Sabah Gülhan daha kapıdan girerken, "ver elini öpeyim" dedi.
Bir iki sefer muhabbeti kabarıp, sarılmışlığı olmuştu daha önce de, bu sefer ciddiydi.
Aslına bakarsanız, elimi öpecek yaşta değil; 37-38 galiba.
Bir güzel öpüp, alnına koydu elimi. Bir yandan da "tövbe bi daha gider miyim oraya" diyor.
"Hayırdır" dedim.
Meğer, dün bir eve temizliğe gitmiş; ne evi, ne evin çocuklarını, ne de evin hanımını beğenmemiş.
Nasıl, pis bir evmiş, anlatılır gibi değilmiş. Nasıl şımarık çocuklarmış, illallah. Maaşallah, benim evim de çocuklarım da çok iyiymiş, çok. Bir daha o eve ayak basmazmış, yatakların altından izmaritler, kemikler filan çıkmışmış. Kadın ressammıymış, neymiş?
"Ressamın kemikle ne işi var" diyecek oldum, baktım laf uzayacak, ben de deniz otobüsünü kaçıracağım, devamını dinlemeden tüydüm evden. Yoksa, bizimkinin çok anlatası vardı.
Hava raporunu verirken, lodos-keşişleme 3 kuvvet esecek demişti, meteorolog.
Daha bizim mahalleden tren, vapur düdüklerini duyunca, "tamam, deniz sallıyordur, içim dışıma çıkar şimdi, en iyisi dolmuş" kararına vardım.
Hal böyle olunca da, yolcu toplamalı, bas-konuş organizasyonlu, şoför mahalli yanı bir köprü geçişi yaptım.
Metrobüs hattının yanındaki tarla mı karayolu mu belirsiz yolda savrulma tehlikesiyle gerilip kapının koluna yapışınca, şoför afili bir kaş göz hareketi yaptı, "bişey olmaz, bırakın o kolu, daha tehlikeli" buyurdu. Ekledi; bizim kontrolümüz altında herşey!
"Çok kontrolünün altında, yolların fatihi! Bunca kaza nasıl oluyor, peki?" demedim, tabiyatıylan.
Lodosta deniz otobüsü denen kapalı kutuda sallanmaktan korkup, kendimi karayoluna attığım her seferinde olduğu gibi, uzayan yol ve bitmeyen trafik nedeniyle, (gelecek lodosa dek) karayoluna sırt çevirme kararımla sonuçlandı yolculuk.
Ne acayip şu şehir!
Akşam dönüşümü deniz otobüsüyle yaptım, sabahın etkisiyle.
Tam, akbili butona bastırmıştım ki, duymayı hiç sevmediğim o guruldama sesi öttü; "yetersiz bakiye"!
Nefret!
Beş dakika var, kuyruğa girip akbil doldurulacak.
İki kişiden sonra bana sıra geliyordu ki, gençten bir adam (24-25 mi desem?) yandan yanaşıp, bir kolunu da bankoya atıp, "jeton alacağım" dedi. Memur, "sıra var" dedi. Genç adam "ama, bemimki jeton, sıraya mı gireceğim" diye ısrar etti.
Bir yandan da, elindeki gıcır 20'liği uzatıyor. Alacağı jeton 5 lira, yani para üstü alması lazım.
Memur kaşla göz arasında adamın parasını eline almış oldu, haa bu arada memur kadın ve adam sol kulağında kemikten kıvrık bir küpe bulunan hoş bir genç, unutmayalım.
O sırada ben de paramı uzatmış ve akbilin doldurulasını beklemekteydim.
"Sıraya girmeniz lazım" buyurdum.
Ardından da "herkes gibi, siz de birşey satın alıyorsunuz" diye de açıklayıcı bilgi verdim.
O arada, memur, genç adamın önce jetonunu, sonra da para üstünü eline tutuşturdu.
Öbür eliyle de benim akbili ve para üstünü verince, hızımı alamamış olan ben, "bu sizinki uyanıklık" dedim. "Tam Türk usulü, hem de!"
Yürümeye başladım.
Genç adam yanımsıra gelip, sevimli bir suratla açıklama yapmaya başladı: "Aslında, bu, minibüste yanda durup para uzatmak gibi bir şey".
"Hiç öyle değil, uyanıklık bu, tam da Türk tipi uyanıklık"!
