Cuma, Ağustos 26, 2022

26 Ağustos'tan 30 Ağustos'a Doğru Giderken

Yıllar önce blogumda "Dedem Anlatıyor" başlığıyla İstiklal Savaşı gazisi dedemin anılarından bölümler yayınlamıştım.
Bugün varlığımızın nedenini oluşturan o günlerin 100. yıl dönümünde o notları bir kez daha anmak, öne çıkarmak istedim.

20 Ocak 2011 tarihli ilk yazıya bir not yazmışım;

"Annemin babası rahmetli dedem, İstiklal Savaşı Gazisi idi.
Yıllar önce anılarını kuzenime anlatmıştı, o da bunları yazdırıp bize dağıtmıştı.
Şimdi gündelik hayatın itiş kakışı içinde nefes almak zor gelen zamanlarda bu anıları okuyorum.
İşte o vakit silkinip, "kendine gel" diyorum kendime!

Senin dedelerin ne zorluklar yaşamışlar küçücük çocukken, bu mu ürkütecek seni? Yürü yoluna!"



Eski, silik bir belgede dedemin asker üniformalı sureti

"24-25 Ağustos'ta ilerliyoruz cepheye.

26 Ağustos'ta, bizim 15. Tugayı Tınaz Tepe mevkiine verdiler, Afyon cephesinde harbe, artık düşmana taarruz edeceğiz: Ya ölüm, yahut zafer diye.
O vakit hepimiz subayından erine, her şeyine varıncaya kadar hücum ettik. Allaha yalvarıyoruz. En önde de ben, benim bölük.
Daha Tınaz tepeye gitmeden evvel, Alay Kumandanı yaralanmış, bizim tabur kumandanı alay komutanı oldu, bölük komutanı da bizim tabur komutanı oldu. Bölük bana kaldı. Bölükte bir subay daha var, bir de çavuş var.
İşte o Afyon Tınaz tepeye yaklaştığımız zamanda öndeki makinalı tüfek bölüğü böyle gidiyor.
Yaklaşmışız düşman siperlerine, meğer onlar o gece temsil yapıyorlarmış haberleri bile olmamış. Onların teyyareleri vardı, bizim teyyaremiz bile yoktu.
Biz ormanlıktan öylece gitmiştik, o sabaha yakın, gideceğimiz yere varmıştık, şafak aydınlığı zamanında, benim bölük önde, Tınaz Tepe hattına gittik. Düşman siperlerine girdik. Ama bizim topçular orayı, düşman elinde sanarak ateş altında tutuyorlardı, ben işaret verdim.
Bizim bölüğün yarısı da daha önce, düşmanın makinalı tüfek ateşine tutuldu, yandan böyle. Yirmi otuz tane kadar erimiz yaralandı düştü. Bağıran kim, çağıran kim, ben ne yapayım, herkes derdinin başına çağırır. Ben de tık tık tık sağıma soluma nokta ateşi yapıyorum, neyse makinalı tüfek beni tutturamadı, ateş hattından girdik içeriye, ondan sonra ilerlemeye başladık.

Ondan sonra ilerlemeye başladık, düşman kaçıyor, bizim topçular da siperlerini dövüyor.
Dövdükten sonra filamayla işaret ediyorum: "Şimdi daha gerilere ateş et, düşman yok" anlamında. Orada da bizim erlerden 1-2 tane şehit oldu, bizim topçu ateşinden...
O gün, düşman kaçtı, ilerlemeye başladık. Atatürk de gelmiş, hemen bizim hattımız civarından savaşı idare ediyordu. Bizim solumuzdaki fırka zamanında ilerleyememiş, o fırka komutanı üzüntüsünden intihar etmişti.
Sonra 10-15 dakika sonra orası da (Çiğiltepe) tekrar alındıydı. "Yazık oldu" dendiydi bu tepenin şehit olan fırka komutanı albaya, bilmem kim, tarihte yazıyor işte.

İkindi vakti oldu, düşmanın mukabil taarruzu başladı.
Bizimkiler ta Afyon'a girmişken, düşman Afyon'dan takviye kıta alıyor, yeniden taarruz ediyor.
Ben, işte orada yara almışım, topçu mermisinin kayadan çıkan şarapnel parçası gelmiş bacağıma değmişti; bu bacağımın burasını, simsiyah, kömür gibi etmişti, kurşun yarasından daha fazla ağrıyordu.
Sıhhiyeler geldiler, sardılar mardılar, ben tekrar bölüğe döndüm.
Tabur kumandanı, bizim bölük komutanı olduğu için bana, "sen geride kal" dedi, diğer arkadaş bölüğün kumandanlığını yaptı. Ben orda kaldım, o gün ikindi vakti.

