Perşembe'yi söylenerek geçirdim, yapılacak işler, toplantılar filan, davetsiz misafiri ağırlayacak halim yok. Akşam eve gidince ilaç alıp, attım kendimi yatağa, uyursam toparlanırım.
Cuma yine iş var, hem de bizim mesleğin sürekli cilvesi olarak son dakika işleri, gidilecek, yapılacak, çaresiz.
Erken akşamüstü kendimi eve atıp, şifa niyetine tavuk suyuna şehriye çorbası yaparken aklıma geldi, "Mehtap'ın metabolizma çayından yapayım, içindekiler nezleye de iyi gelmez mi?"
Çok kolay:
Kocaman tencereye suyu doldur, içine 1 çubuk tarçın, 1 bütün limon, 1 bütün yeşil elma, 8-10 tane karabiber, 6-7 tane karanfil at, kaynat!
Şimdi yeniden okudum, Mehtap'ın tarifinde elma ve limon dörde bölünüyormuş. Ben bunlara ceviz büyüklüğünde 1 parça soyulmuş zencefil de eklemiştim. Disiplinsizim evelallah, tarife filan uymak yok!
Neyse, canım! Sonuçta, haşlanınca meyveler dağıldı, lezzetleri suya geçti. Ilınınca süzdüm, koca sürahiye doldurdum ve iki-üç bardak içtim, akşam boyunca.
Tavuk suyuna şehriye çorbası ve üstüne şifa çayı, üstüne de iyi bir uyku sayesinde bugün kendimi çok daha iyi hissediyorum; davetsiz misafiri kapı önüne koymam yakındır!
İşte size sürahi dolusu şifa çayı.
The Meraklı Turşucu mahlaslı can arkadaşım Neolitik hanım, dünkü yazıya "...bir şey sorucam, turla gittiniz diy mi bu geziye? başka arkadaşlardan dinlediğim kadarıyla turla seyahat apayrı bir macera oluyormuş, çeşit çeşit insan, hep birlikte gezmeye çalışmak vs. bir de yerli ahaliyle bir etkileşim, bir diyalog felan olmuyor mu? ... ne biliyim anektodlar, ahaliye ilişkin sizin izlenimleriniz? sokaklar nasıl, insanlar nasıl giyiniyor, yol sorunca yardım ediyorlar mı vs." yorumunu yazarak beni adeta arkadam itekledi.
Şöyle tercüme ettim ben, kendime; "geç bunlar bi kalem, kibar kibar yazıyorsun anladık da, dedikodu yok mu?"
Pekala!
Gelelim tur dedikodularına...
Bundan önceki iki İtalya gezim, tamamen, Fü. hanımın bulduğu, önerdiği turla ve çoğunlukla tur dışında yine onun bulduğu tren tarifeleriyle gezmek suretiyle yapılmıştı.. Bi çeşit, takıl Fü.'ye gerisini merak etme sen, ruh halindeydim, kısacası.
Bu defa, kızıma verilmiş sözü nasıl yerine getireceğim, nereyi seçeceğim, kime güveneceğim konularında tereddütler yaşadım. Bir kaç tur şirketinin, bir kaç programını buldum, eledim ve birisini seçip, konuşmaya gittim. Daha ilk dakikada tırstım! Kendisine oteller belli mi, nerede kalınacak sorularını sorduğum hatun kişi, şöyle tek kaşını kaldırıp, hafif azarlayan bir tonda "İtalya'ya hiç gitmediniz mi, oradaki oteller nasıldır bilmez misiniz, Avrupa standartlarını pek aramayın orada, vır vır, dır dır" diyerek aslında özü doğru, ama ifade ediş biçimi yanlış bir cevap verince, "ben yarın gelirim" deyip, kalkıp, hemen yakındaki yine daha önceden gözüme kestirdiğim başka bir tur şirketine gittim.
İyi ki de öyle yapmışım, kurumsallığı belirgin bir şekilde yerleşmiş, elemanlarını müşteri ilişkisi konusunda eğitmiş bu şirketten memnun kaldım, doğrusu.
Fotoğraf Verona'dan. Sağ tarafında Market Column gözüküyor, Berlina meydanındayız. Burada bir açık hava pazarı var, bir de Verona'nın Madonnası'nın çeşmesi.
Gelelim tur ahalisine!
İnsanlar çeşit çeşit ve grubumuz memleketlimiz insanlardan oluşuyor. Demem o ki, yurdum insanıyla -eğitimli bile olsalar- birlikte hareket etmek pek kolay değil!
