İlksöz:
Ne zamandır bu kadar uzun bir yazı yazmamıştım, üstelik resimsiz mesimsiz, iç konuşma gibi bir şey.
Sıkılır mısınız acaba?
İki günlük bir geziye gidip, bunu beş gün tefrika etmek nasıl bir şeydir?
Diyeceğim, insan hangi duyguların itmesiyle yapar bunu?
Eh, olacağı buydu. Kendimi sorgulamaya başladım.
Konumuz, insan neden yola gider?
Tanıdığım birçok insan, biryerlere gitmeyi seviyor, değişik coğrafyalarda bulunmaktan hoşlanıyor, yurt dışı seyahatlerden söz edildiğinde, uzak diyarlardan, imrenerek dinliyor. Yine de gerçekten yolda olmaktan, bir yere ulaşırken, o ulaşım halinden de zevk alan insan sayısı daha az.
Oysa, yolda olmak başlıbaşına bir macera.
Bakın, "macera" dedim bile. Niyetimin bozukluğunu buradan anlamış olmalısınız.
Benim kafamdaki yolculuk, "yolda olmak", bir tür hayatın olmasını istediğim, yaşanmasını arzu ettiğim hali gibi; ne zaman ne olacağı çok da kesin olmasa da varılacak bir hedef var, eğlenceli bir akış sürüyor ve güzel sürprizler olabilir.
Üstelik, eklenti paketi gibi, ardı arkası kesilmiyor; değişik, yepyeni bir yer görülecek, belki yeni insanlarla tanışılacak, yeni tatlar denenecek.
Daha önce hiç yaşanmamış olanın, bilinmezin öldürücü çekiciliği.
Tefrika konusu iki güne dönersek, örneğin bunca zamandır unuttuğum bir şeyi, uçakta cam kenarından alemi seyre dalmak keyfini tattım, yeniden.
Çocuklarla yaptığım bütün yolculuklarda, cam kenarını onlara kaptırıyordum. Oysa, cama yapışıp dışarıyı seyre dalmaya bayılırım.
Fü. hanımla yaptığım son iki seyahatte, onun koridor arzusuna eşlik edince orta koltuğa bağlı kalmıştım. Bu defa bayan T. tam tersine dışarı bakmaktan hoşlanmayan orta koltuk meraklısı olunca "yaşasın!".
Gidişte uçak, adaların (bizim Prens adaları, canım) üzerinden geçip yükselmeye başladı. Akşamüstü ışıltıları arasında, bütün adaları tek tek seyre daldım; keyiften dört köşe oldum diye özetleyeyim, durumu. Dönüşte alçalma adaların üstündendi yine ve bu defa gece ışıkları parlıyordu. Başka bir zevkti, o da.
Yine giderken aşağıdan yer bakıp-tanıma oyunu oynadım kendi kendime.
Mesela, Tuz gölünü tanıdım, bu sene gölün sulak alanı artmış diye sevindim. Konya ovasının uçsuz bucaksız düzlüğündeki kilometrelerde uzanan karayoluna gülümseyerek baktım. Çukurova'nın bitek topraklarındaki olağanüstü renkli, düzenli parsellerde ne yetiştiğini tahmine çalıştım.
Sonra, dönüşte, bu defa dolunay altında pırıl pırıl parlayan Mersin-Anamur sahil şeridine ve ardındaki Akdeniz'e boynum tutulana dek, geri geri baktım durdum.
Otobüsteki yerimiz en arka koltuktu, daha doğrusu koltuklardı. "Burayı kimse bilmez, tercih etmez, yayıl şöyle" dedi, tecrübeli bir uzak yol gezicisi olan arkadaşım Bayan T.
"Burası yüksekte, hem tüm otobüs ahalisini, hem çevreyi rahat görürüsün" diye ekledi.
Haklıymış. En arkada, üstelik "acaba orada sıkılıyor muyuzdur" diye, izzet ikram görerekten keyifle yolculuk ettik.
Sonra insanlar...
