İlkokuldaydım.
Artık kardeşim büyümüştü ve ortak odamız vardı.
Onun yatağı odanın eve bitişik duvarında, benimki evin dış cephesine bitişik duvarına yaslı ve birbirine paralel konumdaydı.
Odada, bir dolap, bir masa ve annemin dikiş makinesi vardı. Yataklarımızın arasında ise bir sandık.
İşte, o evin olduğu yüksek dağlı yeşil şehrin tarımla geçinen küçük kasabasında, hayatımın, tamam abarttım, çocukluğumun en mutlu günlerini yaşadım.
Sabahtan akşama kadar bahçede, sokakta koşturur, oynardım.
Evin geniş bir bahçesi vardı, ağaçları, çepeçevre dolu gülleri, her mevsim başka açan çiçekleri vardı. Onları sulamak benim işimdi.
Muhtemelen başlangıçta, "hadi bunu sen yap" angaryası olarak başlayan çiçek sulama işi, şimdi hatırladıkça bile zevkle andığım zaman parçalarına dönüştü, zaman içinde.
Ne acayip su delisi bir insanım, ben!
O evle ilgili diğer unutulmazım da suyla ilgili, doğrusu yağmurla.
Yatağımın bitişik olduğu dış duvarın köşesinden, çatıdan gelen suların aktığı yağmur oluğu geçerdi. Bunun böyle olduğunu, sonradan öğrendim, tabii ki.
Önceleri, gece yatarken tıpır tıpır tıpır sesler duyardım. Sonra, bu sesleri yağmurlu gecelerde duyduğumu farkettim. Sordum ve yağmur oluğunun varlığını öylelikle öğrendim, büyük ihtimalle.
Bknz. karada, havada, her durumda merak eden, soran, öğrenene kadar soran bugünkü Ekmekcikiz.
Henüz yetmişime gelmedim, ancak ve lakin yedi yaşımda da böyleydim, emin olun.
Neyse, araya parça aldık yine, geçelim.
İşte o ses, o yağmur oluğuna çarpan yağmurun tıpırtısı, duyduğumda beni sakinleştiren ninni gibi gelen bir ses oldu hep, o evde yaşadığımız yıllarda.
Öyle ki, şimdi bile gece yağmur yağdığında karanlıkta gözlerimi sıkıca kapatıp, o sesi duymaya çalışırım yine.
Dışardan duyulan başka hiç bir sesin olmadığı, sadece sadece yağmurun tıp tıp tıp sesini çıkartarak saçağa, oluğa dokunduğu, yan taraftan kardeşimin uyku nefesinin geldiği, çocukluğumun en güzel yıllarının sesini.
O yıllardan yağmur sesiyle ilgili başka bir ses daha var, hatırladığım ve size dinletmek istediğim.
Video izleyi tıklarsanız, filmden kareler de göreceksiniz.
Erkin Koray'ın, Mine Koşan'ın söylediği versiyonları da var, ama, ben bunu hatırlıyorum.
Nasıl da bayık ve içli, değil mi?
.
elekrtayı okusana hemen..sanki birbirinizin hikayesinin devamı gibisiniz.. seninki 7 dakika önce geldi readere onunki 8 dakika önce... ben kendimce birleştirdim ikinizin hikayesini :)
YanıtlaSilFundacığım,
YanıtlaSilSen der demez gittim okudum.
Öyle sahiden!
Bir nostalji rüzgarı esivermiş, birbirimizden habersiz.
Havadan mıdır, nedir?
:))
O şarkıyı hatırlıyorum evet!
YanıtlaSilE ben de hayatımın en mutlu çocukluk yıllarını bahçeli bir evde geçirdim. Çiçekleri sulamayı öğretmişti babam. Hani bazılarının gövdeleri ve yaprakları çok hassastır sadece köküne yavaştan akıtılır su, bazılarına ise, -ki en sevdiğim bu şekliydi- uzaktan hortumun bir kısmını parmağınızla kapatıp, tazyiki engelleyerek suyu püskürtürsünüz, sağnak yağmur yağıyormuş gibi. Beyaz zambaklar, aslanağızları, kadife güller, isparta gülleri -ki bundan reçel yapardı babaannem-, menekşeler...Ben en çok hüsnüyusufları severdim. Kocaman ve gösterişli olurlardı. Beyaz kiraz, kayısı ağacı ve bir de kocaman erguvan ağacı vardı.
Evimiz, hani şu her şehirde olan İstasyon caddelerinden birinin üstündeydi. Her yaz akşam üzeri insanlar gezintiye çıkarlardı da ben sanki şehirdeki herkes hem de her allahın günü bizim evimizin önünden geçer zannederdim.
