Pazar, Mayıs 27, 2018

"MUTFAĞIN HATIRA DEFTERİ" ve diğer notlar


İki üç gündür yağmur var.
Cuma sabahı tam da pazarın kurulma saatinde sağanak birden indirince, "vay geldi pazarcıların başına bugün" diye geçti aklımdan.
Pilates, pazar alışverişi, yemek hazırlığı derken gün parçalı bulutlu arada yağışlı filan, geldi geçti.

Cumartesi sabahı evdeki işleri ve annemin siparişleri için alışverişi halledip, öğlene doğru hazırlanıp çıktığımda hedeflediğim saati yirmi dakika geçirmiştim. Böyle olunca, "eyvah geç kaldım" tahminim doğru çıktı ve biricik Leylak Dalı'nın kitabı için düzenlenmiş söyleşinin yapıldığı Beylerbeyi Profiterol'e biraz gecikerek gidebildim.

İçeriye acele bir göz atıp, bir yer bulup iliştim, vayy ne kadar kalabalık!
Kimini daha önce gördüğüm blog arkadaşlarım, bir kaçının kim olduğunu tahmin ettiğim blog dostları, Leylak Dalı'nın lise arkadaşları çepeçevre oturmuş, toplantının moderatörü sevgili kardeşi Funda'nın sorduğu sorulara Nurşen'in verdiği cevapları keyifle dinliyordu.
Nurşen'in dili de kalemi gibi tatlı ve akıcı; bizi "Mutfağın Hatıra Defteri" kitabında anlattığı 60'lı yıllara, o yılların Ankara'sına, çocukluğun sihirli dünyasına aldı götürdü.

Söyleşi bitip imza kuyruğu başladığında, bir yandan blog aşırı tanışlıkların ipucuyla çekingen tanışmalar, söyleşmeler de başladı. Sonra biraz daha az kişi kalınca yakında bir yere taşınıp, biraz da orada oturduk, bir şeyler yedik, söyleşmeye devam ettik.
Blogda yazılarını severek okuduğum insanlarla tanıştığım, yüz yüze sohbet ettiğim her seferinde çok mutlu olurum, çünkü, yazıdaki içtenlik değerli bir rehberdir. Yazısı güven veren insanın sohbeti, arkadaşlığı da güven verici olur.

Kadıköy iskelesinde dağılma vakti geldiğinde, Şenol kardeşlerden "Arnavutköy'e gideceğiz, işin yoksa gelsene" davetini alınca, ikiletmeden onlara katıldım ve yağmur serpiştirirken kendimizi vapura atıp karşı kıyıya geçtik. İftar vaktine kadar Arnavutköy Bebek hattında yürüdük, fotoğraf çektik, sohbet ettik. 
Sonra yağmur başlamak üzereyken karşıya dönüş vapurunu yakaladık, kendimizi metroya atıp, mahallemize ulaştık. Meğer, iki kardeş bizim eve çok yakın biraz aşağımızdaki bir sokakta misafirlik etmiyorlar mıymış?

Gecenin orta yerinde uyanıp, bir daha uyuyamayınca, Nurşen'in hatıra defterine tekrar gömüldüm. Taa ki sabah erkenden yağmurun sesiyle bugüne dönene dek...

Kitabı, geçen Aralık ayında ilk kez okurken, anlatılan herşey öyle yakın gelmişti ki kendi çocukluğumun bir arkadaşıyla sohbet edişine tanıklık ediyordum, sanki.
Yakın yıllarda doğmuş, benzer ailelerin ve henüz tümlüğü bozulmamış toplumun çocukları olarak ne çok ortak paydamız varmış, meğer.



Nisbet yapmak gibi olmasın ama, Leylak Dalı'nın güzel yazısıyla imzaladığı kitabımı da bir göstereyim istedim...

Perşembe, Mayıs 17, 2018

KÜBA GÜNLÜĞÜ - 6

Santiago'da havada bir egzos kokusu asılı sanki, genzimizi yakan. 
Çok fazla sayıda motor var, halk bireysel ulaşımı motorsikletlerle ve bisikletlerle sağlıyor. Eski ve biraz da yeni arabalar var, ancak onlar daha çok taksi olarak kullanılıyor, sanki.

Santiago, Fidel Castro'nun memleketi. Okula burada başlamış, üniversite okumaya Havana'ya hukuk fakültesine gitmiş. 
Daha sonra 1953'te Batista'ya karşı Santiago'da yapılan Moncada kışlasını baskını Fidel ve arkadaşları burada gerçekleştirmiş. Baskın başarısız olmuş, isyancıların çoğu öldürülmüş, Fidel ve birkaç kişi yakalanıp, mahkum edilmiş.



