Geçenlerde twitterda bir kavrama rastlamıştım.
Geçenlerde dediğim, Marmara'nın müsilajla kapladığı günlerde.
Kavram solastalgia; bir daha geri dönmeyeceğini anladığımız bir kaybın yasını tutma halini tanımlıyor.
Twiti aradım, bulamadım ancak tesadüfen bu konuda Diken'de yazılmış Çaresizlik Öfkesi başlıklı bir yazı buldum. Arayıp bulamadığım twite atıf yapan bir yazı bu, Azime Acar yazmış.
Kaliforniya Üniversitesi'nden Gökçe Şencan solastalgia tanımının ‘solacium‘ (teselli, avunma) ve ‘algos‘ (acı) kelimelerinin birleşmesiyle oluştuğunu, özellikle iklim değişikliği çalışanlarının bu tanıma aşina olduğunu, hatta eko-kaygı (eco-anxiety) olarak adlandırılan bir formu bulunduğunu vurgulamıştı.
Yani, gelecekte, özellikle iklim değişikliği yüzünden yaşanacak çevresel kayıplar konusunda endişelenmek, henüz kaybetmediğimiz bir şeyi kaybedeceğimizi bilmenin yaşattığı kaygı.
Yazının tamamını yukarıdaki paragrafa eklediğim linkten okuyabilirsiniz.
Bugün şu sıra tekneyle Bodrum civarında alargada olan bir arkadaşımla konuşuyordum, dedi ki; "Etrafta belki 150 tekne var, siyah ve gri su tanklarını denize boşaltmayıp Turmepa'ya veren sadece 2 tekneyiz. Milyon dolarlık tekneye biniyorlar ve 90 liralık sintine alma ücretini vermemek için gece sintinelerini salıyorlar, sonra da ertesi sabah o denizin içinde yüzüyorlar."
Dayanamadım ekledim, "yüzmek de denmez ona, denizde durup arada ayı balığı sesleri çıkarıyorlardır."
Arkadaşım umutsuzdu, böyle sintine basmaya devam ettikleri sürece bu denizlerin de müsilaja batması on sene bile sürmez, dedi.
Bu fotoğrafı içim acıyarak aradım, buldum.
2015 Ağustos'unda Bodrum'dan kalkan bir tekneyle Gökova Körfezinde dolaşmıştık. Fotoğrafı dönüşe yakın Çökertme koyunda çekmişim. Ekmekcikız'da o yolculuğu yazmıştım, mavi mavi masmavi.
Bugün bildiğim şey, artık ne o yolculuğu tekrar yapabilirim, ne o güzellikleri o haliyle bir daha görebilirim ve ne de o deniz artık o bin çeşit canlı barındıran deniz.
Söyleyebileceğim tek söz tam olarak solastalgianın tanımındaki gibi, onu yakında kaybedeceğimi bilmenin verdiği hüzünlü duyguyla sadece iyi ki gitmişim, iyi ki o maviliği yaşamışım diyebiliyorum.
15 yaşımdan beri dalış sporu yapıyorum, denizin altı bu 25 sene içinde üstünden daha fazla değişti maalesef.. İlk balıklar yok oluyor, yerlerine bazı bölgelerde tropik deniz balıkları geliyordu. Sonra onlar da yok olmaya başladı, bizim denizaltı argosunda samanlık dediğimiz agresif bir tür sazlık kaplamaya başladı. Dünyaca ünlü bölgelerimiz dalınamaz hale geldi, saçma sapan limanlar yaptılar bir tekne sevdası başladı ama tekneyi alıp 50mt açığa çekip denize bile girmeden (hoş o katman katman yağlarıyla hiç girmemeleri daha iyi tabii) böyle güneşlenen makyajlı takılı kadınlar, kalın zincirli yanmış yanmış köseleye dönmüş adamlar, ciyak ciyak sürekli bir vurma kırma peşinde çocuklar…. Siz üstünde bunları biz altında maalesef neleri görüyoruz… Saygı kalmadı hiç.
YanıtlaSilSezer (Klio) diyor ki doğaya çok duyarlı bir nesil yetişiyor, hani neredeler bilmiyorum sanırım anca biz bloggerlaron çocukları falan 3-5 tane. Ay çok umutsuzum ya hiç sevmedim bu yorumu :(
Bak bunlar hiç bilmediğim ayrıntılar. Haklısın biz sadece suyun üstünü görüyoruz, suyun altında neler oluyor neler. :(
SilHer şeyi, sadece dünyada üretilen her şeyi değil, doğayı ve tüm canlıları kendilerinin emrine amade gören tüm o (burada durdum, ne sıfatla tanımlayacağımı bulamadım) insanın yok edici türü, azalmadan ne saygı olacak ne yaşamın güzelliği. Çok yazık!
