Bu sene Parisliler bütün yazı serin ve kapalı havalarda geçirmişler.
Biz şanslıydık, gezimizin ilk iki günü hava pırıl pırıldı, son iki gün ise kapalı ve serin olmasına rağmen en azından yağmur yoktu.
İşte geziden bazı anılar:
Angelina'da kahvaltı
Paris'teki ilk gecenin sabahında Rue Rivoli'deki Angelina'da kahvaltı yaptık. Kahvaltı, çat kapı gidince yapılamıyor, Angelina'da. O kadar sevilen ve talep gören bir yer ki önce sıraya girmek, beklemek gerekiyor.
Yerinizi aldıktan sonrası, damak zevki ve estetiğin birbiriyle yarışarak insanı mest etmesi...
Pont Des Arts / Sanatlar Köprüsü'nde aşkını kilitleyenler
Paris'te son bir kaç senedir sevgililer aşklarını birbirlerine değil, bir köprüye asıp anahtarını nehre saldıkları kilitlere emanet ediyorlar.
Bir eğlence olarak başlayan bu eylem zaman içinde öyle yaygınlaşmış ki, sadece Paris'in tüm köprülerinde değil, Avrupa'nın pek çok kentindeki köprülerde de uygulanan bir ritüel olmuş.
Eh, bize de bu adetin başladığı köprüde fotoğraf çekmek düştü.
Cartier binası
Paris geniş bulvarlar şehri; ünlü markalar, ışıltılı binalar sadece en bilinen bulvar Champs Elysees'de değil, pek çok yerde karşınıza çıkıveriyor. Yapacağınız tek şey, kendinizi şehrin kalabalığına bırakıp yürümek yürümek yürümek.
Müzeden müzeye bakış; d'Orsay'ın saatinin arkasından gözüken Louvre
Paris müzeler kenti. Dünyanın en büyük müzesi Louvre'un sadece dış duvarları boyunca yürümek isterseniz bile 700 m. yürümeniz, üç metro istasyonu katetmeniz gerekiyor.
Benim en sevdiğim müzelerden birisi eski gar binasının renove edilerek empresyonizm ve döneminin resim ve heykellerine ayrıldığı d'Orsay müzesi. Eski gar / yeni müze binasının ünlü saatinin arkasına geçip dışarıya baktığınızda karşınızda, nehrin öte yakasında Louvre müzesinin binaları bütün ihtişamıyla uzanıyor.
Espace Dali'de "Dali" olmayan eserler de var.
Müzelerin tümü kocaman binalar değil, aralarında Montmarte'deki Dali müzesi "Espace Dali" gibi derli toplu, küçük, özel yapılar da var.
Dali'nin eserlerinden oluşan sürekli serginin yanısıra, Dali'nin izini süren çağdaş sanatçıların kısa süreli sergileri de burada yer alıyor.
La Defense'da Grand Arche'ın merdivenlerinden şehre bakış
La Defense, Paris'in yakın zamanlarda kurulmuş iş merkezi. Gökdelenlerde büyük şirketlerin merkezleri yer alıyor, ayrıca Leonardo da Vinci Üniversitesi de bu bölgede.
Bölgedeki Grand Arche adıyla anılan büyük anıt Fransız devriminin 200. yıldönümünde 14 Temmuz 1989'da açılmış ve başkan Mitterand anısına yapılmış. Paris'in bulvarlarınıdaki anıtların tamamlayıcısı olarak tasarlanan bina, Napoleon anısına yapılan Arc de Triomphe ile aynı aksda bulunuyor.
Eğer, fotoğraf yeterince büyük ve hava daha açık olsaydı, merdivenlerin tepesinde sırtı dönük oturan çocuklarımın baktığı yönde, 7 km ötedeki bu ünlü anıtı da görebilecektiniz.
Bir pastane vitrini ancak bu kadar albenili olabilir.
Fransız mutfağının, yanısıra pastacılığının önemini ve lezzetini duymuşsunuzdur. Ben duymakla kalmadım, bol bol tadına bakmadım, ancak vitrinleri hayran hayran süzerek izledim.
Her biri ayrı sanat eseri, eh ne de olsa sanata aşık bir millet!
Pont Neuf, eski köprü, yani tarih!
Paris'in içinden kıvrılarak geçen Seine nehri, karasal iklimin göbeğindeki şehre bir nebze de olsa ferahlık veriyor. Öyle ki, Ağustos ayınca kıyının bazı bölgelerinde tatile gidemeyenler için plaj hizmeti bile veriliyor.
Nehrin ortasında bir daha doğrusu birbirine bitişik iki ada var. Bunlardan Paris'in merkezi sayılan Île de la Cité adasını şehra bağlayan köprünün adı Pont Neuf. Adın anlamı yeni köprü demek. Oysa, şimdi kentin en eski köprüsü. Yapıldığı 1550 yılında şehrin tahta köprülerinden sonraki ilk taş köprü olması da ayrı bir özelliği.
Köprünün üstünden de geçtik, nehirde tekne gezisi yaparken altından da...
Sacre Coeur
İşte size, Paris'in zirvelerinden, tarih kokan bir diğer yer, ünlü basilika Sacre Coeur.
Montmart tepesinin zirvesinde yer alan yapı, zerafetiyle uzaktan seçiliyor. Kırım savaşındaki askerlerin anısına yapıldığı ve o gün bugündür hergün onlar için burada dua edildiği söyleniyor. Yapının rustik özellikler taşıması da bu nedenle.
Eteklerinde, bir dönem ünlü sanatçıların yaşadığı, atölyelerinin olduğu semt, bugün de cazibesini koruyor.
Eyfel'siz Paris olamaz!
Evet, tabii ki, Eyfel görülmeden Paris'e gitmiş sayılmazsınız.
Zaten, Paris'te Eyfel'i görmemenin imkanı yok, kentin her yanından şehrin sembolü olan bu yapı gözüküyor. Ancak, Eyfel'e çıkmak pek o kadar kolay değil, çünkü ayaklarının önüsıra upuzun kuyruklar sıralanıyor. Biz iki kez denedik, ikisinde de kuyruğun uzunluğundan ve bekleme süresinden cesaretimiz kırıldı ve onu uzaktan seyrettik.
Umarım, gelecek defa kuleye çıkar ve hem de ünlü restorant Jules Verne'de şehri seyrederek yemek yeriz.
Neden olmasın?
ne güzel bir gezi olmuş. birlikte de gidebilsek keşke :)
YanıtlaSilŞulem,
YanıtlaSilGüzeldi valla, hava sıcaklığı da, gezmek de, kuzenleri görmek de ve tabii Paris de...
Gidelim gidelim. :))