Vali Diego Velasquez'in evinin dıştan görünüşü, önünde tur boyunca bizi gezdiren otobüsümüz duruyor

Santiago 1511 yılında kurulmuş ve sömürge döneminin başkenti olmuş. 
Bu döneme ait Velasquez evi, daha sonra zaman içinde büyüyerek, zengin insanların yaşadığı yer olarak varlığını sürdürmüş, yangınlar atlatmış, otel olarak hizmet görmüş ve sonunda müze olmuş.



Cathedral de Asuncion, Parque Cespedes meydanının incisi gibi duruyor

Son dönemde UNESCO fonlarıyla onarılan yapılardan birisi de bu katedral. Başka pek çok yerde karşılaştığımız gibi, kapalı.




Cespedes meydanındaki Hotel Granda'nın terasındaki bar

Özellikle Valesquez evi gezisi bunaltıcı hava altında kapalı mekanda geçince, çıkışta kendimizi meydandaki şık otelin terasına atıyoruz. Burası havadar ve nefis Santiago manzaralı bir yer.
Kahvelerimizi içene dek keyif yapıp fotoğraf çekiyoruz.




Sabah kahvesini nasıl alırdınız?

Küba kendi kahvesini yetiştiriyor, bana göre lezzetli bir kahveleri var, acı ve sert değil.
Çok fazla çeşitte tüketmiyorlar; genellikle espresso içiliyor ya da americano. Cappucino isterseniz, americanonun üstüne biraz süt köpüğü, üstüne de tarçın. 
Kahvenin yanındaki şeker, tüm Küba'da her yerde gördüğümüz tek çeşit. Bazı yerlerde tatlandırıcı da vardı. Ah, unutmadan; şehirler arası yoldaki bir kaç mola yerinde kahvenin yanında şeker değil, şeker kamışı parçası vermişlerdi. Bizim kıtlama çay gibi, kahvenin yancısı. 




San Pedro de la Roca-Morro kalesi, Santiago körfezine tepeden bakıyor, çepeçevre gözlüyor

Kale eski bir yapı, İspanyollar zamanından savaşlardan kalmış. 
Bu fotoğrafta görülmeyen sağ tarafta deniz içerilere doğru uzanıyor. Sol taraf Karayip denizi ve başınızı alıp giderseniz bir süre sonra ileride üzerinde Haiti ve Dominik Cumhuriyeti'nin yer aldığı Hispaniola adasına ulaşacaksınız.



Körfezin ortasında küçük bir ada var, insanın gözü bizim adaların etrafındaki gibi hareketli deniz trafiği arıyor

Öğle yemeğimizi Santiago körfezi manzaralı Palmares Restaurant'ta yiyoruz. 
Menü hep aynı; salata, yanında patates püresi ve muz kızartması olan (pirinç ve siyah fasulye de olabiliyor) tavuk ya da balık (nadiren dana ya da domuz eti seçeneği olabiliyor), üstüne dondurma ya da krem karamel gibi hafif bir tatlı ve kahve. 
Doymuyor muyuz? Gayet güzel hem de!




Santa İfigenia Mezarlığında, Fidel Castro'nun kabrini görünce şaşırdık

Santiago gezimizde bir de mezarlık ziyareti var.
Santa Ifigenia mezarlığında Küba için önemli olan kurucu ve kahramanlar olan Jose Marti ve Manuel de Cespedes'in anıt mezarları bulunuyor. 
Fidel Castro ölümünden sonra vasiyeti üzerine buraya onların yanına defnedilmiş. Yukarıdaki fotoğrafın sağındaki yuvarlak kaya parçası onun mezarı. Üzerinde sadece FIDEL yazıyor. Alçakgönüllü olmak ve halkın kalbinde yaşamak böyle birşey olmalı.
Sol tarafta bir parçası gözüken çok daha büyük anıt en çok sevdikleri milli kahramanlardan Jose Marti'nin mozolesi.
Ayrıca Bueno Vista Social Clup'ın ünlü şarkıcılarından Compay Segundo da burada yatıyor.



Plaza de la Revolucion'da General Antonio Maceo'nun heykeli ve etrafındaki kahramanlık anıtı

Burada heykellerle ilgili öğrendiğim şeylerden biri ilginç; heykelde at varsa, kahraman savaşa katılmış oluyor. At, şaha kalkmışsa, üstündeki kişi kahramanca ölmüş demek, atın ayakları basıyorsa savaşta ölmemiş, eceliyle gitmiş demekmiş. 




