı içtik, dinlendik, motor saati yaklaştı, haydi iskeleye yürüyelim. Bu defa pazar kurulan sokaklardan geçerek iskeleye doğru yürüyoruz.



Adalarda yaşayanlar, günün saatine göre vapurların, motorların nereden geldiğini, nereye gideceğini doğal bir refleksle biliveriyorlar. Mesela, bu vapur Kabataş'tan geliyor, adalara uğrayarak gelmiş, şimdi Büyükada'ya gidecek.
Deniz öyle güzel ve sakin duruyor ki...




Artık Bostancı'ya dönüş motorundayız. Kınalıada üzerinde güneş alçalıyor, Maltepe üzerinde ay parlamaya başlamış, fotoğrafı büyütürseniz sol üste doğru görebilirsiniz.
Ne yazık ki fotoğrafı büyüttüğünüzde İstanbul'un silme beton halini de daha yakından göreceksiniz. Adadan dönüşlerin en az sevdiğim tarafı bu işte, beton dolu İstanbul gerçeğiyle bir kez daha yüzleşmek gereği...

Çarşamba, Şubat 26, 2025

ÜSKÜDAR'DAN EMİRGAN'A GİDER İKEN...

Bu defa bir yağmur almadı...
Hatta hava sabah güneşliydi, sonra biraz bulut geldi, o kadar.

Sabah kızımla Altunizade tarafında bir işimiz vardı, hal yoluna girince öğlene doğru metroya bindik, Üsküdar meydanında açık havaya çıktık. Amacımız Sakıp Sabancı Müzesindeki sergiye gitmekti. Bunun için Üsküdar'dan Aşiyan motoruna binmeyi ve devamında bir kaç durak otobüsle müzeye ulaşmayı hedeflemiştik.



Önce motor saatlerine baktık, iyi ki öyle yapmışız, bir sonraki motor için 50 dakikamız olduğunu gördük. 
O zaman Kanaat Lokantasına gidelim dedi kızım, ben ısmarlayacağım. Gitmez miyiz? 
Kızım ekşili köfte istedi, ben kadınbudu köfte. Kadınbudu köfteyi evde yapmaya üşeniyorum, iyi yapan bir yer bulunca kaçırmıyorum. Kızım ekşili köfteden çok memnun kaldı, masaya servis yapan garson "iyi seçim yaptınız, her zaman bu kadar güzel olmaz" deyiverdi. Bir köfte aldım tadına baktım, gerçekten nefisti.



Yemek fazla teferruatlı olmayınca, çabuk kalktık. Meydanda yürürken partililerin N. Erbakan için lokma dağıttıklarını gördük, ölüm yıldönümüymüş galiba.
Biraz ilerde meydana bakan bir Türk kahvesi dükkanının önünde oturduk. Kahvelerimizi içerken etrafta gezinen kedileri ve martıları izledik. Kaç günün soğuğunun ardından sadece insanlar değil hayvanlar da gevşemiş görünüyordu.



İşte Aşiyan motoru iskeleye yanaştı, yolcular indi, kapılar açıldı biz tekneye doluştuk ve motor dümeni karşı kıyıya doğru tuttu.
Bu motorlar Aşiyan'a doğru giderken Avrupa kıyısına yakın gidiyor, dönüşte Üsküdar'a doğru Anadolu kıyısına yakın seyrediyor.
Böylece gidişte ve dönüştü farklı manzaralara meftun oluyorsunuz.



Dün Sabancı Müzesinin ücretsiz giriş günüydü. Belki bu sebeple, belki havanın yumuşamasından ötürü serginin epeyce izleyicisi vardı. 
Sergi hakkındaki bağlantıları dünkü Her Güne Üç Güzel ey yazısında vermiştim, bknz lütfen. 
Soyut resim konusunda biraz mesafeli olsam da, sanatçının hakkını teslim etmek gerektiğini düşünüyorum.



Sergiden sonra biraz hediyelik eşya dükkanında vakit geçirdik, ufak tefek hoş şeyler aldık.
Terasa çıkıp birer çay içmeden önce MSA'nın cafesinden birer tatlı aldık. Benimki çikolatalı olandı, yoğun siyah çikolata tadı nefisti, kızımın yediği mandalina kremalı ve kekli olan da pek lezzetliydi.



Terasta oturduk, karşıdaki fıstık çamlarını, arada Boğazdan geçen gemileri ve havada uçuşan kuşları seyrettik. 
Aşağıdaki mimozanın kokusunu burnumuza getiren hafif esintiyle bahtiyar olduk.

Pazar, Ocak 26, 2025

MODA'DA YAĞMURLU BİR GÜNDE

Bir gün öncesi hava açıktı ılıktı, meğer bir sonraki gün de açık olacakmış, biz tutup arada kalan tek yağmurlu ve serin günde buluşmaya karar vermişiz. Olsun varsın, arkadaşlar özlenince havanın nasıl olduğu bahane olmaktan çıkıyor.

Sabah  bir kaç işi hallederken benim için çabucak geçiverdi, buluşma saati yaklaşırken hazırlandım, metroyla Kadıköy'e gittim. Çiseleyen yağmura karşı şemsiyemi açtım ve Moda'ya doğru yürümeye başladım.