Israr etti, değilmiş.
"Siz kaç senedir deniz otobüsüne biniyorsunuz?" dedi, sonra.
Sanırım "acemisin, öğren de gel"e çevirecek lafı.
Ben, "20 senedir" diye cevabı yapıştırınca, "ooo, o kadar olmadı bunlar 10 sene filan en fazla" deyip, çıktı işin içinden.
Sonra da ekledi, "kuyrukta beklememek için 300 milyonluk filan doldurmalıymışım akbili".
Bütün bu akla ziyan muhabbet olurken, biz bir yandan hızlı hızlı deniz otobüsüne yürüyoruz, bir yandan da sanki arkadaşmışız gibi gülerek konuşuyoruz.
Ne derler böylesine, şeytan tüyü var, di mi?
Sonra, deniz otobüsünün arka sıralarından birine oturdum, sallanma riskini bertaraf etmek umuduyla. Kulaklığımı taktım, müzik dinledim.
Bu akşamki şarkılardan biri şuydu:
Bir baktım, gelmişiz, bile.
Eve gelince aradım, tam 22 senedir var bu araç, İstanbul'da.
Bizim uyanık şeytan çekici, daha o vakitler ya memleketindeydi, ya da bebecikti dünyadan habersiz.
.
dolmuşta yanda durup para uzatmakla ne alakası var ki? orada kimsenin vaktini almış olmuyorsun, nasılsa herkes binmiş ve gitmekte. ne kadar anlamsız bir örnek. şeytan tüyünden çok salak geldi bana ya, neyse. ama anlatımınızdan otobüste de beraber oturacaksınız sandım ben.
YanıtlaSilSimoncum,
YanıtlaSilTabii ki, hiç alakası yok! Diyorum ya "Türk tipi uyanık", işte.
Bunlar böyle olurlar, her durum için bir bahaneleri, mazeretleri, yetmedi acındırma gerekçeleri vardır.
Karşılarındakini salak yerine koymaya bayılırlar, aslında son tahlilde salak onlardır; evet haklısın.
Ne yazık ki, genetik bir arıza bu.
Aslında şeytan dürtmedi değil, otur yanına yol boyu dır dır et, anasından emdiğini burnundan getir de, değer mi yahu? "Milyonlarca"dan biri işte.
Ne guzel bir sarki. Yani sarkiyi biliyordum ama bu hanim pek guzel soylemis.
YanıtlaSilDur, bir daha dinleyeyim.
Sagol :)
TTcim,
YanıtlaSilSema sahiden güzel söylüyor.
Albümün diğer şarkıları da latifler.
:))
:) bu domuşların bakırköy taksim hattında olanlarına ben de uzun süredir binerim. hatta o denli uzun ki, bunlar bu sarı, görece modern biçimlerine kavuşmadan önceki, eski chevrolet, impala hallerinden beri binerim. allahım ne eziyetti iki büklüm arka koltuklarda dizin burnunda yolculuk etmek. ama en azından bu kadar deli hız yapamıyorlardı. şimdi biniyorum, her bindiğimde yüreğim ağzımda yolculuk yapıyorum. hele bakırköy taksim hattında bir sahil yolu sürüşleri var ki, ben her seferinde bugün cumburlop inşallah kaygısıyla yol alıyorum içlerinde:)
YanıtlaSilşu şeytan çekici midir, pabucu mudur, kılı mıdır nedir olanlardan da çok var. ve kısaca kendilerini bir halt sanıyorlar. bir de kadınların kendini metalaştırmasından, güzelliklerini kullanmalarından bahsedilir. bunlar da az değil zannımca. gıcık şey.o yani. :)
iyi bir hafta diler, öperim efendim:)
Elektracığım,
YanıtlaSilSanırım, bu bahsettiğin hatta bir devir teslim yapmışız seninle.
Ben de binerdim onlara. Bilirim deliliklerini. Bizim Taksim-Bostancı da fena değildir de, onların uçuş yapabilecekleri yer daha sınırlı, daha sıkışık trafiğe mecburlar.
:))
Seytan pabucu(!) evet, haklısın. Bu daha uygun bir ünvan kendisine.
Ve evet, çoklar onlar çoook, maalesef. Biz ise, öğreten abla kılığındaki azınlık olarak yaşıyoruz.
Neyse!
:)