Santiago'da son gece; bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyor, şimşekler çakıyor ve orkestra Guantanamera'yı çalıyor

Onca sıcak ve boğucu havadan sonra olan oldu ve gecenin bir vakti, gümbür gümbür yağmur başladı. Kimsenin umrunda değil yağan yağmur ve içeriye suların basması. Herkes ayağını kaldırıp dayayacak bir yer buluyor ve orkestranın ısrarı sonucu bizim grup çalarak söyleyerek şarkıya eşlik ediyor.
Tabii ki yine mojitolar içiliyor. 
Ve sanırım tüm yolculukta içtiğimiz en güzel mojitolar burada bu turistik olmayan, mahalle arasındaki lokalde içtiklerimizdi.



*

Bundan sonrasında fotoğraf yok.
Sabah erkenden otelden havaalanına gittik, dün gece bir süre kesilen gökgürültülü yağmur yine başlamış.
Havaalanı girişinde, "neden geldiniz, sefer iptal edildi" demesinler mi? Derler! Denirmiş yani burada böyle.
Ne olduğunu ve bundan sonra ne yapacağımızı anlayabilmek için üç saat kadar alanda bekledikten sonra otele dönüyoruz. Birşeyler yiyip sonra da sakin kalmaya ve dinlenmeye çalışarak geçiyor zaman.
Havana'dan 970 km uzağız, uçakla gidemeyeceksek, otobüsle 13 - 14 saat sürecek bir yolculuk bizi bekliyor. Üstelik, bir haftadır bizi gezdiren otobüs, başka yolcuları almak üzere başka bir şehre gidecek ve bize tahsis edecek otobüs bulunamıyor.
Şakası yok, akşam uçağına binemezsek, ya da uçuş olmazsa yarın sabahki İstanbul uçağı da kaçacak!
Oysa sabah uçacak ve bugünü Havana'da müze gezerek, kaleden top atışı izleyerek geçirecektik, güya. Heyhat!
Sonunda akşam uçağa bineceğimiz haberi geliyor. Havaalanına gidiyoruz, işlemler çok uzun sürüyor, yorgunuz. Neyse ki sonunda uçağa biniyor ve Havana'ya ulaşıyoruz.
Bugün çektiğimiz eziyetin telafisi olması amacıyla acenta jest yapıyor;  gece ünlü National Hotel'de kalacağız. Yazık oluyor bence, otelin keyfini sürmek ne mümkün, hepi topu 6 saat oradayız. Yatıp, kalkıyoruz ve yeniden alana doğru yol alıyoruz.

Dönüş yolumuz, gelişimizden epey uzun sürüyor. Önce Havana'dan Caracas'a uçuyoruz, orada biz İstanbul yolcuları uçakta beklerken diğer yolcular iniyor, yenileri biniyor, uçak temizleniyor, yakıt ikmali yapılıyor ve tekrar yola çıkıyoruz.
Olsun, sonunda İstanbul'dayız işte!
Sevgili ülkemize kürkçü dükkanına döndük, salimen.


Çarşamba, Mayıs 16, 2018

KÜBA GÜNLÜĞÜ - 5

18. yüzyıldan itibaren şeker kamışı üretimi sayesinde zenginliğin zirvesini yaşamış ve şimdi onun anılarını taşıyan güzel bir şehir Trinidad. Kahvaltı sonrası tatil köyünden çıkıp, şehri keşfe başlıyoruz.



Trinidad'ın ufak tefek değil de hallice taşları 

Yolları yuvarlak  taşlarla döşeli, otelden çıkmadan önce uyarıyor rehberimiz "düz ve sağlam ayakkabılar giyin, yolda kaymayın" diyerek.



Ünlü müze ev, Casa del Alfarero

Gezimiz esnasında eskiden kalma bir zengin evini, bir Sanaterian dini (Afrika kökenlilerin Hristiyanlığı kendi inançlarına uyarlaması sonucu oluşan din) mabedini gezip Canchanchara isimli kafede mola verip limon suyu bal karışımı içkileriyle serinliyoruz.



Süslü bir Trinidad evi, sağ köşede ucu gözüken bitki evle yaşıtmış

Öğlen yemeğine kadar geçen sürede kendimizi hediyelik eşya alış verişine adıyoruz; kadınlar ufak tefak süs eşyası, erkekler puro peşindeler.