Ne çok yağmur yağardı... Yoksa şimdi daha az yağdığı için mi bana öyle geliyor.
E ama Ekmekçikız'cım benimde hayatta bir tanecik kız kardeşim var, benden üç yaş küçük, başka kardeşim yok. Ve hala, beni dünyada en çok güldüren, mutlu eden insan odur, hala en iyi arkadaşımdır.
Eh, pes diyeyim Zeynepcim. :)))
YanıtlaSilÇok hoş!
Ben de kardeşimin üç yaş büyüğüyüm, evet, o da en yakınımdır, benim.
Yine evet, hortumun ağzını parmağınla sıkıştırıp, yağmur yapmak çok zevklidir.
Tekrar evet, bahçedeki güllerden reçel yapılırdı. Vişne ağacının dalları arasına salıncak kurulurdu. Ön taraftaki leylak açtığında çocuklar yolmasın diye, nöbet tutulurdu.
Hayır, evimiz istasyon caddesinde değildi, çnkü, o kasabada istasyon yoktu. Ama, ana cadde üzerindeydi ve evet, yaz akşamüstleri taze ayçiçeği çekirdeği çitlenerek, piyasa yapılırdı.
Off ya, offf!!
:)))
Valla of, of ki ne offf!
YanıtlaSil:)
:)))) kahvemiönden söylemiştim benim mekanda ,hazır değil ekmekçim:)))
YanıtlaSilbiz seninle aynı anda nasıl da aynı şeyleri duyumsamışız aynı yağmurun çağrıştırdıklarıyla. ama ben senden farklı olarak leylak bekçisi değil, leylak hırsızıydım:))) bekçieri alt etmekti uzmanlık alanım ve leylak nasıl da güzeldir...
zeynep ve senden farklı olarak bende +1 kızkardeş var. bahçe sulamayı ise, çok erişkin yaşlarda babamlar bir yazlık yaptıklarında öğrendim ve bitkilerle aram benim iyi de,onlar beni sevmiyor sanırım:((
ve ne hoş bir pişti yapmışız senle ben bugün:))) dün dünde kalmadı cancağızım, görüyoruz işte:)))
Öyleydi sahiden, senin eski bir yazın Elektracığım; kalp bilir, hisseder, anlar hatta!
YanıtlaSilÖyle olmuş, doğru.:))
Dünde kalmaz tabii ki, önümüz açık bizim.:)))
Seni leylak hırsızı, seniiii!
:o)
!!!!!!!!!!!!
YanıtlaSilMetin Bey,
YanıtlaSilYorumunuz az ve öz olmuş.
Açılımı nedir?
Merak buyurdum.
:))
Elektra Hanım'la tevafukunuz hoş... Anlatılanlar da çok güzel... Benim de gözümün önünden geçiverdi çocukluk günlerimin bahçeleri filan...
YanıtlaSilAçılımı: Bu sohbet ortamı çok hoşuma gitti!
Dün bir atsınaağı (Türkçe meali: atsineği) diskalifiye edeceğim derken sol elimin işaret parmağını şişirdim, morarttım, bütün gece sancı çektim, yorgun düştüm de ondandı bu az ve öz yorum. Birazdan doktor ne diyecek bakalım...
Aman Metin Bey!
YanıtlaSilNasıl bir atsınaağıymış ki o, bir parmağa maloldu, öyle?
:((
Diğer taraftan, "tevafuk" evet!
Bizim acayip bir his dünyamız oldu zamanla, kendi aramızda...:)
Bir de o çocukluğumuzun bahçeleri konusu burada bitmez. Tekrar tekrar yazmak lazım.:))
Geçmiş olsun Metin Bey, kötü bir şey yoktur umarım!
YanıtlaSilO gül reçeli mis gibi kokardı da, hani böyle yaprakları dişlerin arasında ezilirken, tuhaf, tatlı, ıslak bir gıcırtı çıkarırdı. hatırladınız mı hı?
Zeynepcim,
YanıtlaSilŞimdii geldim, şu anda! Metin Bey'in Türk sineması yazısının evrenselliğe yuvarlanan konusundan karamsarlık kapıp, tam orada diyecektim ki, "amann, biz iyisi mi eskinin bahçalarine dönelim", sen dönmüşsün bile.
:))
Ahh! Hatırlamaz mıyım o gıcırtıyı ve o enfes lezzeti.
Geçen sene Nişantaşı'nda Çingenelerin sattığı, yarısı acı gülle karıştırılmış reçellik gül bulduğumda nasıl da bayram etmiştim, işte o hatıra yüzünden.:))
Ah o güllerin bir de şerbeti olurdu. Hani buz gibi içilirdi.
