Pazar, Ağustos 09, 2020

EYYAM-I BAHUR GÜNLERİNDE FİLMLER, ÖYKÜLER

 Saatli Maarif Takvimi bu seneki eyyam-ı bahur günlerini 3 Ağustos'ta başlatmış. Yılın bu en sıcak ve nemli günleri yaklaşık bir hafta sürüyor desek, bugün yarın bitecek umuyorum. 

Eyyam-ı bahurda esen rüzgara sam yeli denir. Çocukken sam yeli esen günlerde denize girersek, rüzgar nedeniyle tenimizde koyu renkli lekeler kalacağı söylenirdi. Eğer o sırada üstümüzde kolye, künye gibi gümüş bir takı olursa, bunun bizi sam yelinin bırakacağı lekelerden koruyacağına inanırdık.
Bu sene leke korkusu yok şükür, covid 19 bizi denizden uzak tutuyor ve dolayısıyla sam yeli lekelerinden de koruyor! 

Bu sıcak ve nemli günleri sabah erken saat yürüyüşleri dışında evde kalıp film seyrederek geçirdim. Buraya not edeyim, belki ilgilenen olur, hem ben de hatırlarım günü gelince.
İlginç bir rastlantı sonucu, filmlerin her biri dünyanın farklı köşelerinden ve farklı dönemleri anlatıyor.

İlk film The Warden / Müdür, son yıllardaki yönetmenlerini ilgiyle izlediğim İran sinemasından. Geçen sene çekilmiş film, Şah dönemi İran'ında bir hapishanenin taşınması sırasında kaybolan bir mahkumu sınırlı sürede bulma çabasını anlatıyor. Konusunu aktarışı, derdini anlatımı müthiş başarılı ve alegorik bir film.

İkinci film bir ülke demenin yetmeyeceği, adeta bir kıta olan Hindistan'dan Umrika / Amerika. 1980'lerde Hindistan'ın kuzeyindeki küçük bir köyden ayrılıp, para kazanmak umuduyla Amerika'ya giden ağabeyini aramak amacıyla, yıllar sonra yollara düşen küçük kardeşin öyküsü bu. Uzak ülkelere göç etmek, tüm dünyanın büyük hayali olan muhteşem Amerika düşü, köydeki basit yaşamdan, büyük şehre, oradan bambaşka bir kıtaya yapılan yolculuklar, gerçekleşen ya da gerçekleşemeyen hayaller gerçekçi ve bu nedenle dokunaklı şekilde anlatılıyor.

Üçüncü film Polonya sinemasından, The Art of Loving / Sevme Sanatı / Sztuka kochania. Historia Michaliny Wislockiej. Bu defa dönem İkinci Dünya Savaşı sonrasından başlayor ve olaylar yoğunlukla 1970'lerde geçiyor. Film, Polonya'lı doktor Michalina Wislockiej'nin yaşamını, esas olarak da basılması için kendisinin ve onu destekleyen kadınların büyük savaş verdikleri bir kitabı anlatıyor. O sıralarda Komünist parti yönetiminde olan Polonya'da çok kolay olacağı düşünülen pek çok işin, tam tersine erkek egemen ve bağnaz yapı nedeniyle ne kadar zor olduğunu ve aslında tabu yıkmanın en büyük devrim olduğunu anlatıyor.

Son filmimiz Amerika'dan ve yine bir dönem filmi, 1950'lerde geçen konusuyla yine tabularla çatışan insanları konu albaşka bir film bu, Carol. Müthiş oyunculuklarıyla Cate Blanchett ve Rooney Mara'nın tam olarak döktürdükleri filmin yönetmeni yıllar önce beğenerek izlediğim benzer bir dönem filmi olan Far From Heaven / Cennetten Çok Uzakta 'nın yönetmeni de olan Todd Haynes. Buraya meraklısı için, her iki filmi karşılaştırarak anlatan bir yazıyı bırakayım. 


Öykülere gelince, aslında tek bir kitap söz konusu. Bu sıralar kitap okuma hızımla kaplumbağa yarışsa emin olun madalya alacak. 
Sadece uzun zamandır merak ettiğim Katherine Mansfield öykülerini okuyabildim.
K. Mansfield, 1888'de Yeni Zelanda'da doğup yazar olmak için 19 yaşında İngiltere'ye yerleşen ve sadece 35 yaşındayken ölen bir kadın yazar. Ölümünden önceki sene yayınlanan Garden Party/Bahçe'de Eğlence ile usta öykücü  olduğu tescil edilmiş.
Öyküsever bir okur olarak, gözlemlerinin derinliğine, ifadesinin sade ve nokta atışı yapar haline bayıldım. Kitabı okurken zaman zaman "çeviri daha iyi olabilir miydi" düşüncesi aklımı kurcaladı. 
Yine de bu kitabı okuduğuma ve yazarı tanıdığıma çok memnunum. 

6 yorum:

  1. Ben başka bir yayınevinden (Can), "Bahçe Partisi" adıyla okumuştum ve çok beğenmiştim. Erkenden ölmese kimbilir daha neler yazardı. Benim okuduğumun çevirmeni Şadan Karadeniz idi ve çeviri hiç rahatsız etmemişti.
    Ben epeydir film izlemiyorum, en son saçma salak "Görümce"yi izlemiştim ütü filmi olarak :) Ama bu arada dehşet kitap okuyorum, birbiri ardına bitiyor, umarım kendim nazar etmem. Bu arada "Kelliğimin Hikayesi" çok güzel, tavsiye ederim.
    Çok sevgiler...

    YanıtlaSil
  2. Leylakcığım,
    Senin de bu kitabı okuduğunu hatırladım, demek yayınevleri ve çevirmenler farklıymış. Aslında çok rahatsız eden bir tarafı yoktu çevirinin, sadece zihnimde öyle bir merak dolaştı.
    Evet, yazarın çok kısa bir yaşamı olmuş. Üstelik o yıllar için çok cesur bir hareketle çok uzaklara gitmiş. Yaşam öyküsünü merak ettim doğrusu. :)
    Kelliğimin Hikayesi! Pekala bulup okuyayım, teşekkürler.

    YanıtlaSil
  3. filmler için sağol the warden müdürü izlemiştim diğerlerine de bakacağım. Sevgiler

    YanıtlaSil
  4. Yüreğimin İklimi,
    Sıcak havada hareketsiz kalınca daha az bunalırım diye düşünüyorum. Bu durumda film seyretmek en iyi çözüm. :)

    YanıtlaSil
  5. İzlediğiniz filmlerden sadece Carol'u izlemişim. Ve evet pek sevmiştim kendisini... Cate Blanchett özellikle kendine hayran bırakmıştı...

    Bu aralar çok kitap okuyamıyorum, her gün hiç okumadım demeyecek kadar işte...
    Sıcaklardan sanırım sıkıntı basıyor :/

    Sevgiler ♥

    YanıtlaSil
  6. Şebnemciğim,
    Cate Blanchett'in tüm filmlerindeki oyunculuğuna hayranım. Burada da çok etkileyiciydi.
    Sıcaklar... Evet artık Ağustos'u yarılıyoruz, gelsin serin hava lütfen! :)

    YanıtlaSil

Hoşgeldiniz!