Plaza Mayor meydanındaki süslü heykeller, seramikler, arka planda konaklar

Trinidad'dan itibaren hava çok sıcak ve rutubetli olmaya başladı. İstanbul'da olsa yerimizden kıpırdanırken söyleneceğimiz türden bir havada, turist olmanın verdiği sınırlı zaman baskısının itici gücüyle habire dolaştık durduk.




Camaguey şehrine doğru yoldayız, arkada Küba'nın en yüksek dağları

Trinidad'tan çıktıktan sonra yolumuz uzun bugün, mola verip dinlenmeye çalışıyoruz. Yolda Che'nin hayatını anlatan bir film izliyoruz, Küba müzikleri dinliyoruz.
Akşam otele ulaşıp yemek yedikten sonra yine yerimizde durmuyoruz ve şehre müzik dinlemeye gidiyoruz. Bulunduğumuz mekan bir iç avlu şeklinde. Burada turist az, daha çok Camaguey'lilerin oluşturduğu insanların bir hafta sonu akşamı eğlencesine tanıklık ediyoruz. Dans eden çiftlerin zarif ve kıvrak hareketlerine hayran oluyoruz.



Bizim çocukluğumuzda evlerin salonlarının süsü kauçuk bitkisi, burada kocaman ağaç halinde

Sabah kahvaltıdan sonra Camaguey'in keşfi var sırada; şehir 1514 yılında ilk kurulan İspanyol şehirlerinden. Bağımsızlık savaşının kahramanlarından Ignacio Agramonte buralı. 



Eski binalar onarılmış, UNESCO desteğiyle bakım görmüş

Bisikletin çektiği bir tür fayton olan bicitaxi ile kısa bir şehir turu yapıyoruz. Dar sokaklara otobüsle giremeyeceğimiz ve tümünü yürüyerek dolaşmak çok uzun süreceği için bu hafif ve hızlı turdan memnun kalıyoruz. Fakat, maalesef hava yine çok sıcak.




Seramik sanatçıcısı Martha Jimenez'in mutluluk veren eseri, Üç Kadın

Gezdiğimiz meydancıklardan birinde bir sanatçının atölyesi var. Martha Jimenez, Eskişehir'de de eserleri parklara konmuş, dünyada tanınan bir sanatçı. Eserlerinin taş baskıları bizim gruptakilerin çok ilgisini çekiyor ve çoğu kişi satın alıyor.



Küba'nın milli marşı La Bayamesa'yı yazan Pedro Figueredo'nun heykeli

Yolumuz bugün de uzun, Bayamo'dan geçiyoruz, kısa bir mola verip meydanda turluyoruz. 
Hedefimiz Küba'nın ikinci büyük şehri ve ilk başkenti olan Santiago de Cuba. Burada iki gece kalacağız. Otelimiz büyük ve rahat burada. Biraz dinleniriz belki, ama sıcak ve rutubet arttı iyice.



Salı, Mayıs 15, 2018

KÜBA GÜNLÜĞÜ - 4

Bu sabah Küba'nın güney doğusundaki Santiago de Cuba'ya  kadar gideceğimiz 5 günlük yolculuğumuza başlamak üzere yola çıkıyoruz. 
Bavullarımızı topladık, otobüsümüze yerleştik; henüz güneydoğuya doğru gittikçe yolların asfalttan bizim eski şose denilen yollara daha çok benzeyeceğini bilmiyoruz. 
Otoyol yok, ama iki şeritli düz yollarda yolculuk ediyoruz. Sonraları yollar daralıyor ve böbrek taşı olanların rahatça düşüreceği şekilde sarsılarak yol alınıyor.



Laguna del Tesoro, Guama, Zapata Yarımadası

Zapata yarımadası yemyeşil, hiç tanımadığımız bitkileri hayranlıkla seyrederek Guama'ya geliyoruz. Buradaki lagünde bir tekne gezisi yapıyoruz, gezi bana Dalyan'da tekneyle yaptığımız yolculukları hatırlatıyor. 
Zapata'nın sulak arazisinin bitkilerinin yanısıra timsahları da  meşhur!
Sayıları hayli azalan timsahları korumak için Boca de Guama'da bir çiftlik kurmuşlar, timsah yetiştiriyorlar. Bir süre tembel tembel göletin kenarında yatan timsahların bir oltanın ucunda kendilerine uzatılan et parçalarını kapışlarındaki çevikliği izliyoruz, bazı arkadaşlar bunu videoya çekiyor filan, ama ben tek bir kare bile çekmemişim inanın.




