O kadar uzun zaman bu manzaraya* baktım ki, her haline aşinayım.
Yine de, her yeni günde odama ilk girdiğim anda, gözlerim kamaşırdı.
En çok göz alan, denizin -deniz dediğim güzelim Boğaziçi- şıkır şıkır olduğu ilk yaz günleriydi.
İlk baharda gökyüzü masmavi olurdu, karanlık kış günlerinden sonra içimize ışık salardı.
Sonbaharın başka bir ışığı olurdu, bunaltıcı yaz günlerinden sonra poyraz esmeye başlamışsa, değil karşı kıyı en uzaklar, Yalova kıyıları bile gözükürdü.
Kışın denizin rengi daha çok dikkat çekerdi, yeşile, mora bakan koyu gri dalgalar akar giderdi.
Bazen çalışma gününün harareti yüksekse, bunların hiç birisine dikkat etmemiş olurdum. Sonra martılar kahkahalar atarak dalışa geçer, balkonun korkuluğuna konar ve içeridekileri dışarıda yaşanana götürüverirdi.
Hiç beklemediğiniz başka bir anda, kocaman bir yolcu gemisi boğaza girmek ya da Karaköy'den ayrılmak için manevra yapardı ve derhal bütün büro ahalisi işi gücü bırakır olanı seyre başlardık.
İşin uzadığı geç çıkılan akşamlarda, dolunay zamanıysa, karşı kıyının tepelerinden kocaman parlak ışığı "aa, ay!" birden görünce küçük sevinç çığlıkları attığımızı da hatırlıyorum.
Geldi geçti, hayattaki her güzellik gibi, anısı kaldı yadigar.
*Fotoğrafın tarihi 10 Nisan 2014, tam altı sene öncesi.
Vakit öğlen civarı olmalı, hava pusluymuş, kararsız ilkbahar havası ne de olsa.
Dışarıda iki kıyı arasında gidip gelen motorlar, daha uzağa giden vapurlar, önde Cihangir'in çatıları, arkada Kızkulesi, daha arkada sevimsiz yüksek binaların silueti.
Bak dur işte!
Her an İstanbul'u özlüyorum, orada geçirdiğim her dakika aklımda mıh gibi kakılı. Bir şehir ancak bu kadar sevilebilir. Yüzlerce felaketten sıyırmış bu kadim şehir dilerim bu pandemiyi de en az kayıpla atlatabilir, yine buluşur, yine Boğaz'a nazır kahve-yok yav bu sefer rakı ya da şarap olsun-içebiliriz. Canım Ekmekçim, sevgilerimi yolluyorum şu izolasyon günlerinden...
YanıtlaSilSevgili Okul Arkadaşım,
YanıtlaSilYazı gülümsetti fakat şefkatli bir gülümsemeydi bu; şu cümlede daha da gülümsedim: "Geldi geçti, hayattaki her güzellik gibi, anısı kaldı yadigar."
Ya o ve benzer cümleleri kurduracak yaşanmışlıklar olmasıydı, diye düşünmeli dedim. Duygu fakiri ve farkındalıktan yoksun bir hayat olsa geride bırakılan, her aşamasında da kurak kurak bakılsaydı hayata, ot gibi desem -ota yazık ama dile oturmuş bir kere- öyle yaşansaydı; şu anki kelimeler, yazılara geçen duygular ve anı yaşamak denen şeyin kalitesi nasıl olurdu acaba, diye de düşündüm:)
Bir de şunun altını çizmek isterim ki bu günler de kıymetli; şu bela geçtikten sonraki yaşam, kumbarasında biriktirdiği hayat güzel olanların yaşamını çok daha anlamlı, farkında ve güzel kılacak, diye de düşünüyorum ki bundan eminim:)
Sonra dedim ki iyi ki bazen geçen zamana bakıp, bazen ah dedirtten, belki özleten duygularımız da var.
Leylakcığım,
YanıtlaSilHerşey bir tarafa, pandemi ehlileştiğinde ya da aşı bulunduğunda, sanıyorum ve umuyorum, yaşadığımız anların kıymetini daha çok bileceğiz ve elimizdeki güzelliklerden daha çok tat alacağız. Ümit ediyorum öyle olur. :)
Kendim söyleyip, kendim sırtımı sıvazlıyorum gibi oldu, değil mi?
Olsun, eminim bir deniz kenarında -burada ya da orada- oturup bu günleri anacağız ve gülümseyeceğiz.
Kucaklıyorum ben de.
Sevgili Okul Arkadaşım,
YanıtlaSilYazdıklarınız da beni gülümsetti. :)
Hiç kuşku yok, yaşadığının farkında olmak, en azından bir süre sonra olanın ve ulaşılan noktanın aydınlığını yaşamak, hayatımızın anlamını tartıyorken önemli bir dayanak.
Tıpkı bugünlerde olduğu gibi, bazen çetin cevizlere çatıyoruz, davranışlarımızın, düşüncelerimizin dengesini oturtmakta zorlanıyoruz. Sonrasında, dönüp arkamıza baktığımızda kendimizi anlayışla karşılayabiliyorsak, tüm o yaşantı anında anlaşılmaz olan anlam ve değer kazanıyor.
O günlerin gelmesi dileğiyle...