Gün, siğil siğil ıslatan yağmurla başladı.
Sonra, hoşgeldin "Yağmur'da İstanbul" konulu parodi!
O kadarcık yağmurla derelere yatak olan caddeler, gitmeyen trafik, yetişilemeyen randevular, iş -bekleyen ne kelime- buyuran anlayışsız zatlar, of ki off...
Bütün bu katmerli rahatsızlıklara, günün sonundaki bir filmi seyretme umuduyla göğüs gerdim. Oysa, daha dün, heyecanla beklediğim son Kim Ki-duk filmi, aniden ortaya çıkan iş için yedek oyuncu olmama kurban gitmişti.
Umudum boşa çıkmadı, bugün.
Şahane bir film gördüm: Film Rusya'dan, henüz ikinci filmini çeken kadın yönetmen Anna Melikyan'ın Rusalka/Denizkızı adlı filmi.
Rusalka, tıpkı Küçük Denizkızı gibi bir efsane kahramanı. Diyebiliriz ki, onun Slav versiyonu. Film, bildiğimiz o efsanenin ve belki de biraz Dvorak'ın aynı isimli operasının konusunu izliyor.
"Bu hüzünlü şehir masalının başkahramanı, deniz kenarındaki bir kulübede yaşayan sekiz yaşındaki küçük Alisa. Alisa, balerin olmak ister büyüyünce, ayrıca özel bazı yetenekleri de vardır: İstediği zaman havayı değiştirebilir, dilekleri gerçekleştirebilir. Yıllar geçer, Alisa şimdi Moskova’dadır. On yedi yaşında, hayatın gerçekleriyle yüz yüze, isteksiz ve umutsuz. Görsel tarzı Amélie’yi andıran Denizkızı, aşk, modernlik, Yeni Rusya’da maddiyatçılık ve Moskova’nın modern yüzünü hem umut verici hem üzücü hem de tuhaf olmayı başararak işliyor." demiş bir gazete tanıtım yazısı.
Ben, Amélie’ye benzeme fikrinin biraz anlatım tarzı nedeniyle oluştuğunu düşündüm. O kadar çarpıcı bir film ki, daha fazlasını söylemek için spolier yazmak bile yetersiz olur. O tüm salonu yumruk yemişten beter eden sonu anlatamam, lütfen filmi görün.
Bu sene, filme verilen 2008 Sundance Dünya Sineması En İyi Yönetmen, 2008 Berlin FIPRESCI, 2008 Sofia En İyi Film, 2008 Erivan En İyi Film Ödülleri boşuna değil; bileğinin hakkıyla alınmışlar.
.
ben de diyorum ekmekçikızcığım bir sessiz, bir sessiz. kalakalmış da ondan. demek güzel? hımmm.... yazdım, elde var birrr.:)bakalım başka öneriler gelecek mi?
YanıtlaSiliyi seyirler...
Nasıl sessiz? Ben mi?
YanıtlaSilŞekerim nerdeyse hergün yazı yazıyorum ve sanırım kimse okumuyor. Baksana, fikir beyan eden bile yok.
Yılıyor muyum?
Hayır, ertesi gün yine yazıyorum.
:))
Şaka bir yana, film çok güzeldi. Aldığı ödüllerin arkası da gelecek sanırım, Rusya'nın Yabancı Film Oscar adayıymış. Nuri Bilge'ye rakip olacak, galiba.
:)
Kim okumuyor? Aşk olsun! Buraya bakmadığım bir gün yok. Ama tembelim o başka. Bi de havalar soğudu, sitede doğal gaz konusunda, henüz halledilemeyen bir problem yaşıyoruz, parmaklarım çok üşüyor. Birazda ondan...