Kısacası, tamamen bağımsız olmak, ayrıntıyla bunalmamak istiyorsanız, önceden oteldir, uçaktır, trendir rezervasyon yaptırıp, kendi keyfnizin efendisi olarak dolaşacaksınız, ya da bir gözünüz hafif kapalı, bir kulağınız hafif duymaz -mış gibi yapacaksınız.
Bir de rehber unsuru var tabii ki! "Tur rehberi" dediğiniz gezdirdiği yerleri iyi bilip, bilgisini aktarabilen bir kişi olmanın yanı sıra, kişilik olarak da, yumuşak ama, sözünü de dinletebilen bir insansa, arıza pek çıkmıyor, ya da tolere edilebiliyor.
Aynı otobüse doluşup, oradan oraya giderken ve verilen saatte şehrin bir yerinde buluşulacaksa, buna uyarsa herkes, işler yolunda gidiyor. Otobüsle şehirden şehire ziyaret edilirken, tur rehberi, bir panoramik otobüs gezmesi, ya da merkezde yürüyerek şehir turu yaptırıyor önce, sonra da "şu saatte şurada buluşup, hareket ediyoruz" diyor. Kalan zamanda, yemek yiyebilirsin, müze gezebilirsin, alış veriş yapabilirsin; keyfinize kalmış. Bizim insanlarımız, genellikle alış verişi öne alıyor, sonra yemeği ve en son müze gezmeyi.
Venedik'i sular basıyor, malum. Su dediğin, hem yağmur yağınca geliyor, hem de Venedik'in adalarının bulunduğu lagündeki su seviyesi yükselince...
Su basmasına hazırlık olarak, yerden elli santim kadar yükseklikte, demir ayaklı, üstü kalın kontrplak kaplı, seyyar köprücükler bekliyor sokak ve caddelerde. Su yükselince, diziyorlar sırayla, insanlar üstlerinden zıplaya zıplaya yollarına gidiyor!
İtalyanlarla ilgili en temel gözlemim, İtalyanca'yı aşka sevmeleri, oldu. Bizdeki yabancı isimli yer adı, dükkan, marka vs. bolluğunun aksine yabancı isim yok, her şey İtalyanca.
Hatta, kendilerine İngilizce bir şey sorduğunuzda, baş sallayarak anladıklarını gösterip, cevabı yine de İtalyanca vermeleri çok tipik bir davranışları.
Genellikle güler yüzlü ve yardımseverler. Özellikle turistik bölgelerde İngilizce anlayıp, yardım edecek insanlar bulabiliyorsunuz. Aslına bakarsanız, iklim, coğrafya yakınlığını dikkate alırsanız, İtalya'da yaşamak cazip gelebilir. İnsanları eğitimli, medeni, yaşamaktan zevk alır gözüküyorlar. Ortalama gelirleri diğer büyük Avrupa ülkelerinden düşük gibi, yine de pek şikayet eden yok gibi. Ya da mutlaka vardır da, bana öyle geldi!
Sokaklar temiz. Daha önceki çöp grevi mağduru Napoli izlenimlerime bakarak, hep söylendiği gibi Floransa-Venedik bölgesinin daha Avrupa, özellikle Avusturya etkisinde ve temiz olduğunu söyleyebilirim.
İtalyanlar şık giyimliler. Ayakkabı, aksesuar kullanımları özenli ve zarif. Ama, kuzey Avrupa ülkelerindeki sokakta sık sık burnunuza çarpan güzel parfüm kokularına burada pek rastlamadım.
Haa, bir de şemsiye satıcılarının tümünün, nedense Afrikalı olduklarını söyleyeyim. Şemsiye deyip geçmeyin, bu gezimizin baş aksesuarı oydu, bir defa kırıldı, bir defa kaybettim. O satıcılara işim düştü, yani!
Çeşme, Siena'nın Piezza del Campo'sundan.
Unutmadan yazayım, Avrupa'da şimdiye dek gördüğüm tek Alaturka hela'yı Garda gölü kıyısındaki Sirmione'de gördüm ve kullandım. Şehrin girişindeki büyük otoparktaki genel tuvaletteydi.
Asıl tuvalet anektodunun kahramanı bizzat kendim oldum!
Floransa'da Uffizi Müzesinin tuvaletinde, içerde sıcaktan bunalıp, aceleyle dışarı fırlamaya çalışırken, erkekler tuvaletine dalmışım!
Allahtan pisuvar değil de, kapılı tuvaletler vardı ve bu sayede skandal, sadece lavaboda el yıkayan bir kaç erkeğin şaşkın bakışlarına maruz kalıp, kendimi dışarı atarak sonlandı!