O akşam endişeli karakteri baskın sevgili arkadaşım bir video göndermiş, meğer o gün yağan yağmur asit yağmuru değilse bile ona yakın özellikte olabilirmiş, yağmur altında korunmadan dolaşmamalıymış. 
Artık romantik yağmur altı yürüyüşleri de yapılamayacak, demek.



Bir süre sahile paralel yoldan tramvay yolunun yanından yürüdüm, sonra yol bitti ve zorunlu bir dirsek aldım sola döndüm. Önce Moda caddesine kadar düz yürüdüm, caddeye çıkınca sağa  döndüm, Modanın meşhur dondurmacısı  Ali'nin  bulunduğu minik meydana kadar devam ettim. Orada  sol çataldan  denize doğru yürüyünce, az uzakta Moda iskelesi çıktı karşıma, yukarıdaki fotoğraf o andan.



Arkadaş buluşmasının mekanı, bir arkadaşımızın üyesi olduğu Moda Deniz Kulübü idi. Onun adını vererek içeri girdik, nefis deniz, adalar ve Kalamış manzaralı lokantasında yemek yedik. 
Biz sohbeti koyultmuşken yağmur durmuş, Sivriada'nın sağ tarafından Marmara'nın üzerinden hava açmaya başlamıştı.
Fotoğraftaki kulübün rıhtımındaki yelkenli direğini nirengi alırsanız, solda açıklarda Yassıada ve Sivriada ile sağ tarafta uzaklarda bir gemiyi ve yakından geçen tekneyi göreceksiniz.



Yemek servisi bitince, salon kapandı. Laf söz uzayınca, bir süre de dışarıda terasta oturduk, artık iyiden iyiye açılan havayı, denizi seyrettik.
Evlere doğru yola çıktık, yönümüz Kadıköy meydanını gösterdi. Parka ve Balon Cafe'ye yaklaştığımız sırada Kadıköy Moda tramvayı bize yetişti, yolcularını indirmeye başladı.
Kadıköy'ün tramvayları Beyoğlu'nunkiler gibi sadece kırmızı değil, böyle parlak renkteler. 

Salı, Ocak 14, 2025

Aksaray'dan Mısırçarşısı'na Yürürken

Geçen haftanın sonunda iş güç peşinde karşıya geçmişken, zaman denk düşünce  eskiden sık gittiğim bir güzergahta yürümüştüm.
Dün o yürüyüşte çektiğim fotoğraflara bakarken aklıma geldi, buraya ekleyip zaman içinde tekrar bakmak iyi fikir, dedim. 



Aksaray ile Laleli'nin kesişim noktasındayız, halk arasındaki söylenişiyle Valide Camii, resmi adıyla Pertevniyal Valide Sultan Camii'nin köşesindeyiz. 
Valide Camii'nin önünden, kırk kırkbeş sene önceki zamanda, yıllarca haftada bir kaç gün geçtim. Önce üniversitede iken minibüsten Aksaray'da inmiş Beyazıt'a doğru çıkarken, sonrasında çalışırken Taksim'e büroya doğru giderken. Her seferinde Valide Camiine hayranlıkla bakardım ki o yıllarda bakımsız ve rengi kararmış haldeydi, ona rağmen çok güzeldi.

Soldaki sokaktan Horhor'a doğru gidilir, eskiden orada eskiciler antikacılar vardı.



Burada, camiye biraz daha cepheden bakıyoruz.
Cümle kapısı yıllar içinde yol seviyesinden epey aşağıda kalmış durumda. 
Binayı geçip köşeyi dönünce Pertevniyal Lisesi'nden sonra giderek eğimi artan yol Atatürk Bulvarı adını alır ve Unkapanı'ndan Haliç üzerindeki Atatürk Köprüsü'ne doğru devam eder. 



Yönümüzü Laleli'ye çeviriyoruz. 
Şair Orhon Murat Arıburnu muzip dizelerinde diyor ki:

"LALELİ 
Lalelim 
Lalelide oturur 
Laleli lale olur lalelimden. 
Laleliden geçilir 
Lalelimden geçilmez!"

Bu şiir aklıma hep Laleli'deki bir devrin ünlü yapısı Tayyare Apartmanları'nı getirir. Acaba şairin sevdiceği burada mı oturuyordu?




1922'de yapımı tamamlandığında Harikzedegan Apartmanları (Yangınzede Apartmanları) olarak anılan yapı Türk Hava Kurumu'na devredildikten sonra Tayyare Apartmanları olarak anılmaya başlandı. 
1985'de renove edilerek otel haline getirilen yapıda halen pek çok turistik dükkan ve bir otel yer alıyor.

Biz öğrenciyken binanın pek bakımsız gözüktüğünü, içerisinde yaşanır mı bunun diye düşündüğümüzü hatırlıyorum.
Zaman içinde, bina da çevresindeki yapılar da tamamen değişmiş ve yenilenmiş. Haftada bir dönerli sandviç yemeğe gittiğimiz Pehlivan büfe veya ayda bir lahmacun yemek için gittiğimiz Hacı Bozanoğulları oralarda mıdır, en azından binası kalmış mıdır umuduyla bakındım, ne yazık  hiç birisini göremedim. 