YanıtlaSil:)
Bir de şey, aşk romanları konusunda sana verdiğim sözü hiç unutmadım. Ama Orhan Pamuk tüm yazı eskizlerimi yok etmeme neden oldu. Sırf bu yüzden blogumu erteliyorum. Bir süre, hatta uzun bir süre yazmaz umarım, en azından biriktirene kadar. Yaşadığım şoku atlatmaya çalışıyorum. Ama olsun onun bir insan olduğunu ve kusursuz olmadığını böylece anlamış oldum:)
Bahsettiğin filmi izlemeye çalışacağım. Sen bu kadar beğendiysen, izlenmeye değer bi filmdir diye hissediyorum. Nuri Bilge'ye rakip olacak dedin de şu çoğunluğu uyutan, şiirsel filmlerden biri mi yoksa. Eğer öyleyse, tam benlik yani. En son bir arkadaşımla -sinema arkadaşım- Angelopoulos'un
"Ağlayan çayır" ını izledik. Daha doğrusu ben 3 saat boyunca gözümü alamadan hayran hayran izlerken, o bana kızgın kızgın baktı, arada bir dudaklarını kıpırdattığını gördüm, küfretti gibi geldi bana, günahını almayım yine de, bir de esneyip durdu. O günden beri kaçıyor:)
Bak yine parmaklarım üşüdü...
Aşkolsun, okuyoruz yahu! Hatta fevkalade de kıskanıyoruz yani. Hem bu kadar çok film izleyebiliyor olmanızı, hem de şehrinizi. (Ama seviyoruz sizi, çok, valla:))
YanıtlaSilmarruu
Zeynepciğim,
YanıtlaSilYok canım, sadece Elektra'ya takılmak için öyle demiştim, azıcık kapris yapar gibi mi olmuşum, ne? :))
Yok yok, N.B.C.'ye rakipliği, Yabancı Film Oscarları kategorisinde olacak, büyük ihtimalle. Değilse, anlatımı tam tersine hareketli. Hatta, bazı kritikler Amelié'ye benzetmişler anlatımını.
Bir sinemaseverin bu filmden zevk alacağını düşünüyorum, doğrusu.
Orhan Pamuk için halihazırda yazılan övgü yazılarını okudukça da, şurda üç-beş kişi burun kıvırdık, bu ne iş yahu diye düşünmüyor da değilim, hani...
Hadi, şok geçsin artık.
:))
Kıskanç Misopisi!:)))
YanıtlaSilYok yahu, yukarda Zeynep'e de yazdım ya, öyle kaprisyöz madam pozları değildi amacım.
Öyle oluvermiş.
Siz gelip, öyle sessiz gidince keyfi az oluyor da, iki kelime laf edince, daha tatlı oluyor. Onu şeytmekti, amacım.
:))
Benimkisi sinemaya falan gidemeyip gidenleri kıskanmanın sessizliğudur, da!
YanıtlaSilMetin Bey,
YanıtlaSilHaksızlık etmeyin kendinize; blogda sözünü ettiğiniz iki film görmüşlüğünüz var son zamanlarda, en azından.
Kıskançlık yapmazsınız, siz.
:)
Efenim insan yılda 70-80 filmden bir iki filme -o da veledin keyfine göre- düşerse ona sinemaya gitmek denmez. Sıpa sahibi olmak zor zanaat vesselam, insanın şaftı şanzımanı, balans ayarı filan hacamat oluyor. Hele de sıpa okulluysa, üstüne üstlük bi de ergense, hele bi de kızsa, bi de balık burcuysa... of ve ne of!
YanıtlaSilDüneyin Elektra da ergen çocuk faslından deneyimlerini aktarıyordu.
YanıtlaSilBana sorarsanız, kız erkek, o burç bu burç farketmiyor. Ergen, ergen işte! Ne zaman hangi yönden ne eseceği hiç belli olmuyor. Size sadece rüzgarın yönüne göre yelkeni ve kendinizi ayarlamak kalıyor. Bu da, çocuğuyla ilişkisine değer veren ana-baba için zor zanaat. Yaa, of ki off!
:))
Geçen cumartesi günümü 'sinirli'den 'keyifli'ye çeviren filmdi benim için. Nasıl mutlu oldum bu filmle ilgili yazdığını görünce. Kendimi izler gibi oldum o koca perdede. Çocuk gibi naif gülücükler attım çoğu zaman... insanı hayalleri ayakta tutabilir duygusuna inandım bir kere daha... ama o sonu yok mu sonu? ağlasam mı, yine de o gülümseyen yüzü görüp de gülsem mi bilemedim... harika bir filmdi... Kesinlikle edinip ara ara hep izlemek isteyeceğim cinsten...
YanıtlaSilZerenciğim,
YanıtlaSilBen öyle hissettim ki, o son anda bütün salon birden nefesini tuttu ve iç çekti. Büyüleyiciydi.
:))