Aynı hafta, aynı oyuncunun iki filmi birden gösterime girerse; Cuma akşamı için (doğal olarak) romantik olanı, Cumartesi için (gündüz gözüyle) şiddet ve kan içereni seçilir.
Javier Bardem, yakışıklı bir adam değil hatta çekici bir adam da değil ve fakat yaşlandığında, eminim, tıpkı Sean Connery cinsinden yakışıklı bir adam olacak.
Ne şimdi bu?
Film mi anlatıyoruz, oyuncu fan klüp müyüz, yoksa?
Eh, aslında filmleri tercih etmemizdeki önemli etkenlerin başında oyuncular gelmez mi?
"Kolera Günlerinde Aşk", Bayan E.'nin en çok sevdiği ve etkilendiği Marquez kitabı imiş. O nedenle filmi çok büyük bir heyecanla bekliyordu.
Oysa, benim için Gabriel Garcia Marquez denince "Kırmızı Pazartesi" ve "Yüzyıllık Yanlızlık" öncelikli gelir.
Love in the Time of Cholera/Kolera Günlerinde Aşk'ın yönetmeni, Four Weddings and a Funeral/Dört Nikah ve Bir Cenaze, Donnie Brasco, Mona Lisa Smile/Mona Lisa Gülüşü, Harry Potter and the Goblet of Fire/Ateş Kadehi gibi farklı tarzlarda, sevilen filmler yapmış bir İngiliz; Mike Newell.
Hah! İşte tam bu noktada bir zırt sesi çıktı bile.
İngiliz yönetmenin, Latin Edebiyatının kurduğu-anlattığı bambaşka dünyayı aynı canlılığıyla sinemaya aktarması-anlatması nasıldır, acaba?
Karikatür gibi!
Hele, filmin ilk üçte ikisi -bir de uzun film, meret- tamamen kartondan olmuş.
Ne kitabın dünyası, ne o dünyada yaşayan insanlar, ne kolera salgınının herşeyin üzerindeki etkisi, ne de karakterler hiç mi hiç olmamış.
Neyse ki, filmin sonunda iki eski aşığın yıllardan sonra (az-buz değil, ellibir sene, ...ay, ...gün) kavuşmaları ve aşklarını yaşayabilmeleri biraz seyredilir halde de, ağzınızın burukluğu kısmen azalıyor.
İşte Javier Bardem'in de gelecekte yakışıklı ihtiyar olacağına dair kehanetim de filmin bu bölümüne dayanıyor.
Ferzan Özpetek'in "Arka Pencere"sinde pek beğendiğim Giovanna Mezzogiorno, tüm İtalyanlığına rağmen, gençlik sahnelerinde inanılmayacak şekilde çiğ duruyordu. Neyse ki, yaşlılık sahnelerinde o da daha iyiydi.
Diyeceğim o ki, bir de kitabı önceden okumuş ve sevmişseniz, hayal dünyanızın şangur şungur yerlere serilmemesi için, bu filmi görmeyin.
Gelelim, Javier Bardem'in bu seneki En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscar'ını aldığı rolün muzaffer filmi No Country for Old Man/İhtiyarlara Yer Yok'a.
Filmin üç ana erkek karakteri var:
Eski Vietnam gazisi, emekli kaynak ustası Llewelyn Moss(Josh Brolin), onun peşindeki psikopat ruhlu katil Anton Chigurh(Javier Bardem) ve kasabanın iyi kalpli ve ahlaklı şerifi Ed Tom Bell(Tommy Lee Jones).
Moss, bir uyuştucu teslimatı sırasında çıkan çatışmadan sonra sahipsiz kalan, içinde milyon dolar olan bir çanta bulur ve onu sahiplenir.
İşin içindeki adamların tuttuğu manyak katil Chigurh (ama, neden manyak bir türlü bilemeyiz, anlatılmaz) paranın peşinde, her on dakikada bir adam öldürerek takiptedir.
Şerif ise, bu işin sonunun nereye varacağını bildiğinde, biraz dehşet içinde, biraz bıkkın, olanın envnterini tutmakta, izlemektedir.
Sonunda uyuşturucu ve para hernasılsa ortadan yok oldu, para Moss'a hayır getirmedi, şerif emekli oldu, katil herşeye rağmen hayatta kaldı.
Şimdi, düşünüyorum da bir filme "güzeldi" demek nasıl anlaşılır.
Bir tarafından bakarsanız, bu film güzeldi, diğer taraftan ise hiç güzel değildi.
Bu kadar ölüm sahnesinin, yaralanmanın, kan revanın olduğu şeye güzel demek, sanki canavarlık.
Oysa, yarattığı atmosfere, anlatıma, herşeye rağmen gözünüzü alamayıp seyretme durumuna bakılırsa bu film, güzel.
Bütün bu erkek hikayesi ve kavgası içinde, filmdeki nerdeyse tek kadın oyuncu Carla Jan Moss rolündeki Kelly Macdonald'ı ayrıca anmalıyım. The Girl in the Café'deki halinden çok başka bir rolde de son derece başarılıydı.
Son Söz:
Coen'lere verilen En İyi Yönetmen Oscar'ı belki tamam, ancak, "No Country for Old Man" bence En İyi Film Oscar'ını haketmemiş, benim bu seneki en iyi film Oscar'ım "There Will Be Blood"a.
canım benim, döktürmüşsün yine, ne iyi oluyor bu film eleştirilerin, bilsen. bir alin taşçıyan'ı okuyorum bir de seni :)
YanıtlaSilekmekçikız, iki gündür gazete eklerinde bu kolera günlerinde aşk filmi yazılıp çizilmiş. ne yalan, javier var taze oscarlı ve de arka pencere'de benim de çok beğendiğim giovanna var, dur bunu izleyeyim dedim. çok mu kötü hakikaten???yönetmen faktörü diyeceğim ben de. ferzan ne de güzel oynatmış idi giovanna'yı oysaki.
YanıtlaSilbir de, ya javier'den bir sean çıkarmı yahu:PP hani ne bileyim, iyi oyuncu falan ama:)))
aman aman, o sean olsun da ben utanayım:)
Şuleciğim,
YanıtlaSilLatife ediyorsun; Alin Taşçıyan Ekmekcikız'a karşı!
:-))
Mersi, mersi...
:)
Elektracım,
YanıtlaSilBeni bilirsin, genellikle filmlerde beğenecek birşeyler bulurum. Öyle Hıncal Uluç tarzı bodoslamadan girmem.
Hiç mi seyredilecek film değil dersen, o kadar acımasız olamam. Diyeceğim o ki, beklentinin çok altında kalan bir sonuçla karşı karşıyayız.
Yazara, oyunculara, yönetmene bakarsan, film tadından yenmemeli diye bekliyor, insan.
Olmamış, kimya mı fizik mi bişey tutmamış.
Yine de görmek istersen ve kitabı önceden okumamışsan dene. Ne kaybedersin ki?
En fazla, "Ekmekcikız Saçmalamış" başlıklı bir yazıya vesile olur.
:))
günaydıııın:)
YanıtlaSilgüzel bir hafta olsun bu hafta dileyeyim dedim. bir de ne zamandır sana haftanın müziği yollamadım di mi ben:)
buyrun, iyi dileklerimle
http://www.youtube.com/watch?v=qkEaDXpqF4U
Günaydın Canım Elektra,
YanıtlaSilSana da iyi bir hafta olsun!
"Wishfull Thinking" için teşekkür ederim. Eski usul vokal gruplarına benzettim söyleyişlerini. İlk kez dinliyorum.
Mersi!
:))