Akşam oldu, fırkanın alay komutanları "makinalı tüfekler siperlerde yerleşip, düşmanın eski siperlerinden ateş edecekler" dediler. Diğer piyadeler geriye çekilsin dendi. Buradan bir adım geriye kımıldamak yoktur dedi.
Düşman yaklaşıyor; kendi eski siperlerine 100 metre kadar yaklaşıyor, ateş başlıyor. Ondan sonra bakıyor ki olacak gibi değil, hadi bakalım, gece yine kaçıyor.
Gece, bize, 2. Kafkas Tugayı yetişmişti, yani Erzurum tarafından Kazım Karabekir’in askerleri yetişti de, harp cephesinde muvaffakiyet oldu.
Yoksa buradaki adamların hiç birisinin harb edecek bir kabiliyetleri yoktu. Bizimkiler Adana'lı bilmem kim, Eskişehir'li bilmem kim, bu civarların insanları, hep kaçıyorlardı. Akşehir’de bile kaçtılar ben bölük komutanıyken. Firar kaydını vereceksin, sonra bu kaydı kim götürecek? Silahıyla beraber kaçarlardı.

Dumlupınar’da düşmanın ordularını mağlup ettik, İzmir’e girdik.
İzmir’e gireceğimiz zaman, Seydi Köyünde, kaçmaya çalışan bir çok Yunanlı gördük, bizim askerler epeyisini kurşuna dizdiler, yani Yunan askerlerini. Gittikleri zamanlarda, bir çok ırza, mala falan tecavüz ettikleri için bunu hak etmişlerdi.
Bizim Orduya Hıristiyanlar iştirak etmemişti, hepsi Müslüman askerlerdi, Kürt askerler de Müslüman askerlerdi.

İzmir’in Seydi köyü vardı, trenle yarım saat bir saat sürüyor, orada tren muhafızlığına memur edilmiştim.
Bizim arkadaşı, 57. Fırkada Hasan Hulki’yi, doğru bir adam olduğu için, Rumların Yunanistan'a yollanma vakitleri geldiği zaman, Rumların vapura yerleştirilmesi için memur edilmişti onun bölüğü. Takımın subayları paralar kazandığı halde, o beş paraya tenezzül etmemiştir. Hatta ben maaştan 3-5 kuruş artırmıştım, geldi benden borç para aldı. Halbuki kendi takım subayları zengin olduydu.
Kendisi bölük komutanı olarak vazife görüyordu, üsteğmendi. Hasan Hulki Malatya’nın Adafı’sından idi. Ankaraya beraber gelmiştik. Sonra öğretmen oldu. Sonunda inhisara geçti, İnhisar memuruyken öldü. İki oğlu vardı, zannedersem, bilmem ne iş görürler Malatya'da?
Bir tane de Şevki vardı, Hasan Şevki isminde, Malatya’da bir kahvecinin oğlu diyorlardı. O Şevki de İzmir’de evlendi. Ben de İzmir’deydim o vakit.
Deveceli’nin Bekir de İzmir’deydi. Bizleri çağırdı düğününe, biz gitmedik. Hasan Hulki gitmişti, orada tabancayla oynarken, tabanca mangal ateşinin içersine düşüyor, patlıyor; gözünün birisini kaybettiydi.
Onun üzerine, alayı yahut taburu sevdiği için Hasan Hulki’yi vazifeye giderken filan, merdivenden düşüyor, merdiven gözüne geliyor filan diye doktorlar rapor veriyor; o suretle bir ay sonra, maaş bağladılardı, maluliyet maaşı.

Biz, sonraları, İzmir’de Abdullah Ağa Çiftliğinde kaldık.
Orada, biraz talim terbiyeyle uğraştık. Orada kaplıcadan da istifade ettiydim. Ben yorgun bir haldeydim.
Rumlar kaplıcayı yıkmışlar, harabeye çevirmişler, kaçmışlardı.
Kaplıcanın borularından akan suyundan küvete doldurtup, talimden sonra gidip, günde iki defa yıkanıyordum, bu bana iyi geliyordu.

Ondan sonra, 1-1,5 bir sene kadar kaldık.
İstanbul’a bizim kolordudan adamlar gitti; İstanbul’u yeniden teslim alsın, yahut icap ederse, düşmana taarruz etsin, muharebeye girişsin diye.
Beni de yazmışlardı, ben gitmedim.
Bizim kolordu, kolordu kumandanının maiyetinde İstanbul’a gitti. İstanbul’daki düşmanlar da çekilmeye başladılar.