Taina köyündeki bitek arazi yağmur mevsiminde sular altında kalıyormuş, şimdi ağaçların kökleri görülüyor

Timsah çiftliğinin hemen yanında, eskiden oralarda yaşayan adanın yerlilerinin anısına yapılmış bir köy var. Taina köyünde, yerlilerin yaşamları kimi heykeller kimi canlı mankenlerle canlandırılıyor; ne yerlermiş, nasıl yaşarlarmış...
Yerlilerin bir kısmı İspanyollar tarafından altın getirmedikleri ya da hazinelerinin yerini göstermedikleri için öldürülmüş, ki zavallıların altınla ilgileri yokmuş. Geri kalanların çoğunluğu ise saldırganların getirdiği bulaşıcı hastalıklara kurban gitmiş.

Buradan ayrılınca "Domuzlar Körfezi" adıyla bilinen,  Amerikan istihbarat teşkilatı tarafından Castro'ya karşı düzenlenmiş ve Küba ile ABD arasındaki ilişkilerin kopmasına neden olan olayların ve çatışmaların yaşandığı Bahia de Cochinos'taki Playa Giron müzesine gidiyoruz.




Tomas Tery Tiyatrosu, Cienfuegos, 

Akşamüstü güneyin incisi Cienfuegos'a varıyoruz ve ünlü tiyatro binası kapanmadan içerisini gezmek imkanını yakalıyoruz.
Bu tiyatronun ilginç ve acıklı bir yapım hikayesi var. Köleleri tedavi eden ve sonra tekrar satan ve servetini bu yolla edinen bir doktor yaptırmış binayı.
Bina ahşap ve kocaman sahnesi olan, yakın zamana kadar çalışan bir tiyatro salonu. Kısmen hayranlık, kısmen kızgınlıkla geziyoruz yapıyı.




Union Hotel'in iç avlusu

Cienfuegos'taki otelimiz elden geçirilerek yenilenmiş güzel bir eski yapı, iç avlusu insana ferahlık hissi veriyor.

Yemek sonrası yakındaki meydana yürüyoruz ve kahvelerimizi içerken gitar eşliğinde şarkı söyleyen güzel sesli kadın şarkıcıyı dinliyoruz.
Müzisyenler şarkı arasında önce kendi CD'lerini satmaya çalışıyorlar, alan olmayınca doğrudan şapka çıkarıp gönlünüzden kopanı istiyorlar.

*

Sabah, Cienfuegos'tan hareket etmeden önce şehirdeki puro fabrikasını ziyaret ettik.
Puro yapımı, milli servet değerini verdikleri önemde olduğu için, fabrikasının içinde fotoğraf çekmek yasak, o nedenle bu geziye ait bir kare yok elimde.
Fabrika görevlisi, bütün bölümleri sırayla gezdirdi, yapılan işlemleri tütünün gelmesinden kutulanmasına kadar tek tek anlattı.
Bu arada, görevlinin resmi ifadesiyle de öğrendik ki, puroların kadın işçilerin bacakları üzerinde sarıldığı tam bir efsane! 
Purolar  yapım aşamasında ciddi kalite denetiminden geçiyor, sarıldıkları zeminin tahta ve düzgün olmasından yapışkan olarak kullanılan reçinenin kokusuz oluşuna kadar onlarca kural var uyulması gereken.
Puro saran işçilerin işleri esnasında radyo tiyatrosu dinlediğini gördük, eskiden işçilerden biri sırayla diğerlerine gazete okurmuş. Eh, zaman Küba'da da değişim getiriyor, haliyle.



Santa Clara, Comandante Che Guevara'nın mozolesinin üstündeki heykeli

Sabah yoldaki ilk uğrağımız Santa Clara şehri. 
Burada Che tarafından ele geçirilen ve Batista ordusunun cephanesini taşıyan zırhlı treni, olayın geçtiği yerde görüp oradaki açıkhava  müzesini geziyoruz.

Küba'da eskiden yaygın bir demiryolu ağı varmış. Bu ağ, şimdi malzemesizlikten çoğunlukla atıl halde duruyormuş. Karayolunda hemen hemen her şehirde kesişen hemzemin geçitlerden geçtik, ancak hareket halinde pek az tren gördük.

Sonraki durağımız, Che'nin ölümünden 30 yıl sonra Bolivya'dan taşınan mezarı ve mozolesinin üstüne dikilen heykeli. Buradaki müze de çok etkileyici.
Küba'da Che'yi çok sevdiklerini gözlüyoruz; Arjantinli bir doktorun ülkesinden gelip, eline silah alıp onların özgürlüğü için savaşması Kübalıları çok etkilemiş; onu Amigo/Dost olarak anıyorlar.