YanıtlaSilYalnız Metin Bey'in orada sinema konusunda yazdığım şeye sonradan çok utandım. Yahu benim gibi tembel, eski kafalı, saplantılı bir sinema seyircisinin, sinema konusunda konuşması cidden çok komik bir durum aslında.
:)
Bir de biz leylak hırsızlarını(bknz. Elektra) yakalayıp evin altındaki bodruma hapsederdik de, günlerce aç susuz eziyet ederdik:)
YanıtlaSilBirincisi, sen ne sıfatla tanımlarsan tanımla, konuşman son derecede gerekli ve önemli, hiç de komik değil üstelik.
YanıtlaSilBilenler daha doğrusu bildiğini iddia edenler konuşuyor da ne oluyor ki? Bilmediğini söyleyen daha dikkatli oluyor, bu da bir tartışmada çok önemli bir artı, bence.
İkincisi de, bak "bodrum" dedin!
Bu bodrum konusu da çok önemlidir. Kömürlük olanı vardır, eşya saklanını vardır, kedi beslenini vardır.
Yaaa! :))
Teşekkür ederim. Efenim benim sersemliğim işte, n'olcek! Bahçe penceresinden girmiş akşam akşam, mutfağın ışığını söndürüp o kattaki tuvalete yönlendireyim de orada hesaplaşayım dedimdi. Elimdeki beze fazla güvendim, açıyı, vektörel hesaplamayı filan tutturamamış olacağım ki, özellikle bir parmağım diklemesine çarptı yere. Sonrası, söylediğim gibi. Şimdi doktor muayenesinden geliyorum, röntgen çekildi, kemikte ufak bir çatlak varmış. Üç hafta sürecek tedavisi bakalım.
YanıtlaSilBen sivrisinekle atsineği hariç hayvan öldürmem asla -fikrimle çelişmiş olacağım için. Bu ikisini de öldürmek istemiyorum aslında da, birine alerjim var (mecazen değil), öbürü de girdi mi çıkmak bilmiyor içeriden.
Geçmiş olsun, Metin Bey!
YanıtlaSilHımm, bu çatlak işini bilirim, kızımın voleybolcu zamanından. Kırık kadar can sıkıcı olabiliyor, iyileşmesi onun kadar sürebiliyor.
Kaza işte, diyeceksiniz. :(
Hiçç vala sizin kadar iyi insan olamam, şu haşarata karşı; nasılsa öldürmekle bitmiyorlar. En iyisi her tarafı tellemek, galiba. O zaman öldürmek gerekmiyor.
:))
Sağolun efenim. Listeye kalorifer böceğini, hamamböceğini ve karafatmayı eklemeyi unutmuşum. (Bu son ikisini de hep birbirine karıştırırım, hangisi karafatmadır hangisi hamamböceğidir bilemem bir türlü.)
YanıtlaSilPencereleri tellemek de beni sıkar.
Karafatma, hamamböceğinin bir türü imiş; "oryantal hamamböceği" diyor. Çok komik; oryantalmiş!
YanıtlaSilBen de böcek ve bahçe sulama karışımı bir anıyı hatırlatayım bari. Hani bahçe sulama seanslarından birinde ayak tabanından bir böcek sokmuştu da günlerce üstüne basamamıştın o güzel bahçeli evli neşeli yıllarımızda.
YanıtlaSilTatlım,
YanıtlaSilO iş aslında iki ayrı sokma/sokulma olayıdır. Süjesi ben olduğum için unutmama imkan yok.
Ama haklısın, ikisi de bahçe sularken olmuştu.
Birincisinde ne olduğu anlaşılamayan bir böcek, belki bir anofel sivrisinek, bacağımdan sokmuştu. Acayip şişip, kızarıp, acımıştı. Doktor abla alerji ilaçlarıyla imdada yetişmişti.
İkincisinde ise, (senin hatırladığın ayak tabanı, o) bahçe hortumunun yanındaki birikintiye su içmeye gelmiş bir arının üstüne şıp şıp dolanan çıplak ayakla basmıştım. Zavallı arı ne yapsın? iğnesini tümüyle batırıp, ruhunu teslim etmişti de benim ayacığım da puf böreği gibi kabarmıştı. Sonrası, yine alerji, yine can yanması, yine ilaç...
Evet, haklısın kaç gün ayağımın üstüne basamamıştım. Üfff! Yaaa!
:)))
:))
YanıtlaSilmarruu
Misocum,
YanıtlaSilGülersin di mi?
:O))
Komikti, doğrusu!