Yolculuk arkadaşları, turdaki grup hoş insanlardı; daha önce birlikte yola gitmiş, seyahatten beklentileri abartılı olmayan, ancak arzu ettiğini almasını, gezmesini bilen insanlar. Çoğu birbirini tanıyor, en azından arkadaşları birbirini bilen kişilerden oluşan bir gruptu. Tur rehberimiz, eskiden profesyonel rehberlik yapmış, şimdinin bilmemne şirketi genel müdürü, tur liderimiz elli kişi grup fotoğrafı çektirirken "eskiden olsa, bu kadar kalabalıkla eylem koyuverdiğini" hatırlayan bir 68'liydi.
Bir de gezerken tanıştığımız insanlar var, tabii ki.
Otelden şehre giderken bindiğimiz taksinin çeşitli hikayeler anlatmayı aşkla seven matrak şöförü, ipek dükkanındaki Arap kökenli olduğunu düşündüğüm süslü satıcı kız, kabak şekerlemesinin nasıl yapıldığını anlatan ufak tefek dükkan sahibi, yılan yağının faydalarını sayan delikanlı...
Ve, o coğrafyanın boyu posu, kaşı gözü alıştığımızın dışında insanları, onların giyim kuşamları, duruşları, davranışları...
Tarih, coğrafya, doğa, insanlar, kültür, yenen yemekler, içilen sular, mis kokulu hava, alınan nefes, denizin mavisi, çırpıntısı, dağların biçimi, bitek ovalar, havada görülen leylek sürüsü, tersine akan "Asi" nehir, barajında yüzülen "Seyhan", kocaman limanlar, demir çelik fabrikası,...
Aylardır, her gün, her gün, her gün yaşadığım bu koca kentin iki yakası arasında ev-iş, iş-ev doğrultusunda günde en az ikişer saat yolculuk edip duruyorum.
Tüm bu yol ve yolculuk süresince, iki günde biriktirdiğim anıyı biriktiremiyorum. Çünkü, anı biriktirecek enerjim olmuyor.
Anlaşılan o ki, dışa açmıyorum kendimi.
Oysa, merakla keyifle yapılan bir yolculukta ne çok ne çok anı, görüntü içselleşiyor, birikiyor.
Adana'daki metro-raylı sisten kazılarının yanından geçerken, tıkanan trafikte anlatıyordu şöför:
"Şu gördüğünüz alan var ya, hah, orada kocca bir çukur kazdılar. İki sene içinde, altından çıkan su birikti, göl oldu. Akıllının biri içine bir sazan atmış, buncağızlar da üremişler. Oradan bir sazanlar çıkmaya başladı bir sazanlar, tam üç ton sazan çıktı. Onları sattılar sattılar da, metro inşaatının parasını çıkardılar. Yaa!"
Bastık kahkahayı.
Adana'lı, dört kadını bir arada görünce dayanamayıp, menkıbe gibi şehir hikayesi anlatmaya başlamıştı, tabii ki.
Ne demiştim; "yolda olmak".
Böyle bir şey işte.
Sonsöz:
Merak ettim birden, kaç kişi "yolda olmak" istiyor, şimdi?
.
sonsöze yanıt: ben evcilim. eve kapanacaksın, 1 ay çıkmayacaksın deseler çok mutlu olurum:) düzeltiyorum, gizli yanıt oldu bu:) ama bir yandan da ruhumun bir çelişkisi olarak gitmek isterim sık sık. ama istediğim anda da, evden çıkacak olmamın sıkıntısı basar. bu pazara giderken bile böyledir bende. ne yapsak ki? bilemiyorum...
YanıtlaSilsonra genel bir dertleşme yapalım seninle; bu gitmek isteği, gitmeyi sevmek isteği, insan sevmekle ilgili sanırım. baksana, ne çok insan birikitirip dönmüşsün. bindiğim taksilerin taksicileri bir şeyler anlatıp iletişim kanalı açmak istediklerinde, ben kaplumbağa gibi kapanırım içime. ' hı hı', ' ah haha' gibi sahte mesajlarla onlarda fark eder kabuğumu ve susarlar. sanırım seninle benim aramızdaki fark ve gezi sayılarımızdaki fark temelde buradan kaynaklanıor:PPP
fark vaaaar, diyeyim moda rap seslenişiyle:) sen gez canım, sen gez:) ben evimde mutlu mesut okuyayım....
