bazı günler öyle oluyor. evden çıkamıyorum. her gün her gün aynı işleri yapıp, aynı çıldırtıcı tempoda hazırlanmama rağmen bazı günler deniz otobüsüne vaktınden beş dakika önce gidebiliyorum, bazı günler nefesim kesilmiş şekilde kapısında patinaj çekerek.
bu nasıl oluyor?
bazı günlerin dakikaları daha uzun, bazılarının kısa mıdır?
yoksa, kimi gün ruhumuz ağır çektiği için mi saniyeler daha ataktır?
bugün büroya vaktinden erken gitmeye mecbur hissettim kendimi; önemli bir iş için yurtdışından henüz tanışmadığımız insanlar gelecekti. ofis ortamının toplantıya hazır olması gerekiyordu. bir aksaklık olsun istemiyordum, suratlar asılsın istemiyordum.
kendimi zorunlu hissettikçe, aksaklık oldu.
bi kere geç kaldım.
taksi bulamadım, bulduğumda trafik sıkıştı -tam ortadaki sokakta sabah sabah kazı vardı- akbili evde unutmuş olduğumu farkettiğim an, yeni jeton makineleriyle cebelleşmek bu farkındalığın bonusu oldu. nihayet yolcu salonuna girdiğimde, gemi iskeleden palamarı çözüyordu ve ben kesinlikle orada olabilecekken, işte, buradaydım!
o esnada, yanıma almam gereken başka nesneleri de unuttuğumu anlayınca, beş dakika kadar söylenerek, hayır canım düpedüz küfrederek oturdum. tam o sırada hatır sormak için arayan arkadaşım imdadıma yetişti ve ona bir fasıl dert yanıp, sonra durumu kabullenip susup oturdum.
sonra, işler olağana yakın seyirde aktı.
herşey hazır oldu ve ardından, beklediklerimizden mesaj geldi: uçakları volkan külleri yüzünden kalkamıyormuş, gelemiyorlarmış!
demek ki neymiş?
boş işler bunlar, booş!
koşturmak da, debelenmek de, yetişmeye çalışmak da...
.
Murphy kanunları gibi olmuş, ama şu ismini bile telaffuzda zorlandığımız volkanın adını artık her daim dua edersin diye düşünüyorum....
YanıtlaSilDua istemez o, Mavi baloncuğum, kendi bildiğini okuyor da, bizim misafirler gelse iyiydi, yeniden havaya girmek zor şimdi.
YanıtlaSil:)