Ne şanssızlık ki, her defasında olduğu gibi "bu sene Ağustos'ta İstanbul'da olmayacağım" deyip İstanbul'da Ağustos nöbeti bekleme geleneğim, bu sene de devam etti.
Yaz başında kızımla "Ağustos'ta Karadeniz'e gidelim" planı yapmışken, evdeki hesap çarşıya uymadı, tarihler tutmadı, uçak bileti pahalı geldi ve bir de baktık ki, Karadeniz yolculuğu planı seneye kalmış.
Moralimizi bozmadık, iki senedir gidemediğimiz ve orada olduğumuz her defasında mutlu olduğumuz Bozcaada'ya çevirdik rotayı. Bayram öncesi hafta, hava ve ada nüfusunun en uygun zamanında adada dört gece geçirdik.
Ada'daki günlerimizden birinde, -İstanbul'a yağmur yağarken adada bulutlu ve rüzgârlı olan havayı fırsat bilip- merkeze indik ve kaleyi uzun uzun gezdik.
İskeleye feribot yanaşmış, inenler inmiş, binenler Geyikli'ye doğru gitmek için kalkış saatini bekliyor.
Kale'nin burçlarından birinden bakış,
Bu defa yönümüz İskelenin tersine doğru,
Adamız hiç adını yadırgatmıyor, hep boz hep boz ve hep güzel hep güzel...
Habbele'den Batı feneri'ne doğru bakış, güneş alçalmış. Bir an önce bulutların arasında kalmış görünmezken, birden şurubi rengiyle ışıldamaya başlamış.
Ada'nın hediyeleri böyle işte; güneşin doğuşu ya da batışı, cırcır böceklerinin şarkısı eşliğinde seyredilen samanyolu, sabah denizinin berraklığı ve her daim serinliği...
Yine müthiş gastronomik lezzetlerle, sade tatlar ve şölen sofraları arasında dolaşıyoruz.
Bağhane'deki ev sahibemiz canım Ümit ve otuz senelik tanışıklığa dayanan dostluğuyla Nejat bey sayesinde ne tatlar, neler...
Kahvaltıda yediğimiz zeytinler, hemen yandaki bahçeden toplanmış ve kendileri tarafından kurulmuş en başta. Sonra keçi peyniri özel yapılmış ve bir senedir olgunlaşmakta. Sirke, yine bahçedeki üzümlerden, reçeller bahçedeki ağaçlardan. Uzayıp gidiyor bu liste.
Yukarıdaki tabakta, ahtapotlu makarna var. Böylesine nefis bir makarnayı başka bir yerde yiyebilir miyim, bilmiyorum.
Bir başka nefis yemek tabağı,
Pansiyondaki misafirlerden Gamze İ.'nin elinden, İspanyol usulü sarmısaklı biber kızartması,
Sarmısaklar incecik kıyılıp zeytinyağında çevriliyor, küçük biberler eklenip, şöyle bir dağlanıyor ve üzerine biraz tuz serpiliyor.
Bütün hepsi bu! Sade ve olağanüstü lezzetli.
Kocaman bir çanakta silinip süpürülmeyi bekleyen, Eğin piyazı
Kuru soğan, reyhan, peynir, yoğurt, domates, biber, maydanoz, dereotu
Ve afiyet olsun!
Bu minik ve acı mı acı biberler pazardan alındı.
Az sonra reçel olacaklar, sevgili blog arkadaşımız Beste'nin nefis tarifiyle...
Ada'ya gitmişken üzüm tatmamak olur mu, her şey bir yana Çavuş üzümü yememek olur mu?
O kadar az kalmış ki Çavuş! Neredeyse yiyemeyecektik.
Umarım, çabalar sonuç verir ve para etmediği için ekilmeyen bağlar yeniden canlanır.
Özlemişim Ekmekçi arkadaşımı :) Ah nerede o blogların şahane günleri...
YanıtlaSilNe iyi etmişsiniz :) ben de çok istiyorum dilerim bir gün kısmet olur
YanıtlaSilsevgiler
Leylakcığım,
YanıtlaSilBen de çok özlüyorum o güzel günleri. İyi ki yaşadık diye teselli bulmaya çalışıyorum.
Sevgiler çok çok.
Nehircce,
YanıtlaSilUmarım keyifli bir gezi yaparsınız en kısa zamanda.
Merhaba.
YanıtlaSilBloglara herşeye inat daha çok aman ayırmaya çalışıyorum ben de.
Nasılsa yaz bitti. Bira fazla sohbetin kimseye zararı yok değil mi ;)
Bu arada adaya onca gittim kaleyi hiç gezemedim. Sayenizde o da oldu.
Teşekkürler.
Sevgili Tülin,
YanıtlaSilNe güzel gezmişsiniz, ben de sayenizde Bozcaada'nın hiç bilmediğim Itırlı Bahçe'sini görmüş oldum.
Yaşasın bloglar, her zaman! :)