 

Beyazıt Meydanına, İstanbul Üniversitesinin ana kapısına veya merkez binada okuyan İktisat, Hukuk, Siyasal öğrencileri için "okulun kapısına" doğru  yürüyorum.
Sol tarafta meydana gelmeden kütüphaneyi geçtikten hemen sonra Turan Emeksiz anıtıyla selamlaşıyoruz.





Üniversitenin cümle kapısının fotoğrafı yazının başında verdiğim linkte olduğu için tekrar buraya eklemedim.
Üniversitemi, bahçesinde uzaktan gözüken Beyazıt Kulesini selamladıktan sonra Sahaflar Çarşısı'na doğru yürüdüm, Beyazıt Camii'ni selamladım ve Çınaraltı'ndan geçtim.

Ancak Çınaraltı da eskisi gibi değil, burada gözükmeyen sol tarafta kalan bir alana Tarihi Çınaraltı Çay Bahçesi demişler. Oysa çay bahçesi fotoğrafın ortasındaki o koca çınarların altındaydı ve cıvıl cıvıldı. Sınavlardan sonra orada oturup az çay içmemiştik. Şimdi böyle bomboş duruyor ya, içim burkuldu. 



Yanlış hatırlamıyorsam meydandaki en büyük çınarlardan birisi yakın zamanda ya kar yığılmasından ya yıldırım düşmesinden telef oldu. Yine de Beyazıt Camii'ne bakan  meydancıkta onun yaşında olmasa da bir kaç koca çınar halen varlığını sürdürüyor.

Sadece Çınaraltı değil, fakültede ders kitaplarımızı aldığımız, gidip gelip kitap karıştırdığımız Sahaflar Çarşısı da eski canlılığını yitirmiş gibi gözüktü gözüme. Belki de öğrenciler dersteydi, turist azdı vs vs.



Sahaflardan çıktıktan sonra ilk düşüncem Çarşıkapı'ya oradan Sultanahmet'e doğru yönelmekti. Çarşıkapı'ya girdim ancak, Kapılı Çarşı'nın Çarşıkapı kapısına...
Böylece, cıvıl cıvıl Kapalıçarşı'daki kalabalığın arasında bir süre o sokak senin bu arasta benim yürüdüm, Havuzlu Lokanta'ya selam verdim, Çinili Kahve'de yılın en pahalı kahvesini yudumladım ve sonunda Mahmutpaşa kapısına ulaşınca Kapalıçarşı gezmesinin sonuna geldi.
Aklım kaldı o ayrı, yakın zamanda yeniden gidebilsem keşke.



Mahmutpaşa ile Eminönü arasında önce eskiden alıştığım üzere Sirkeci yönüne daha yakın sokaklarda yürüdüm.  Sonra yavaş yavaş sola kaydım ve Mısır Çarşısının arkasındaki sokaklardan kıvrılarak Yeni Camii'nin arkasına ulaştım.
Mısır Çarşı'nın benim bildiğim yer olma özelliği çoktan bitti gitti, şimdiki halde aşırı turistik ve birbirinin benzeri dükkanlarla dolu mekana girmek içimden gelmedi. Şöyle bir yandan selam verdim ve iskeleye doğru yoluma devam ettim. 

Sonsöz:
Biraz inişli yokuşlu bir yürüyüş oldu, umarım okumaktan yorulmadınız ve zevk aldınız.


Çarşamba, Aralık 25, 2024

Kadıköy vapurunda bir anda...

 ... düşündüm, bu yaşadığımı hiç unutmayacağım, unutmamalıyım.
Şehir hatları vapuru Karaköy'den sonra Eminönü iskelesine de uğramış Kadıköy'e doğru rota tutmuştu.
Vapurda genellikle arka üst güvertede oturmayı tercih ederim, bu defa altta pencere kenarında oturdum, denizi göz hizasından seyrediyorum.
İki müzisyen geldi, yerlerini aldı, gitar ve flüt çalıyorlar. 
İlk parçaya fazla dikkat  etmedim, ikinciye başladıklarında Kızkulesi açıklarına ulaşmıştık.
Fikret Kızılok'un unutulmaz parçası Gönül'ü çalıyorlar, nasıl inceden içe işliyor, nasıl güzel çalıyorlar...
Pencerden görüyorum,
Üsküdar'dan kalkan arabalı vapur Sirkeci'ye gidiyor,
Önü sıra Kadıköy Beşiktaş vapuru tam yol ilerliyor,
Kabataş'tan kalkan Üsküdar motoru yanlarından geçiyor,
Havada bir dolu martı dönüp duruyor, 
Denizin üstünde yelkovan kuşları tek sıra uçmakta,
Gökyüzünde hafif tüy gibi bulutlar, deniz sakin,
Ve gözümden süzülen iki damla yaş...



Vapurumuz Eminönü'nden henüz ayrılıyor, yukarıdaki satırlarda anlatmaya çalıştıklarım bu andan sonrasına ait.