Ben tabii ki :) varilacak yer nkadar oraya varma yolculugunu da seven biriyim bilirsin. cok da guzel anlatmissin yolculugu.
YanıtlaSilablam mardindeyken, (o zaman otobusle 22 saat surerdi yol) o upuzun yolculukta yalniz basima kalmaya, kulagimda sarkilar, elimde kitabim, cantamda annemin yaptigi yolluk borekler ve yanima dusen ilginc insanlarla seyahat etmeye bayilirdim. annem gidecegi zaman 1 ay evvelden tasalanirdi yolu. ben 1 ay evvelden heyecanlanirdim.
biliyorsun hala "atlayip arabaya bir yerlere gidesim var" diyorum arada bir. oyle iste, gidesim gelir benim zaman zaman...nereye oldugundan bagimsiz :)
gidersem kendimi de beraber götürürüm diye korkarım... ki bu günlerdeki ruh halimden ben bile sıkıldım artık..
YanıtlaSilevden bile dışarıya çıkasım yok ya biliyorum ufaktan depresyon belirtim bu benim..
bir de kriz var malum, nereyee hooppp diye sormazlar mı adama..
bak bir soru sordun bin ah işittin şimdi.. üzgünüm :)
BEN! BEN! BENNNNNNNNNNNN!
YanıtlaSilelektra'nın yorumuna da ben de imza atıyorum ve fakat şimdi, şu an gitmeyi istiyorum. ama nasıl gitmek? öyle ordan in buna bin, otel ayarla vs olmasın. bir çizgi romanda gibi tasasız olsun, insansız olsun bir de. ne yolda, ne duraklarda ben istemezsem kimse gelmesin yanıma. ben isteyince gelsinler, istediğim kadar dursunlar, istediğim şeylerden konuşsunlar, ben isteyince de gitsinler. eh, bu seyahat ancak zihinde yapılır, ki ben de onu yapıp duruyorum ekmekçikız.
YanıtlaSilama sen bir çocuk şiirinde denildiği gibi,
gez, gez,
bir hışımla gül oyna,
bal arısı bal topla
:)sevgiler.
Elektracım,
YanıtlaSilGitme, gezme isteğimin insan sevmekle ilgili olduğunu hiç sanmıyorum.
Evet, insanları tanımayı severim, onlarla bir arada olmak, onları gözlemek, dinlemek eğlencelidir, öğreticidir filan ama, bende "saf/katışıksız" bir insan sevgisi olduğunu sanmıyorum.
Daha doğrusu, gitme-gezme isteğimin altındaki saikin bu olduğunu düşünmüyorum. Benimkisi daha çok, o hareket halinde olma durumunu sevmekten kaynaklanıyor. Yoksa, bir hedefe kitlenme, oraya ulaşmak için gitme arzusu değil, beni harekete geçiren.
Evde oturmaya gelince, ne bir ayı bir hafta hastalık-mastalık belasına oturmuş olsam daral gelir bana. Evi, beni içine çekmeye başlayan bir kuyuya benzetir hale gelirim.
Tuhaf bir şekilde, evin sıcaklığını, serinliğini, koruyuculuğunu da severim, amma, mesela o evin ille de bir bahçesi, dışarıya açılan büyük bir kapısı olmalıdır. Çünkü ev, hareket halinde olunduğunda dar gelen bir mekandır.
:))
Evet Şuleciğim,
YanıtlaSilBiliyorum. :)))
Seninle konuşmalarımızdan da, senin hayata bakışından da biliyorum ki, benim "yolda olmak" kavramım sende de benzer bir yankı buluyor.
Uzun yola gitmek, o anda her şeyden bağımsız, sırf o yol halini yaşamak, başka hiç bir tasa veya düşünce taşımamak, insanı öylesine rahatlatan bir hal ki, bundan vazgeçmenin mümkünü yok, benim için.
Öyle, değil mi?
:))
Fundacım,
YanıtlaSilİşte onu yapmayacaksın, kendini evde bırakacaksın. Ancak, o zaman yol sana gerçek yüzünü gösterir, keyiflerini sunar.