Dönüşümüzde abisine olanları anlatırken, kızım, "anne, o anda suratında gördüğüm ifadeyi hiç unutmayacağım" diyordu.
.
Ben bole dusunmuorum ablacım. Ingilizce bildikleri halde konusmuyolar. Roma,milano,venedik de restaurantlarda bi tane turk bayragı gordun mu?Diger ulkelerin bayraklari
YanıtlaSilvar ama ;-))
Umarim b ugun daha iyisindir... Benim cayi ihlamurla da dene, sicak olarak ic, ben meyveleri dorde bolun derken, butun olmasinlar anlaminda soylemistim.. Bu arada soz dinlemeyen bir cocuk oldgun taa buralardan belli oluyor... :-))
YanıtlaSilCertified Copy, Juliette Binochet: İzlemiş miydin?
YanıtlaSilcanım ya, geçmiş olsun çok. hasta hasta uğraştırdım seni. şahane bi dedikodu yazısı olmuş :) eline sağlık.
YanıtlaSilseyyar köprücükler ne enteresanmış, afrikalı şemsiye satıcıları.. böyle detayların hastasıyız :)
Çok güzel bir gezi yazısı bu. Elinize sağlık.
YanıtlaSilAyşegülcüğüm,
YanıtlaSilBelki de bilip konuşmuyorlardır, bir tür milliyeetçilik yani...
İtalya bir tarafa, diğer pek çok ülkede de öyle ön sıralarda anılmıyoruz, pek. Öyle değil mi?
Mehtapcığım,
YanıtlaSilBugün, artık iyiyim, sağol.:)
Ben iki senedir, ıhlamur yerine mürver çiçeğini tercih ediyorum, onunla denedim, pek güzel oldu.
:))
Sevgili Oya Hanım,
YanıtlaSilİzlemiştim izlemiştim. :))
Bakın burada:
http://ekmekcikiz.blogspot.com/2010/10/asli-gibidir.html
Aslında filmde gördüğüm Sieana ile, karşılaştığım Siena tam örtüşmedi, o Siena'yı tekrar görmek istiyorum. Belki mevsimden, belki hava koşulları nedeniyle ışık azlığından, belki zamansızlıktan, Sieana'yı filmde görüp, hayal ettiğim gibi yaşayamadım.
Kısmet! :)
Neocum,
YanıtlaSilSağol şöfer Nebahatcığım! :))
Hiç zahmet olur mu? Ben hatırladıkça yazarım, yine. :)
Değerli gezgin Baron'dan böyle bir beğeni aldığıma çok memnun oldum doğrusu. :))
YanıtlaSilTeşekkür ederim.:)
bloğun ççok güncel ve çok başarılı arkadaşım.tebrik ediyorum seni...sevgiler mintiden...
YanıtlaSilSevgili Minti Hanım,
YanıtlaSilHoşgeldiniz! :))
Teşekkür ederim, güzel sözleriniz için. :)
"İtalya'ya hiç gitmediniz mi, oradaki oteller nasıldır bilmez misiniz, Avrupa standartlarını pek aramayın orada"
YanıtlaSilgeçen gelişimde tur operatörünün bu sözlerine o kadar sinir olmuştum ki birşey diyememiştim. neresinden tutsan elinde kalıyor:
- karşındaki hiç gitmemiş olabilir, şart mı?
- türk otelleri kötüdür demek ne kadar saçmaysa italyan otelleri şöyledir demek ondan da fena. bizden kaç kat fazla otelleri var.
- o kadar fazla otel içinde sen iyisini bul madem.
- sanki kendisi sarayda büyümüş de beğenmiyor.
ayrıca, ayşegül hanım ingilizce bilip de konuşmadıklarını nereden biliyor acaba? bu söz fransızlardan başka milletlere de sıçramış. önyargı mı demeli, klasik yabancı kompolosu sanrılarımız mı?
bu arada size de hep diyorum, bırakın bu turları, kendiniz sokak hizasından gezin diye, hiç itimat etmiyorsunuz valla.
YanıtlaSilSimoncuğum,
YanıtlaSilHaklısın!
İşte, ben de sinir olup, anında oradan voltamı aldım, zaten. İyi ki öyle yapmışım, sonradan o tur şirketinin, bu bayramda Mısır'a götürdüğü yolcuları rezervasyonsuz ortalıkta bırakıvermiş olduğunu öğrendim.
Sana itimat etmez miyim?
Eski zamanlarda öyle gezdiğim çok oldu, hem. Ama bu defa böylesi daha kolay geldi, gelecek defa daha hazırlıklı olup, kendimi sokaklara atıciim!
:))