daha çocukluğumuzda zihnimizde yer etmiş sözdür "çok güldük, aman ağlamasak".
son zamanlarda, hatta son birkaç ayda bu sözü çokca anıyoruz; biraz keyif ve neş'eli zaman geçirince arkasından hüzünlü haberler, olaylar...
cuma akşamı çocuklarla "nigel kennedy meets bach" konserine gittik.
uzun zaman sonra ilk konser, birlikte güzel müzik dinleyeceğimiz bir konser, hava şurubi, haftanın yorgunluğunu unutmaya hazırız.
n. kennedy ustalığını, müzik sevgisini, neş'esini salondaki herkese geçiriyor; konser bitiyor.
mutluyuz.
konser sonrası eve dönüş yolunda radyoda bir haber; paris'te bombalar patlamış, ölüler, yaralılar...
eve gelir gelmez televizyonu açıyoruz, haberler ümitsizlik veriyor; paris'teki yakınlarla haberleşemeye çalışıyoruz.
yine kasım, yine insanı sarıp sarmalayan bir sonbahar, pastırma yazı bitti mi, sürüyor mu derken yine hüzün.
sarı, hüznün rengi olup çıkıyor, oysa ne kadar parlak ve moral veren bir renktir...
sahiden sarı aydınlığın parlaklığın rengi ama neden sonbaharla özdeşleşmiş ve sonbahar deyince de hüzün akla geliyor. mevsim geçişleri özellikle sonbahar ve kış insanın içini buruyor. Halbuki böyle hissetmememiz lazım. Aklıma gelmişken size şu videoyu göndereyim de içimiz açılsın
YanıtlaSilhttps://instagram.com/p/-NPvx2F-Bp/?taken-by=elena_shumilova
Melike merhaba,
YanıtlaSilVideo pek güzel, sarıdan sonra beyazın cazibesi.. :))