Manaca İznaga'daki 45,50 metre yüksekliğindeki çalışan köleleri izlemek ve kaçakları engellemek için yapılmış gözetim kulesi

Öğlen yemeğinden sonra, Los İngeos vadisindeki şeker kamışı plantasyonları arasından geçip, sert rüzgarın serinletmeyi pek de başaramadığı sıcak havada Trinidad'a doğru yol alıyoruz.
Kilometrelerce uzanan şeker kamışları, uzaktan biraz mısır tarlasını andırıyor.
Yol boyu rehberimiz bize adanın tarihinden, kölelerden, özgürlük savaşlarından bilgiler veriyor.




Ancon, Karayip denizi

Hedefimizde akşam olmadan Karayip denizi kıyısına ulaşmak var. Neyse ki günler uzun ve hava sıcak.
Akşamüstü sonunda kalacağımız tatil köyündeki odalarımıza bavullarımızı atıp, mayolarımızı giyip kendimizi ılık ve tuzlu Karayip denizine atıyoruz ve çıkmak bilmeden deniz keyfi yapıyoruz.

Akşam yemek sonrası, sivrisinek hücumuna maruz kalıyoruz. Sivrisineklere karşı, özellikle ilaçlama yapılmıyor. Böcekleri zehirlemenin sadece onlara değil tüm canlılara zarar verdiği bilgisi Kübalılarca malum kısacası, darısı bizim aklı evvellerimizin de başına diyeyim.

Gece, otobüsle 15 km uzaktaki Trinidad şehir merkezine gidiyoruz. tarihi kentin meydana bakan merdivenlerinde canlı müzik dinliyoruz. Yakınımızda oturan iki İngiliz kızı, Türk olduğumuzu öğrenince, aa biz Tarkan'ı çok seviyoruz diye çığlıklar atıyorlar.

Benzer sevgi dolu çığlıklar Türk olduğumuzu öğrenen Kübalılardan da geldi, yolculuğumuz boyunca.
Neden mi?
Çünkü, Türk dizileri tüm Güney Amerika'da ve o ülkelerin TVlerini izleyen Küba'da çok seviliyor ve dolayısıyla İstanbul ve Türkler Latin Amerika'lıların favorisi!



Pazartesi, Mayıs 14, 2018

KÜBA GÜNLÜĞÜ - 3

Geldik 5. güne.
Bugün 1 Mayıs. İşçi bayramı.
Havana'daki büyük yürüyüşe biz de katılacağız.



Revolucion meydanı o kadar büyük ki, uzaktan bile kadraja sığdırmak mümkün değil

Küba'nın her tarafından gelen insanların meydandaki yerlerine geceden beri yerleştikleri, büyük yürüyüşün başlangıç noktasına yakın bir yere otobüsle gidiyoruz. 
Küba'lı rehberimizin yönlendirmesine uyarak, kalabalığın içinde birbirimizi kaybatmemek konusunda Türk rehberimizin uyarılarını dinleyerek, kalabalığa karışıyoruz. 
Aileler çoluk çocuk, meslek gruplarından insanlar flamalarıyla, şehirlerin temsilcileri renkli bayraklarla, bizim gibi gezginler ülkelerinin bayraklarıyla ve herkes birlikte neş'e içinde şarkılar söyleyerek, dans ederek devrim anıtının önünden geçerek son bulacak yürüyüşün coşkusunu yaşıyor. 
Bizim grup önce aşçılar, sonra otobüs şöförleri, sonra kamyoncular, en son da askerlerle yan yana yürüdü ve kalabalıkta kimse kaybolmadan yürüyüşü tamamladık.
Bu kadar kalabalık bir ortamda, böylesine canlılık, coşku içindeki ve mutlu insanlarla birlikte katıldığım bu 1 Mayıs'ı darısı başımıza dileğiyle, imrenerek hatırlayacağım.




Havana'nın anıtsal ağaçları, meydandan otobüsümüze doğru giderken yine karşımıza çıkıyor, büyüklüklerini ve ne kadar değişik olduklarını anlatmak hayli zor

Biz ve yürüyüşü bitiren diğer gruplar taşıt araçlarına doğru ilerlerken, kapatılmış yolların başında temizlik yapacak çöp kamyonları bekliyordu.
Akşamüstü klasik arabalarla gezerken yolumuz tekrar Plaza de la Revolucion'dan geçti. sabahki kalabalıktan eser kalmamıştı ama asıl önemlisi yerde bir tek çöp, kağıt, döküntü de yoktu; her şey temizlenmişti.
Bu vesileyle, aklıma gelmişken yazayım, Havana'da tıpkı Avrupa şehirlerindeki gibi yayanın önceliği var. Yaya yola adımını atınca, araçlar yol vermek için duruyor ve trafik ışıklarına dikkatle uyuluyor. Trafikte, otobüsün önüne bisiklet kadar yavaş bir araç geçip hızını kesmiş olsa bile ne bir korna uyarısı, ne de hızlanmasına zorlayan hareket oluyor; sakince yoluna gitmesini ya da yol vermesini bekliyorlar.