Bu gerçeği kabul edip, nasıl düzeltebileceğimize bakmalı.
ne doğru yazmışsın. hayatımız bu ülkede hep böyle geçiyor. bu ayın ot dergisinde ece de yazısının bir yerinde "geçmişte yaşanmış bir kaybın değil, şimdi yaşamakta olduğumuz bir kaybın yasını tutuyoruz. biz aslında yakın gelecek için yas tutuyoruz. daha kaybetmediğimiz ama kaybedeceğimize nerdeyse emin olduğumuz bir ülkenin yasını" diyordu. halimiz bu. demokrasisi ile, yeraltı yerüstü, tarihi zenginlikleri ile bir ülkeyi kaybediyoruz. ve bu çok ağır geliyor
YanıtlaSilTam olarak böyle! :(
Silİşte ne yazık ki, sadece bizde yaşanan bir durum değil bu. Dünyanın çeşitli yerlerinde hatta pek çok yerinde çeşitli boyutlarda yaşanıyor "gelecekte kaybedilecek olanın yasını şimdiden tutma" hali.
Üzücü demek yetmiyor...
Çağımızın hastalığı. Sanırım bunun temel nedeni çaresizlik. Göz göre göre dünyamız yok oluyor ama elimizden bir şey gelmiyor. Bireysel önlemler son derece cılız kalıyor ve yok oluşu seyretmek bilinçli insanların hem beden hem de ruh sağlığını bozuyor. Solastalgia sözcüğünü önceden biliyordum. Daha ziyade yakınlarını kaybeden insanların onları bir daha göremeyecekleri için duydukları acı ve keder şeklinde açıklandığını hatırlıyorum. Fakat bu sözcüğün ekoloji ile ilgili bağlantısını yazınızdan öğrendim. Teşekkürler:)
YanıtlaSilSolastalgia kavramını bilmiyordum, ilk kez Marmara'yı müsilaj sardığında Gökçe Şencan'ın twitlerinde okumuştum. O zaman anladım ki, bu duyguyu tanımını bilmeden zaten yaşıyormuşum/yaşıyormuşuz.
YanıtlaSilBilemiyorum, belki yakınlarda bir zaman ekolojiyi önemseyenler çoğalır ve bu hüzünlü kayıp duygusunu yeniden kavuşma mutluluğuna çevirmek mümkün olur.
Yaşadığım, hissettiğim kaygının terminolojik tanımını bilmiyordum. Buna değindiğiniz ve bilgi dağarcığına kattığınız için teşekkür ederim.
YanıtlaSilBen artık neye inanacağımı, neye güveneceğimi şaşırmış durumdayım. Akıl sağlığımı korumak için çabalıyorum resmen. Sizler gibi dostların da aynı durumda olduğunu biliyorum. Bir yanda hiçbir eğitimi olmadığı halde orman yangınını söndürmek, hayvanları kurtarmak için koşuşturan gençler, bir yanda yazında bahsi geçen teknelerde vakit geçirip, atığına bile sahip çıkamayan şuursuzlar. Sevgili Ceren benim doğaya daha duyarlı bir neslin geldiği sözlerime atıf yapmış ve haklı olarak nerede olduklarını sormuş. Ne diyebilirim ki? Bahsettiği gibi ancak bizler gibi düşünenlerin çevresinde mi o çocuklar? Dilerim bizler çoğunluktayızdır. Yine de umutluyum, fakat o duyarlı çocuklara çok kirli bir dünya bırakacağımız için üzgünüm.
Sevgili Sezer,
SilHepimiz benzer durumdayız evet, üstelik öylesine ümitsiz bir sis kaplamış ki her yanımızı kendimizi çok yalnız hissediyoruz. Oysa, o kadar az değilizdir diye umuyorum, sessiz çoğunluk bizdedir diye düşünmek istiyorum.
Sonuçta yaşanan yaşanacak ve bir gün tarih olanı anlatacak. Şu var ki, muhtemelen biz o günleri göremeyeceğiz. Hayatta oluşun en büyük çelişkisi bu galiba.