Kendini yanına alıp, bir de onunla itişmeye devam ettiğin sürece üstüne hareket halinde olmanın zorlukları da eklenir ve işin keyfi tamamen kaçar.
Seni evde bırak giderken ve sakın haa, depresyonu içeri alma. Hem de tam bahar vakti, ne işi var? Otursun kovuğunda o!
:)))
Metin beycim,
YanıtlaSilKattiyyen inanamam, sizin şu anda yolda olmak istediğinize, kattiyyen!
Neden mi?
Sizin derdiniz beni gısganmak sadece de, ondan kelli...
:O)
Periciğim,
YanıtlaSilZihinde yolculuk yapılır, evet, hem de ne güzel olur da, korkarım, o yolculuklar eski yolculukların gözden geçirilmesi olur sadece.
Yeni yerleri görmenin tek yolu, önce gitmek, yaşamaktır.
Sonrasında, istediğin kadar "odanda yolculuk" yapabilirsin.
İngilterede sıklıkla bisiklete bindiğim parkuru dolaşırdım ben. Ne zaman mı?
Oğlumu doğurmuş, emzirir ve hiç bir yere kıpırdayamadığım aylarda. Şimdi, gözümü kapayınca o yolda bisiklete binebilmek için çok uğraşmam lazım, oysa.
:)))
"Evde oturmaya gelince, ne bir ayı bir hafta hastalık-mastalık belasına oturmuş olsam daral gelir bana. Evi, beni içine çekmeye başlayan bir kuyuya benzetir hale gelirim.
YanıtlaSilTuhaf bir şekilde, evin sıcaklığını, serinliğini, koruyuculuğunu da severim, amma, mesela o evin ille de bir bahçesi, dışarıya açılan büyük bir kapısı olmalıdır. Çünkü ev, hareket halinde olunduğunda dar gelen bir mekandır."
"Uzun yola gitmek, o anda her şeyden bağımsız, sırf o yol halini yaşamak, başka hiç bir tasa veya düşünce taşımamak, insanı öylesine rahatlatan bir hal ki, bundan vazgeçmenin mümkünü yok, benim için."
Altına hemen imzamı atabileceğim güzel lakırdılar bunlar Gezginç Hanım... (Yeni mahlasınızı beğendiniz mi?)
"Sizin derdiniz beni gısganmak"
YanıtlaSilYav hem yürüyüp hem de çiklet çiğneyebilenlerdenim ben. Türkçe meali: Bir yandan sizi gısganırkene öte yandan kendimi yollara vurmuş olmam niyçün mümkin olamasın yani? Binaenaleyh ve de netekim?
Nasıl bir gısgançlık tutması hali bu, Metin Bey? Büyük harflerle sorayım hemi de, NASIL?
YanıtlaSilMadem yolunuza koyulmuşsunuz, daha niçün beni gısganayorsunuz? Alla alla, yaa!
Netekim, anlaşılan siz bir tek, dünyanın her bir köşe bucağını bi tamam görmüş olduğunuzda gısgançlığa kapılmayabilirsiniz mi, nedir?
:)))
Haa, unutuyordum şu "Gezginç" mahlası hususunu.
YanıtlaSilÇok uygun ve de harika oldu, beğendim ve de benimsedim, heman!
:))
Ve fakat yanlış anlaşılmasın, ekmeklerimden vazgeçmiş değilim.
yeni projem, gezdiğim yerlerin ekmeklerini öğrenip, yapmak.
:O)
"Netekim, anlaşılan siz bir tek, dünyanın her bir köşe bucağını bi tamam görmüş olduğunuzda gısgançlığa kapılmayabilirsiniz mi, nedir?"
YanıtlaSilBingooooooo!
"yeni projem, gezdiğim yerlerin ekmeklerini öğrenip, yapmak."
İşte Gezginç Hanım'a da bu yakışır! Ve de o noktada ben pes eder, gışgançlığı bırakıp şapka çıkarırım.
Hiç merak buyurmayınız, ilk fırsatta Antakya'da yediğim katıklı ekmeği deneyeceğim.
YanıtlaSilEhe ehe!
:O)