Havana'nın sokaklarını meydanlarını yürüyerek keşfetme günündeyiz

Otele dönüp biraz dinlendikten sonra öğlen yemeği ve sonrasında şehir gezisi için için Habana Vieja'ya gidiyoruz.
İspanyol sömürge döneminden meydanlar, kolonyal tarzdaki yapılar, onarılmış kilise binaları, milli kahramanların heykelleri, Batista döneminin ünlü yapılarını rehberimiz eşliğinde tanıyoruz.




Ambos Mundos Oteli'nde Hemingway'in odasında; masası, daktilosu

Eski şehrin en güzel yerlerinden birindeki Ambos Mundos otelinin 5. katındaki bir odada yazar E. Hemingway'in de bir süre kalmış ve kitaplarını yazmış. Odası şimdi küçük bir müze gibi eşyalarıyla birlikte sergileniyor ve geziliyor.
Otelin terasında nefis bir Havana manzarası ve yine bir orkestranın çaldığı müzik var ve tabii ki, isteyene de mojito!





Plaza de San Francisco'daki müzeye dönüştürülmüş manastır

Habana Vieja'daki yürüyüşümüzde trafiğe kapalı ve ilginç yapılarla dolu Obispo caddesini de gezip sonra yine otobüsle yola devam edip, bu defa eski şehri başka bir tepeden izlemek üzere, Amerikan kıtalarının en eski hisarı olan ve 1774'de yapılmış olan Cabana'ya gittik. Buradaki resmi puro ve rom satış mağazası, kalenin tarihi öneminden daha fazla dikkatimizi çekti, itiraf etmeliyim.




Che'nin devrimden sonra bir süre oturduğu Havana'daki evi

Aynı bölgede bulunan bu evin uzaktan fotoğrafını çekmekle yetindik, çünkü, iki gün sonra Santa Clara'da onun için yapılmış anıtın altındaki müzeyi gezeceğiz.




Batista'nın devrilmesinden bir gün önce açılmış olan İsa heykeli, Cristo de la Habana

Heykel, ilginç bir şekilde Che'nin eviyle aynı bölgede yer alıyor.
Devrimden sadece bir kaç gün önce, 24 Aralık 1958'de açılışı yapılmış olan 20 metre yüksekliğindeki bu heykeli yapan, Küba'lı bir kadın heykeltraş.




Olmazsa olmaz! Eski Amerikan arabalarıyla şehir turu

Sonunda şehir turumuzu bitirip, Malecon adı verilen kordon boyundan ve oradaki Amerikan Büyükelçiliği'nin de önünden geçerek otelimize geliyoruz.
Biraz dinlendikten sonra bu defa akşam faslı için dışarı çıkıyoruz. 
İlk hedefimiz, eski arabalarla şehir turu yapmak. Tur bir saat kadar sürüyor, araçtan eski meydana yakın yerde inip gündüz keşfettiğimiz yollarda yeniden turlayıp yemek yemek için bir lokanta bulmaya çalışıyoruz.



Yine Hemingway'ın anısı peşinde; Floridita'da daiquiri içmek mutlaka denenmeli

Daiquiri, beyaz rom, lime suyu, şeker şurubu ve  ufak kırılmış buzla yapılan serinletici bir içki. Floridita'nın  barmeninin yaptığı daiquiri Hemingway'in favorilerindenmiş. Şimdi de turistler bu içkiyi orada içmek için deli gibi kuyruğa giriyor. Eh, biz de eksik kalmadık. 
Sonra da yemeğimizi yedik ve otele döndük, serildik kaldık, bunca hareketli günün ardından.



Pazar, Mayıs 13, 2018

KÜBA GÜNLÜĞÜ - 2

Yolculuğun 3. Havana'ya ulaşmamızın 2. günü, otelde kahvaltı faaliyetiyle başlıyor gün.
Yine sabah erkenden yola dökülüyoruz; erken kalkan yol alırmış!