Sonra İsmet Paşa, Lozan’a gönderildi. Biz de, o vakit terhis olduk, geldim Malatya’ya.
Maaşımın -Teğmen maaşımın- bir kısmını, kardeşim, anam, bacıma harçlık olarak gönderiyordu. "

Yazıyı yayınladıktan iki gün sonra bir haber-belgesel videosuna denk geldim.
Doğrudan konuyla ilgili olduğunu görünce düşündüm, buraya bir link eklemek uygun olacak, tık lütfen. 

14 yorum:

  1. Dedenizle tugaylarımız aynı Sevgili Okul Arkadaşım. Eğer zaman içinde tugayın bir kaydırması olmadıysa askerliğinin cephe dışı kısmında Amasya'da olmalı ve cepheye oradan gitmiş olmalılar. Eğer öyleyse ve aramızdaki upuzun yılları gözetmezsek asker arkadaşı sayılabiliriz :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İşte, bir tesadüf daha! :)
      Büyük taarruz öncesi Sakarya savaşındalarmış ve bir önceki bölümde dedem bulundukları 15. Fırkayı Samsun cephesi olarak anlatıyor.
      https://ekmekcikiz.blogspot.com/2011/02/dedem-anlatiyor-5-sakarya-savas-sonu.html

      Sil
    2. Samsun bütünüyle 15.Tugay'ın kontrol alanı ana karargah Amasya, benim plan tatbikattan bahsettiğim yazımdan hatırlarsınız. Aynı noktalarda postal eskitmişiz dedenizle sonuçta, tabbii onlara postal düştüyse. Fakat bir ortak nokta daha var ki biz Amasya'da ilk tüfek atışlarımızı o savaşlarda kullanılan tüfeklerle yapmıştık, yani kendisinin olmasa da bir silah arkadaşının tüfeğine dokunmuşluğum da var, diyebilirim:). Linke de gittim, konu net, Aynı tugayın askeriyiz:)

      Sil
    3. O eski tüfekleri saklamaları ne kadar büyük değerbilirlik, duygulandım doğrusu. :)
      Şunu itiraf ediyorum, askerlikle ilgili konular Kurtuluş Savaşımız da olsa, dedemin anıları da olsa, arkadaşımın, eşin dostun anlattıkları da olsa hep biraz algı zaafiyetiyle dinlediğim konular. Bir tek harita üzerinde gösterilen olaylara biraz kafam basıyor sanırım.
      Fakat ana başlığı anladım Sevgili Okul Arkadaşım, dedemle aynı tugayda askerlik yapmışsınız, aynı toprağa ayak basmışsınız ve benzer silahları kullanmışsınız.
      Güzel tesadüf. :)

      Sil
  2. hepsinin ruhları şad, mekanları cennet olsun...

    YanıtlaSil
  3. Çok duygulanıyor insan, nasıl emekler ödünler verilmiş bu vatanı bize bırakmış insanlara, 4. Maymun’a yani görüyorum duyuyorum ama konuşmayı totom yemiyor maymununa dönüştüğümüzü anlatmayı düşündüm de birden, kanım dondu :,( Hiç zorluk yaşamamış bir nesiliz, o nedenle kıymetini de bilmiyoruz…..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Haklısın C.ciğim, şimdi zorluk dediklerimizin yanında yüz sene öncesinde yaşananların adı başka bir şey olmalı. :(
      Dedem, İstiklal Savaşı öncesi 1. Dünya Savaşı'ndan beri cephedeymiş, esir düşmüş...
      Çocukken dinlerken masal gibi gelirdi, insan neyin ne olduğunu çok sonra anlıyor.

      Sil
  4. Ne şanslısınız. Ne gurur verici sizin ve aileniz için :)) Tüm gazilerimizden askerlerimizden Allah razı olsun

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim. :)
      Gerçekten çok değerli bir miras, dedemin torunu olmak. :)

      Sil
  5. Merhabalar.
    Dedenize ve dedenizle birlikte ülkemizi düşmanlardan kurtaran ve Cumhuriyetimizin kurulmasında emeği geçen tüm şehit, gazi ve aydınlarımıza Cenab-ı Allah'tan rahmet diler, onları saygıyla ve minnetle anarım.
    Kaleminize ve emeğinize sağlıklar dilerim.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Merhaba Recep Bey,
      İçten sözlerinize saygıyla katılıyorum ve teşekkür ediyorum. Sağolunuz. :)

      Sil
  6. Her birinin ruhu şad olsun. Minnetimiz sonsuz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Gerçekten ne kadar zorlu koşullarda savaştıklarını, yaşadıklarını öğrendikçe, çabalarının değeri daha çok anladık.

      Sil

Hoşgeldiniz!