Perşembe, Temmuz 08, 2010

duygular üzerine küçük bir alıştırma

biz duygularını ifade etmeyi bilemeyen bir neslin çocuklarıyız. onlar içlerinden geçeni ummana gömüp, asumana inlerlermiş.
dolayısıyla, biz de pek öğrenemedik içimizde duyduğumuzu dışımıza aktarmayı.
işte sonradan "bu duygu dediğinin ifadesi gerekir" dendiği için bize, ya da orda burda bazı yazılar, kitaplar filan okuyunca aklımız başımıza geldi, biraz biraz.
bizim çocuklarımız, bizden farklı; onlar duygu ifadesini beceriyorlar da, bir gariplik var onlarda da. sanal alemin yansıması mıdır nedir, şekilsel bir ifade sanki onlarınki, abartılı ancak içi az dolu.
ifade edilecek duygu çeşit çeşit:
sevinç var, hüzün var, korku var, şaşkınlık var, neş'e var, keder var, mutluluk var, endişe var! var, var, var...


acaba diyorum, duygular ifade edilmeyince, yeterince derinden, yeterince sahici yaşanamıyor olabilir mi?



.

14 yorum:

  1. cevap veriyom çavdar teyze: evek, öyle.

    YanıtlaSil
  2. duyguyu hissetmekle dile getirmek arasında sanırım kavramak gibi bir fark var. içinde bir yerde duruyorsa, biraz hayalet gibidir. ama dile geldiğinde üzerinde düşünülmüştür, incelenmiştir, kelimelerle bir kez daha varolmuştur. yani, ben öyle düşünmüşümdür.

    YanıtlaSil
  3. Benim vakit geçirmekten mutlu olduğunu bildiğim birine "konuş hadi" dediğimde, anlatabildiği tek şey işi oluyor çoğunlukla. Duygularından, hissettiklerinden bahsetmesi için ne yaparsam yapayım, o reklmdaki gibi görünmeyen ama varlığını çok iyi bildiğim bir duvara çarpıyor. Kelimelere dökemiyor. Benden 1-2 nesil öncesi edepliymiş, bazı duygu durumlarını kendilerine saklamayı aile terbiyesiymişçesine öğrenmiş, düstur edinmiş. Ve belki de bile isteye feragat etmiş o anlatma halinden. Ama yeni nesil?

    Nasıl yapacaklarını bilmiyorlar. Ne geçmişten kopabilmiş, ne gelecek kadar deforme olmuş ruhlarını kelimelerde canlandıramıyorlar. Zaten yaşamayı da bilmiyorlar hakkıyla. Hep ellerine yüzlerine bulaştırıyorlar. Hayal kırıklığı kol geziyor çevrelerinde.

    Anlatmak mı? Anlatabilmek mi?

    Bazen isimlendirmek gerekir yarattığı hissi, bırakın başkalarının anlamasını, anlayabilmek için. Bu tıpkı bir yakınınız ölünce üstüne düşen toprağın sesini duyana kadar ona gerçekten ne olduğunu anlamamaya benziyor. Yeterince sevmek, yeterince korkmak, sinirlenmek, alışmak, reddetmek için seslendirmek gerekiyor. Hislerin ruhunu bedenlendirmek gerekiyor. 10 yaşına kadar her şeyi soyut haliyle algılamakta zorluk çekiyormuşuz ya, kimimizde bu ömür boyu sürüyor. Kurtulmak için de daha çok "ses pratiği" yapmak gerekiyor belki.

    YanıtlaSil
  4. Ifade edemeyince yogunluguna da yasanmiyor mu? Off cok zor soru bu yahu hele hele universitelerinde "bos zamanlari degerlendirme anketi" yapan psikoloji anlyasi hakimken...

    Bir de sanirim dilimiz de yok. Sozuklerimiz yok yeterince duyguyu anlatmaya... Duygularimiz onca cesitli ve farkli boyutlarda yasanirken onlari anlatacak sozugumuz o denli sinirli ki... Turk Dil Kurumu ne yapar? Kenan ve diger darbeciler niya kapatirlar TDK'yi her darbede. Bakmayin simdilerde kapanmiyor cunku zaten bi bok yaptiklari yok...

    YanıtlaSil
  5. Acaba, yaşadığımız şeyin tam olarak "ne" olduğunun farkında olmamamızdan mı anlatamamamız?

    YanıtlaSil
  6. Bak bi de boyle bir sorunumuz var. Bu vatan'in ekmegi nedir? Nasil yenir? Baska vatanin ekmeginden farki nedir? Surda sordum ama tatmin edici yanit alamadim. Dedim belki ekmekci kiz bilir. http://ff.im/npE6k

    YanıtlaSil
  7. Sayın Abicim,
    "Uzman" yanıtı geldiğine göre, bize de "haklısınız " demek düşer. Öyle değil mi?
    :)

    YanıtlaSil
  8. Fatmacım,
    Çok önemli bir noktaya parmak basmışsın. Aynen öyle!
    Evet, önce içimizden geçeni kavramalıyız ki, ifade edebilelim, kelime dünyasına aktarabilelim.
    Belki de kelimelere başvurduğumuz an, anlamanın yolunu da açmış oluyoruz.

    YanıtlaSil
  9. Sevgili "1 Kadın",
    Size daha önce merhaba demiş miydim? Demediysem, hoşgeldiniz.
    Yazdığınız dolu dolu ve anlamlı.

    Çok haklısınız, çoğu kişi on yaş öncesi soyutu anlayamam halini ömür boyu sürdürüyor. Belki de duyguları açmak,i ortaya dökmek zor ve zorlayıcı olduğundan..
    :)

    YanıtlaSil
  10. Sevgili Eleştirel,
    Bence, dert dilin kısıtlı oluşu değil, insanın kendisini açmakta zorlanmakta oluşu.
    Kendini layıkıyla, çekinmeden ifade etmek öyle her babayiğidin harcı değil.
    Hislerimiz, en temel ya da belki ilkel dürtülerimiz. Önce hissediyoruz, sonra aklımıza vuruyoruz da belki ondan sonra mı dile getiriyoruz, yoksa bu akıl-dil sırası bazen şaşıyor mu?
    Biraz bunun üstüne düşünmek istemiştim.
    :)

    YanıtlaSil
  11. Gugukcuğum,
    İşte konunun önemli sorularından biri bu, zaten!
    Hangi anda duygumuzu anlarız? Dile getirirken mi, yoksa önce akıl süzgecinden geçirince mi?
    :)

    YanıtlaSil
  12. Eleştirelciğim,
    Estağfurullah! Ekmekci ve bilen kişi olarak, inceledim konuyu. :))
    Şimdi, vatandan kasıt bu vatan işse, malum biz tahıl ağırlıklı beslenenlerdeniz, burada çeşit çok.
    Somun ekmek mi istersin, lavaş mı, pide mi, mısır ekmeği mi... Böyle uzar gider.
    Vatan sizin o diyarlar ise, orada yedi düvelden millet var, hepsi de kendi ekmeklerini getirip ortak kültüre eklemişler.
    Modaya uygun olarak, kimi gün Meksikalıların, bazen Etopyalıların ya da Hintlilerin ekmekleri popüler oluyor, sanırım.
    Orada en çok tüketilen ise, sütlü, mayalı, pofuduk çeşit çeşit sandviç ekmeği olsa gerek.
    Dur, en iyisi ben bu konuda bir yazı yazayım, bir ara...

    YanıtlaSil
  13. Bir gayrete geleyim, derhal!
    :)

    YanıtlaSil

Hoşgeldiniz!