Vinales vadisindeki mogote adı verilen kalkerli tepeler, önce azıcık çiçeği kalmış flamboyan ağaçları 

Alçak tepelerin, yemyeşil vadilerin arasından geçip Vinales Vadisine doğru yol alıyoruz. 
UNESCO tarafından dünya mirası listesine alınmış vadide nefis manzaralar izliyoruz. Bu bölgede Küba'nın en kaliteli purolarının üretildiği tütünler yetiştiriliyor.




Vinales vadisinde şeker kamışı suyu çıkarıp satan çiftçi

Öğle yemeği molası yine müzik eşliğinde.
Yemekte tavuk, pirinç, siyah küçük fasulye ve salata var. yemek üstüne guave meyvesinden yapılmış bir pelte ve üstüne Küba kahvesi.



Cueva del İndio mağarası içinden geçen nehirdeki tekne gezisinden sonra, gün ışığına çıkarken

Vadinin içindeki mogote tepelerinin arasındaki bir mağaraya giriyoruz, mağaranın içinden nehir akıyor. Suyun üzerinde motorlarla gezip, mağaranın diğer tarafından çıkıyoruz.





Vinales vadisinde tütün yetiştirilen bir çiftliği ziyaretten; tütün kurutulan özel yapı sağda, solda bu yöreye özgü sert ve uzun gövdeli  palmiye ağacı

Tütün üreticileri ürettikleri tütünü devlete satıyorlar, az bir miktarını kendilerine ayırıp, içecekleri puroları kendileri sarıyorlar. Bu puroların bir miktarının el altından satılmasına da göz yumuluyormuş. 
Yukarıda görülen özel tütün kurutma kulübesini gezdik, çiftçi bize tütünün nasıl kurutulduğunu kesildiğini, sarıldığını gösterdi. Evin bahçesinde rahat rahat dolaştık, tur arkadaşlarım çiftçi ve karısıyla fotoğraf çektirirlerken, kendi adıma daha ilginç bulduğum ve her köşeden fışkıran renkli çiçekleri izledim.





Los Jasminos yakınlarında, Leovigildo Gonzales tarafından yapılmış devasa duvar resmi, Mural de la Prehistoria

Bu resimdeki canlı renkli boyalar, zaman içinde yağmur ve rüzgar sonucu soluyormuş, o zaman yeniden boyanıp canlanması sağlanıyormuş.
Dönüş yolu molasında yine canlı müzik var, bu defa orkestrada kadın üyeler çoğunlukta ve izleyenlere dans etmeyi de öğretiyorlar.




Gece, yemek sonrası dolunay seyri ve  Palaza Vecchio'da gezinti

Otele dönüp biraz dinlendikten sonra, yemek için eski şehir tarafına gidiyoruz. Plaza Vecchio, tam eski usul bir İspanyol meydanı görünümünde, liman tarafından meydana girerken kendimi Endülüs gezisinde dolaştığım eski İspanyol şehirlerinde gibi hissediyorum.
Gece, otele yakın müzik kulübündeki sesler geceyarısından sonraya kadar devam ediyor.




Florida Körfezinde deniz sefası, Playas del Este'de az uzaktan geçen balıkçı teknesini seyrederek denize girenler

Bugün plaj keyfi yapacağız. Kahvaltıdan sonra toparlanıp yola çıkıyoruz, Havana'ya 40 km uzaktaki güzelim kumsallı plaja gidiyoruz. Deniz ılık, hafif dalgalı, su berrak, plaj müzik dinleyen şakalaşıp eğlenen gençlerle dolu. Tam bizdeki gibi, arada sırada yiyecek satıcıları da geçiyor.
Öğle yemeğini plaja yakın bir lokantada yedikten sonra şehre dönüyoruz. 



Bizim otelle kesişen cadde üzerinden otelin görünüşü

Biraz dinlenip akşamüstü yakınımızdaki ünlü National otele gidiyoruz.
Otelin bahçesinde tavuskuşları dolaşıyor, devrim öncesinin zenginliği ve gösterişi turistler için devam ettiriliyor. Otel yakın zamanda ulusal anıt ilan edilmiş. 
Bahçede pinacolada içip manzara seyrediyoruz.




Buenavista Social Clup tarzı müzik yapılan  konserin binanın girişindeki afişi

Akşam yemeğinden sonra otobüse binip şehrin eski bölümünde yer alan büyük avlulu, açık tavanlı, kocaman bir eski binaya konser dinlemeye gidiyoruz.
Pek çok eski tüfek sanatçı sırayla çıkıp şarkı söylüyor, dinleyiciyi coşturuyor. Gün boyu o kadar yorulmuşum ki, dönüşte otobüste uyukluyorum.